Bundan önceki iki yazımda çağdaş sinemanın en verimli yönetmenlerinden biri olan Woody Allen’ın 2000’lerde çekmiş olduğu çok başarılı kara filmleri ve şirin komedilerini tanıtmıştım. Yılın bu son sayısında ise izlenmemesi zorunlu olan; izlediğimizde gözlerimize, daha doğrusu beyimize işkence ederek kendimize zarar vermemize yol açacak “filmsilerinden” söz edeceğim.
SMALL TIME CROOKS, 2000
Tracey Ullman’a American Comedy Awards ve Golden Globes’da aday olmasına karşın hayal kırıklığı yaşatan, Elaine May’e ise ABD Sinema Eleştirmenleri Derneği’nin ödüllerinden birini duvarına asmasına olanak tanıyan, bizde Ufak Sahtekarlıklar başlığıyla bilinen film Woody’nin yirmi birinci yüzyıla ilk selamı ama bunun pek de matah bir şey olmadığını söylemek zorundayım.

Woody ilginç bir düşünceyle yola koyulmuş. Soyguncu eskisi Ray (Woody Allen) bir bankayı soyma peşinde yine. Yanına da bir yığın çakal toplamış. Bunlar sözde bir dükkan açacak, kazdıkları bir tünelle bankaya ulaşacak ve kasa açma uzmanı Ray’in becerisiyle milyonlara ulaşacaklar. Ama umulan olmuyor belki, hırsızlar banka yerine bir giysi mağazasına ulaşıyorlar. Sevindirici olan ise paravan olarak açtıkları pastanede şahane kurabiyeler, kekler yapan Ray’in yetenekli eşi Frenchy’nin sayesinde ilkin yörede, sonra da açtıkları şubelerle ülkede servete ulaşmaları.
Buraya kadar film şirin ancak devamında, paraya kavuşan çiftin yollarının ayrıldığını görüyoruz. Ve bir yığın geyiğin seller gibi aktığını, Ray’in çetenin üyesi olan May’e yanaştığını, kültür aşkına kapılan cahil Frenchy’nin üçkaatçı, sanat tarihi yalayıp yutmuş, yakışıklı David’le kırık bir aşk öyküsünün kahramanı oluşunu.
Filmin devamında muhasebecilerinin kurbanı olan çiftin battığını, finalde ise bir araya geldiklerini.
Ufak Sahtekarlıklar boş gevezelikler, şaşkoloz partiler, kentsoylu yaşamların boşluğunun fazla yer işgal ettiği, yer yer saman alevi gibi parlasa da iyi Woody filimlerinden biri değil ne yazık ki!
ANYTHING ELSE, 2003
Kozanlı Tugi Baba’ya soracak olursak, Woody’nin iki bin sonrası çektiği filimler arasında Anything Else çok kişisel bir film, hatta Kozanlı bilge bunun Woody’nin kendi yaşamından, daha doğrusu gençliğinden kesitler olduğunu söylüyor. Onun yalancısıyım walla!

Hikaye bir ikiliye odaklanıyor, daha doğrusu genç Yahudi yazar Jerry Falk (Jason Biggs) ile onun, sık buluşmalarında fikir aldığı, kendisine yol gösteren deneyimli, yaşlı bir yazar olan Dobel (Woody Allen)’e.
Anlatının ekseninde de Falk’ın yaşadığı bir ilişki var; her şey bu ilişkinin çevresinde gelişiyor. Amanda (Christina Ricci), Falk’ın deli gibi aşık olduğu kadın. Yaşananlar New York kentinde oluyor. Falk’ın ruh çözümcüsü, Amanda’nın çiftin evine gelip yerleşen annesi (Stockard Channing), genç yazarın sahtekar meneceri Wexler (Danny De Vito) başlıca tipleri filmin.
Amanda tuhaf bir genç kız. Şıpsevdinin teki, daldan dala konuyor, oğlanı aldatıyor, yalanlar kıvırıyor, zaten finalde kendisini Falk’ın ruhçzöümcüsüyle birlikteyken izliyoruz. Falk’ı da Batı Sahili’ne hicret ederken: Dobel’in bulduğu televizyon dizisine komik oyunlar yazacak bundan sonra.
Woody bunları yaşamış olmalı ama film hem 108 dakikalık aşırı uzunluğu, iki baş kişinin bitmeyen geyikleri, hem Amanda tipinin meymenetsizliği nedeniyle tatsız ilerliyor.
Anything Else’in IMDB notu 6.3, herhangi bir festival utkusu yok.
WHATEVER WORKS, 2009
2010 Turia Ödülleri’nde en iyi yabancı film dalında birincilik kapan, Alliance of Women Film Journalists’in baş oyuncular Larry David ve Evan Rachel Wood’a tepsi içinde bir başka ödül sunan bu yapıt için Woody’nin sadece iki binli yıllarda değil, tüm zamanlarda yaptığı en berbat filmlerden biri olduğunu mahallemizin değerli simitçisi Hüseyin Ünsüz de belirtmişti kırmızı kapaklı günce defterinde. Dahası filmin dvd’sini gecekondusunun yosun tutmuş duvarında kırarak oldukça manalı bir eyleme de imzasını atmıştı.

Kabaca öykü şöyle: Boris altmış yaşlarında bir New Yorklu. Bilim adamı aslında ama boşanmış, okuldan ayrılmış, önüne gelen şapşallara satranç dersleri vererek çorba parasını çıkarıyor. Hayat konusunda oldukça karamsar, varoluşun anlamsızlığını görüyor, insanoğlunun hayatta kalma çabalarına donuk gözlerle bakıyor. Hatta geriye dönüşlerle anlıyoruz ki intihar girişiminde bile bulunmuş. Eşinden de ayrılmış zaten, tek başına yaşıyor.
Bir gece Boris’in karşısına beklenmedik bir ziyaretçi çıkıyor. Satranç ustasının evinde kalmak isteyen, Mississippi’deki aile yuvasından kaçmış bir genç kız bu. Adı çok şirin, Melody Celestine. Sonrası tahmin edilebileceği gibi, yumuşayan ortam, kızın peşindekiler, falan filan, bir yığın zırvalık.
Larry David yönetmeni güldürebilen ender komedyenlerden biriymiş. Demek ki Woody çekimler boyunca David’in maskaralıklarına bayağı gülmüş, eğlenmiş olmalı. Ancak dakikalar boyu, akıl almaz bir gevezelik örneği vererek Boris’in bol bol Dostoyevski, Camus, Freud kokan söylemine dayanmak gerçekten de mümkün değil.
Allah cezanı versin Woody!
CAFE SOCIETY, 2016
İki binli yıllar sonrasının en verimli yönetmeni olduğuna mahallece yürekten inandığımız Woody bu çok vasat filmiyle inanılmaz can sıkıyor, kafa ütülüyor, “son” yazısının çıkması için yaradana yakartıyor; hatta küfrettiriyor.
Ucubik film Hollywood’a iş aramak amacıyla gelişiyle başlıyor Bobby‘nin (Jesse Eisenberg). Genç, zengin dayısının yanına kapılanıyor. Dahası dayının sekreteriyle kırıştırıyor. Ama zengin artiz meneceri kapıyor kızı; 25 yıllık karısını boşayarak hem de. Bobby’e de kös kös New York’a dönmek düşüyor haliyle.
Bobby orada öteki haydut dayının gece kulübünü işletiyor, zengin oluyor; yitirdiği kızla aynı adı taşıyan biriyle evleniyor. Hayat başka bir istikamete akıyor.

Film otuzlu yıllarda geçiyor; kahramanlar, fonda parlayanlar hep otuzların artizleri. Woody bunlara aşıktı herhalde yaşının gereği. Ama ortaya çıkan ve büyük olasılıkla yönetmeni memnun eden bu hantal, hiçbir ışıltısı olmayan çalışma berbat bir şey olmuş.
Cafe Society Woody’nin iki bin sonrası en kötülerinden.
A RAINY DAY IN NEW YORK, 2019
Yurdumuzda Yağmurlu Bir Günde New York adıyla bilinen bu çöp filmimsi hiç kuşkusuz Woody’nin iki bin sonrası külliyatı içinde en kötülerin başında geliyor (kötü dedimse Whatever Works ile başa çıkacak bir molozlukta değil elbette).

Woody öyküsünü yine büyük bir gevezelikle ama ne yazık ki sıfır sahicilik taşıyan bir şekilde anlatmış. Üstelik de başoyunculardan Timothee Chalamet adındaki çapsız/vitaminsizin (Zeynep ve Kayra kardeşler buna sinirlenecek tabii!) varlığı filmi seyretmememiz için bir başka neden. Buna Elle Fanning’in yetersiz oyunculuğu eklenince seyir zevkimizin içine ediliyor tek kelimeyle.
Yardley Üniversitesi’nde okuyan Gatsby Welles baş kişisi bu paçavranın. Kız arkadaşı Ashleigh ile bir haftasonu yolları Manhattan’a düşüyor. Kız taptığı yönetmen, asık surat Roland Pollard ile okulun dergisine bir söyleşi yapacak çünkü. Tucson, Arizona’dan zengin bir ailenin kızı Ashleigh. Babasının birkaç bankası dolar basıyor. Salak suratlı oğlanın ise kumara büyük yeteneği var, okumak umurunda değil.
İkilinin arzusu New York’ta birlikte olmak ama Ashleigh’i söyleşi sonrası yönetmen, senaristi Ted ile birlikte filmin gösterimine davet ediyor, bir türlü buluşamıyorlar. Gatsby de okul filmi çeken arkadaşıyla sokakta karşılaşınca ikisini de farklı mecralarda akarken izliyoruz.
Filmin festival karnesi pek parlak değil, sadece ayakta kalan tek ışıltısı kamera ustası Vittorio Storaro (2020 Golden Ribbon galibi). Filmin IMDB notu ise çok yüksek, 6.5!
Yorum Gönder