(Nisan 2024 sayımızdan)
Yaz günleri, biliyorsunuz, uzun olur. İşte o günlerden biriydi. Oturduğum Karşıyaka’dan her zamanki gibi vapura binmiş, Konak İskelesi’nde inmiş, yürüyerek kentin merkezindeki varyanta bitişik Damlacık’a adımımı atmıştım. Hava kaç gündür epey sıcak olmasına karşın o gün öğleden sonra Midilli Adası ile Karaburun üzerinden Körfez’i aşarak kopup gelen kadife bir imbat esintisi Damlacık’a değin uzanmıştı. Damlacık’ın varsıllığı, parktaki bol ve iri yapraklı dut ağaçlarının gölgeleri insana ayrı soluk aldırıyordu. Ne güzel. Bu Damlacık, İzmir’in gözbebeğidir. Konak merkeze yürüyüşle on adımdır. İzmir Körfez’ini yukarıdan görür.
Kavurucu yaz sıcaklarının kurtarıcısı imbat rüzgârını alır. Dahası koskoca bir parkı vardır. Dahası bu park bence kentin merkezindeki en büyük yeşil alanımız Kültürpark’ın ardından buraya yakın Cici Park ile birlikte büyük parklarımızdan biridir. Kahvem, iki fincan pişirimlik cezvem, saydama yakın incelikteki mavi renkli mine çiçeklerinden oluşan işlemeli iki porselen fincanım (tabağıyla birlikte) yanımdaydı. Damlacık’ın genç ama cabbar muhtarı İbrahim’in ocağında pişirdikten sonra aşağıda batıya doğru uzanan biricik Körfezimizin maviliğini gölgeleyen gri sedefin eşliğinde, taptaze imbatın esintisiyle rahatlayarak yudumlayacaktım. Daha doğrusu yudumlayacaktık; çünkü önemli bir konuğum vardı, İspanya’dan ünlü Katalan Mimar Antonio Gaudi.(*) Bir biçimde yolu Barselona’ya düşmüş okurlarımızın konuğumun adını duyduklarında gözlerinin faltaşı gibi açıldığını elbette biliyorum. Evet, o mimar işte; Barselona’daki Park Güell’e can veren, parkın ve içindeki renkli kelebek evlerin yapımcısı Gaudi, konuğum. Tipik bir erkek güzeliydi Gaudi. Bıyığıyla bütünleşen uzun sakalı yüzüne çok yakışıyordu. E, mimar dediğin sakallı olurdu. Saçlarını yandan ayırarak düzgünce, tel tel tarardı. Gözbebeklerinin ışıltısı ise insana ayrı bir dostluk hissi verirdi her zaman.

(*) Antoni Gaudi ya da tam adıyla Antoni Placid Guillem Gaudi i Cornet (25 Haziran 1852-10 Haziran 1926) İspanya’da, Art Nouveau akımının İspanyol öncüsü olan Katalan mimar. Barselona’nın en ünlü mimari eserlerinin yaratıcısıdır. Ayrıca Park Güell’i (bknz. sağdaki fotoğraf) yaratmıştır.
Dostum Gaudi, daha önce hiç sade Türk kahvesi içti mi; inanın sizin kadar merâk ediyorum. Kendisine kahve ikrâmımdan sonra Damlacık’ı gezdirip göstereceğim, genç ama cabbar Damlacık Muhtarı İbrahim ile tanıştıracağım. Akşama da proğramım hazır: Tilkilik’e gideceğiz, Hayyam Meyhanesi’ne (Tel.0232.483 43 56). Gaudi, orada ister bana eşlik eder Türk rakısı içer, isterse kırmızı şarap, tercih ona ait. Hayyam’dan çıkışta da doğru kelle paça çorbası içmeye.
Dostum Gaudi, geç kalmadı, uçağı Menderes Havalimanı’na iner inmez Damlacık’a gelerek kahveye yetişti. Tüm dünyanın çılgınlar çılgını mimar olarak nitelendirdiği dostumla sarılıp öpüştük. Katalan Mimar, aynı biz Türk erkekleri gibi yanaktan öpüşürken, iki eliyle arkadan, öptüğünün sırtını sıvazlamasını iyi beceriyor bu arada, öğrenmiş.
– Ooo, dedi kahvesinden ilk yudumu aldığında, “anlattığın doğruymuş, sizin burada deniz burnunuzun dibinde…”
– Evet ya, sizin Park Güell’de sislerin ötesinden denizi seç seçebilirsen!”
İkinci yudumdan sonra göz bebekleriyle gülerek bana döndü Katalan dostum Mimar Gaudi, “niye şimdiye değin Türk kahvesi içmemişim ki, hayret!”
Güldüm:
– Hiç İzmirli dostun olmadığından sanırım…
Tekrardan Körfez’e çevirdi yüzünü: – Biliyorsun, 1900-1914 yılları arasında peyzajıyla masalsı konut ve alanlarını tasarladığım yerin, yani Park Güell’in sahibi dostum, iş insanı Eusebi Güell; sizin bu Damlacık’ı kesinlikle görmeliydi.
– Evet, görmesini isterdim.
– Siz Türkleri anlayamıyorum dostum. Böyle güzel bir alanı enkaza dönüştürmüşsünüz, üstelik kentin tam da orta yerinde. Sizi gerçekten anlayamıyorum; Atatürk gibi bir dehanın önderliğinde Kurtuluş Savaşı vererek bağımsızlığınızı kazanıyorsunuz, savaşlardan çıkmış bir ulus olarak eğitimden tarım ve sanayiye yatırımlara başlıyorsunuz ama sonra duruyorsunuz. Durmak ne, geriye gidiyorsunuz.


Cümlesinin burasında kahvesinden bir yudum daha aldı Katalan Dostum Mimar Gaudi. Ne dediğini Türkçeye çevirmem sonucu onun sözlerine ara vermesini fırsat bildi Damlacık’ın genç ama cabbar Muhtarı İbrahim:- Yabancı dostun ne doğru söylüyor abi, dedi.
– Biliyor musun Gaudi dostum, bu içinde oturduğumuz bol ağaçlı parkın az ilerisinde antik dönemlerden günümüze ulaşma başarısı ve becerisini gösterebilmiş mermerli bir caddemiz var, ta Büyük İskender zamanından kalma…
Kahveyi yudumlarken ara ara su içmesini söylemiştim Gaudi’ye. O sıra ağzındaki suyu fışkırttı. Muhtar İbrahim, hemen kendisine kağıt peçete uzattı.
– Ne diyorsun?
– Pazar günleri burada sebze, meyve, tavuk, patates, soğan, peynir; aklına ne gelirse türlü çeşit ürünün satıldığı pazarımız o yolun üstünde kurulur ve malları taşıyan kamyonlarla, kamyonetler bu yolun üzerinde gider gelirler.

– Mierda, Oh, mierda! diye bağırdı Gaudi bir anda.
İbrahim ile birbirimize bakıştık.
– Ne dedi abi?
– Sanırım Katalanca ya da İspanyolca, “hassiktir” çekti, baksana iki sözcüğü söylerken ağzından köpükler saçtı.
Genç ama cabbar muhtar İbrahim’in gözleri hâlâ faltaşı gibi açıktı.
– Dostum Eusebi Güell, Barselona’da varlıklı bir iş insanıydı. Kenti yukarıdan gören araziyi satın aldıktan sonra, “burayı kendinin bil. Peyzajından konutlarına tasarımların tümünü sen yap. Sen çılgın birisindir, al sana çılgınca at koşturacağın bir iş!” demişti. O, şimdi her yıl milyonlarca turistin gelip gezdiği, farklı mimariye sahip konutlarla peyzajı büyük bir istekle yapmıştım. Parası yetseydi, 40 konut yapacaktık, yetmedi.
. . . Kuzum, sizde, gayet iyi biliyorum ki; edebiyattan resme nice değerli sanatçılar çıkmış. Bir Nâzım, bir Bedri Rahmi Eyüboğlu, Fikret Mualla, Şair Cemal Süreya, Heykeltıraş Mehmet Aksoy. . . Hiç kimsenin aklına bu Damlacık’ı benim gibi az kaçık ama özgür bir mimara, tıpkı Güell’in yaptığı gibi, teslim etmek gelmemiş mi?
Güldüm.
Ne gülüyorsun, gibisinden yüzüme baktı. Kahvemin tadı yerindeydi, soğumadan bir yudum daha aldım.

– Bak değerli dostum Gaudi, demin antik çağlardan kalma yakınımızdaki mermerli caddenin üzerine pazar kurulduğunu, kamyonların üzerinden geçtiğini söylediğimde ağzından bir sözcük çıktı.
– Evet, Mierda, Oh, mierda, dedim. Bir çeşit ağza dolanmış küfür sözcükleridir. Kadın erkek kullanırız, olmayacak bir işe şaşakaldığımızda Mierda, Oh, mierda, deriz.
– Şu elimizdeki google’a yazar mısın Türkçesini öğrenelim. Gerçi tahmin ediyorum ama…
Uzattığım cep telefonumda internete girerek google’a yazdı sözcükleri Gaudi.
– Evet, tam da tahmin ettiğim gibi; hassiktir, demekmiş; bizim halk da kullanır sık sık bunu.
– E, n’olmuş?
– Şimdi bir şey daha öğreneceksin ve eminim o sözcükleri aynı şiddette yineleyeceksin…
– Meraklandırdın beni.
– Aşağıda, şehrin merkezinde çok katlı betonarme bir otoparkımız vardır. Otoparkın bitişiğinde de yine Büyük İskender’den kalma harika bir Agora. O otopark oraya inşa edilirken temel kazısında haliyle pek çok mermer kalıntı çıkar; heykeller, sütunlar vs. Otoparkı yaptıran dönemin belediye başkanı; çıkan ne varsa kamyon kamyon İnciraltı adını verdiğimiz deniz kıyısındaki yere taşıtır ve inşa ettirdiği lagünlerde temel malzemesi olarak kullanır.
Kahvesinin eşliğinde içtiği suyun son damlasını yudumladığını o an fark ettim ama geç kalmıştım, ağzındaki suyu bir kez daha fışkırttı Gaudi. – De qué hablas! Idiotas! Esto es terrible!

Bu da elbette bir küfürdü ama uzundu. Gaudi, anlamını soracağımı bildiğinden telefonumu bir kez daha eline alıp söylediklerini sözlüğe yazdı. Güldüm:
– Tam da bizim duygularımızla küfrediyorsun Gaudi… E, ne de olsa sen de bizim gibi Akdenizlisin. Biz de böyle hikâyeler çoktur ve senin sıraladığın küfürlerin aynını sıralarız. İşin aslına bakarsan bu tür yerinde küfürler yararlıdır da. Ne derler biliyor musun? “Küfür, yüreğin yelidir.”
. . .Neyse şimdi bu hikâyeleri bir kenara bırakalım. Bu akşam Hayyam’da kafaları çekeceğiz. Yarın öğleden sonra da bizim Kültürpark’ta, orayı mesken tutmuş kargaların toplu akşam danslarını izler, çığlık dolu melodilerini dinleriz. Kültürpark’ta ayrıca sana bronz üç at heykelini göstererek bambaşka bir hikâye anlatacağım dostum.
. . . Ha, bu arada şunu da aktarayım: Büyük İskender, sözünü ettiğim Damlacık’taki mermerli caddeyi inşa ettirdikten sonra burası eski çağların en görkemli şölenlerine de mekan olmuştur, hiç şüphem yok. Ondan sonrasında ipler kopuyor tabii, ta ki geçen haftaya değin.
– Geçen hafta ne oldu? diye sordu Barselonalı Katalan Mimar Gaudi.

– Karşındaki genç ve acar Damlacık muhtarı dostum İbrahim, belediye bandosuna burada unutulmaz bir konser verdirdi, semtte yaşayanları mutlu etti.
Yıldızı bol olacağı anlaşılan parlak lacivert gece, tülünü İzmir’in biricik ışıltısı Körfez’in üzerine örtmeye başlamıştı. İspanyol ünlü mimar dostum Gauidi ile yan yana oturduğumuz park kanepesinden kalktım.
– Haydi Abbas, vakit tamam/bizi bekliyor Hayyam.
Dostum haliyle anlamamıştı. Şaşkın bir ifadeyle yüzüme baktı:
– Dediğini anlamadım.
– İyi ki geldin Gaudi. Şimdi bir başka İzmir bizi bekliyor. Haydi! Hola İzmir!
Yorum Gönder