Sıcak bir yaz akşamı koltuğa uzanmış tavandaki avizeye bakıyordum. Yırtık sinekliği fırsat bilip içeri girmiş olan sinekler ışığın etrafında uçuşuyordu. Sehpadaki rakı bardağının yanında üç gündür temizlenmemiş küllükten ağır bir izmarit kokusum yayılıyordu. Bir ter damlası boynumdan aşağı süzülürken klimanın kumandasını aradı gözlerim. Bir küfür savurdum klimanın bozuk olduğunu hatırlayınca. Aslında o sabah tamirciyi arayacaktım ama unutmuştum. Her şeyi ertelediğimi söyleyen
Ayla’nın sesi kulaklarımda çınlıyordu.
Ayla… Üç yıldır inişli çıkışlı ilerleyen ilişkimize bir hafta önce eşyalarını toplayıp giderek noktayı koyan sevgilim… Son zamanlarda ağzında hep ayrılık sözü olsa da bunu ciddiye almamıştım. Her çift gibi bizim de sorunlarımız vardı. O benim sorumsuzluğumdan şikayet eder, ben onun sürekli dırdır etmesine kızardım. Benden sürekli bir şeyler beklerdi Ayla. Hafta sonu evde keyifle televizyon izlerken süpürge yapmamı ister, çoraplarımı yere atmama kızar, içki içmemden hoşlanmaz, gece eve geç gelmemi istemezdi. Tüm bunlara rağmen onu çok seviyor, onsuz bir hayatı hayal edemiyordum. Sahi şimdi neden terk etmişti beni?
Bardağın dibinde kalan son yudumu da bitirdikten sonra bir duble daha rakı koymak için ayağa kalktığımda dengemin bozulduğunu hissettim. Alkolün verdiği ağırlık düşüncelerimi yavaşlatırken buzdolabının kapağındaki nota gözüm takıldı.
Maya’nın mamasını vermeyi unutma.
Sabah yedide ilacını iç.
Kirayı ayın on beşinde yatır.
Klimayı tamir ettir.
Bu notu Kapadokya gezimizde aldığımız magnetle dolaba tutturmuştu Ayla. Beni terk ederken bile ilaç saatlerimi düşünecek kadar merhametli olması içimi sızlattı. Keşke Kapadokya’yı gezdiğimiz güzel günlere geri dönebilseydik. Ne zaman işler bu noktaya gelmişti acaba? Ne zaman birbirimize kırgın uyumaya başladık? Öfkemiz ne zaman sevgimizi yenecek kadar güçlendi?
Ayla yedi gün önce işten geldiği gibi eşyalarını toplamış, ben neler olduğunu anlayana kadar çoktan bavulunu kapının önüne koymuştu. Olmuyor, yapamıyorum, katlanamıyorum artık, demişti yaşlı gözlerle. Halledebiliriz diye cevap vermiştim. Gitmesine gerek yoktu, konuşurduk, anlaşırdık bir şekilde. Umudum kalmadı, demişti kararlı bir ifadeyle. Bir anda çekip gitmesine öfkeliydim ancak içten içe niye gittiğini biliyordum. Çok konuşmuştuk biz bu konuları. Son zamanlarda devamlı tartışıyorduk. Öfkemize yeniliyorduk, küçük sorunlar giderek büyüyordu. Ben salondaki koltukta uyurken onun yatak odasında gözyaşlarını tutamadığını duyabiliyordum bazı geceler. Bir ay önce eften püften bir nedenden dolayı kavga ettiğimizde sinirden duvara fırlatıp parçaladığım vazoyu pişmanlıkla hatırladım. O kavganın ardından uzunca bir süre küs kalmış, sonra da eğer kendime çekidüzen vermezsem ilişkimizin devam etmeyeceğini söylemişti. Oysa ayrılıktan ne kadar bahsedilirse inandırıcılığını o kadar kaybediyordu.
Evde kocaman bir boşluk oluşmuştu sanki onun gidişiyle. Evin büyüsü bozulmuş gibiydi. Eskisi gibi hafif parfüm kokusu yoktu, hava ağırlaşmıştı adeta. Portmantoda asılı montlar azalmıştı, Ayla’nın kitap okurken kullandığı gözlük köşedeki sehpanın üstünde yoktu. Kedimiz Maya bile her akşam bu saatlerde kucağında uyuduğu annesinin yokluğuna anlam verememiş, huzursuz bir şekilde ortalıkta dolanıyordu. Ayla evi terk ettiğinden beri ilk kez girdiğim yatak odasında gardırobun kapağını içinin boş olduğunu vurgularmışçasına açık buldum. Belli ki kalan eşyalarını toplamaya gelerek son kez vedalaşmak istememişti.
Öfke ve özlem içimi kemirirken uyuyamıyordum. Şimdi ne yapacağım ben diye tekrar tekrar sordum içimden. Buzdolabındaki not soruma cevap verdi.
Maya’nın mamasını vermeyi unutma.
Sabah yedide ilacını iç.
Kirayı ayın on beşinde yatır.
Klimayı tamir ettir.
Yorum Gönder