Prof. Dr. Selman Vefa Yıldırım
Promete’nin tanrılar katındaki ateşi insanlığa vermesiyle başlayan bilim yolu çağlar boyunca zorlu ve engebeli olmuştur. Daima var oluşa ve doğaya dair merak ve sorularla doludur bu yol. Sorular ve sorunlar sonsuzdur. Ulaşılan her istasyonda sonraki hedefin ipuçları ve yeni sorular bekler bilimciyi, daha zorları çoğunlukla. Cevaplara ulaşmak için çokça aracı vardır bilimin ama gözlem belki de ilkidir bunların.
1390 yılında İtalyan bir tüccar olduğunuzu düşünün. Çin’den kervanlarla gelen baharat dolu küpler ve ipek kumaşlarınızı Kırım limanında gemiye yükleyip Cenova’ya yola çıkıyorsunuz. Yolculuk, birkaç Asyalının ateşlenmesi dışında genelde huzurlu geçiyor. Cenova’ya vardığınızda ve mallarınızı indirdiğinizde içinizi bir sevinç kaplıyor. Bir handa kendinize ziyafet çekiyor evinize gidiyorsunuz. Ama birkaç gün sonra vücudunuzda değişiklikler başlıyor, ateş, halsizlik, biraz sonra da kara çıbanlar, sonraki birkaç günde de ölüm…
İnsanlık tarihinin en korkunç olaylarından birisidir bu. Yıkım, yokluk, korku yılları. Bilinen Dünya’da bir yüzyıl boyunca yaklaşık 200 milyon ölüme neden olan Veba, yaygın adı ile Black Death.
Tüm bu uzun veba ve ölümle dolu çağ, özellikle ressamlar tarafından, insanlığın bir karabasanı, yenemediği bir düşman, üstesinden gelinemeyen bir hastalık, tanrının gazabı olarak çokça işlenmiştir.
İtalyan Boccacio, veba yüzünden bir eve saklanan sağlıklı bir grup kadın ve erkeğe anlattırır Decameron hikayelerini. Kara Ölümün dehşeti daha sonra salgın olmaktan çıkar ama öldürmeye devam eder. On sekizinci yüzyıl ve sonrasında ise bir başka illet vardır insanlığı tehdit eden. Her ne kadar bu hastalık hemen öldürmüyor olsa da insanı beti benzi gitmiş, zayıf ve düşkün, öksürük nöbetleri ile kan tüküren yaşayan bir ölüye çevirmiştir. Romantik çağın hastalığıdır. Aşk hastalığı da derler bazen de Beyaz Veba. Garip zamanlardır. Bir tür istenen melankoli hali gibi. Yirminci yüzyılın ortalarına dek milyonlarca insanın uzun, yıpratıcı ve ağır bir hastalık sürecinden sonra ölmesine neden olur, Maladi di L’Amour, yani Tüberküloz, yani Verem.

Romantik çağ boyunca ve hatta yakın döneme dek, aşk acısı çeken her kadın ve erkek verem hastalığı ile muzdarip olarak betimlenir. Bu arada besteci Chopin, şair Keats, Kafka, G. Orwell gibi sanatçılar hatta Rüzgar Gibi Geçti filminin güzel ve güçlü Scarlet’i Vivien Leigh genç yaşında tüberküloz veya komplikasyonları nedeniyle ölürler.
Sanatoryumlar açılır. Buralarda kitlelerce hasta etkisiz tedavi yöntemleri ile iyileştirilmeye çalışılır ama nafile…
Milyonları etkileyen bu iki ölümcül hastalıkla beraber çağlar boyunca yine yaygın bir başka hastalık daha vardır. Cinsel organlarda yaralarla başlayan, uzun zaman sonra sinir sistemini de tutarak korkunç acılar içinde süründürerek öldüren Sifilis, frengi. Sifilisten muzdarip kadınlardan doğan bebekleri çok daha korkunç bir yaşam beklemektedir. Bir türlü tedavi edilemeyen, şehirlerin kalabalıklaşmasıyla daha da artan, yayılan, yavaşça, acılarla ve deformasyonlarla öldüren bir hastalık.
İnsanlığı derinden ve çağlarca etkileyen bu üç hastalığın nedeni, modern tıbbın başlangıç zamanı sayılabilecek bir bilimsel gelişmeyle anlaşılır. On dokuzuncu yüzyılın ortalarında Louis Pasteur hastalıkların bakterilerle ortaya çıktığını belirler, germ teorisini ortaya koyar, kısa bir süre sonra da Robert Koch, Koch postülatı olarak tanımlanacak bakteri ve hastalık ilişkisini açıklar.Bilimin açığa çıkardığı bu veriler ile Orta Çağ boyunca milyonlarca ölüme neden olan veba hastalığına Yersinia pestis, romantik hastalık tüberküloza Mycobactrium tuberculosis, gem vurulamayan hazların bulaşıcı hastalığı sifilise Trepanema pallidum bakterilerinin yol açtığı öğrenilir.
……..
3 Eylül 1928 günü, Alexander Fleming, Tıp Fakültesindeki bakteriyoloji laboratuvarına kısa bir tatilden sonra döndüğünde petri kaplarına bakar ve ilginç bir şeyle karşılaşır. Stafilokok ekili kapta bir küfün ortamı kirlettiğini ve küflü alanda yaşayan stafilokok kalmadığını görür. Bu kültür kabını çöpe atmaz ve bir kenara ayırır.
Kimdir Alexander Fleming; İskoçyalı bir çiftçinin 8 çocuğundan birisidir. Okul yıllarında hep başarılı olur. Lise sonrası birkaç yıl bir gemi ajansında çalışır. Amcasından kalan iyi bir mirası ve iki yıllık güzel bir bursu değerlendirerek tıp fakültesine girer. Başarılı yıllar, birincilikle mezuniyet ve kendisine bakteriyoloji laboratuvarında çalışma ve kariyer daveti, kendisi de bilim yoluna heveslidir ve kabul eder, başlar ve ilerler.

Bilimsel bilginin, verinin oluşmasında gözlemin gücü tartışılmaz önemdedir. Alexander Fleming (1881-1955), stafilokokları öldüren küfün olduğu petri kabını uygun bir zamanda sakladığı yerden çıkarır ve incelemeye başlar. Öncelikle küf mantarının Penicillium türü olduğunu saptar. Daha sonra çalışma arkadaşlarıyla beraber bunun cinsini de adlandıracaklardır.
1930’lu yıllar boyu penicillin bir köşede kalır, penicilline dair umut verici yayınlar ve tartışmalar olmaz. Bu durum Fleming’in canını sıkar ama ne bulduğunun bilincindedir ve vazgeçmez.
1940 yılında Ernst Boris Chain and Edward Abraham penicillinin yapısı üzerinde çalışır ve kimyasal yapıyı tanımlayarak yayınlarlar. Fleming bu ekiple iletişim kurar ve Howard Florey’nin başında olduğu bu laboratuvarda Penicillin’in purifikasyonu ve çok miktarda elde edilmesi sağlanır. Bu işlemler sonrası yapılan fare deneyleri çok olumlu sonuçlanır. Bazı önemli ve ağır olgularda denenir ve etkinliği görülür. Büyük savaşın son iki yılında da öncelikle kitlesel olarak orduda kullanılır. Etkinliği ve güvenilirliği kanıtlandıktan sonra da enfeksiyon hastalıklarının tedavisinde tüm dünyada kullanılmaya başlanır. Milyonlarca kişinin yaşamı kurtarılır.
Alexander Fleming, Howard Florey, Ernst Boris Chain Penicillin’in keşfi, purifikasyonu ve eldesi nedeniyle 1945 yılında Nobel Tıp Ödülünü alırlar. Sonrasında antibiotik çalışmaları artar. Selman A Waksman streptomisini bulur, tüberküloz tedavi edilebilir bir hastalık haline gelir.
Antibiotiğin keşfi ile yüzlerce yıl insana acılar çektiren, salgınlara ve milyonlarca ölüme neden olan bakteri kökenli enfeksiyon hastalıklarının etkili tedavisi sonucu ölümler belirgin azalır. Ölüm nedenleri arasında enfeksiyonlar alt sıralara düşer.
Penisillin yani antibiyotiğin keşfi modern tıpta devrimsel bir dönüşüm yapar.
Bir son söz olarak yeniden gözlemin gücünü, rastlantıların iyi değerlendirilmesi ile tüm bilim alanlarında ve tıpta önemli keşiflerin yapıldığını ve bazen vazgeçmemek gerektiğini hatırlatmak isterim.
Yorum Gönder