Jean Christophe Grangé romanlarını üç yüz metreden tanırım. Hepsini okudum. Bazılarını Fransızca, bazılarını ise Türkçe. Genel olarak, bildiğim dilde yazılan kitapların orijinalini okumayı severim ama eserleri Türkçe ile buluşturan çevrmenler Ali Cevat Akkoyunlu, Tankut Gökçe ve Şevket Deniz’in de Grangé romanlarının hakkını verdiklerini söylemem gerek.
Konuya girmeden önce, adamın isminin yanlış telaffuz edilmesine de ayrıca sinir olduğumu belirtmek isterim. Bu kulaklar neler duydu. Ama size söylemeyeceğim duyduklarımı. Araştırınız, bulunuz, nasıl söylendiğini öğreniniz ve doğru dürüst telaffuz ediniz. Adamın Fransız olduğu ve dolayısıyla adının da Fransızca olduğu ayrıntısını da unutmayınız.
Epeyce kitap yazdı ama ilk yazdığı 4 kitabın üzerine çıkabilen “Sisle Gelen Yolcu” ve “Koloni” hariç bence pek olmadı. Sinema sektörü de böyle düşünmüş olmalı ki, bu kitapları senaryolaştırarak filmlerini ve/veya dizilerini yaptılar.


Grangé’nin kitaplarını uzaktan tanırım diyorum ya, boş konuşmuyorum..
Romanlardaki komiser sorunludur hep. Hatta, bir nevi ruh hastasıdır, ama iyi polistir. Mevcut durumda karakoldaki diğer polisler, kahramanımızın tırnağı bile olamaz. Eskiden veya halen uyuşturucu müptelası, bir sebeple karısı tarafından terkedilmiş, toplum nezdindeki aşağılık davranışları nedeniyle, eski karısı tarafından çocukları gösterilmeyen bir adamdır. Ne yer, ne de içer. Yiyip içmeksizin, kafein ve/veya nikotin yüklemesinden hala neden ölmediğini merak edersiniz. Bunların hiçbiri yoksa, emeklidir, ama efsane polistir. Öte yandan… zaman dilimi farketmezsizin her zaman alabros kesim saça sahiptir. Yardımcısı varsa, o da Mağripli’dir.
Kitaba konu olan ölmüş kişinin veya kişilerin, hiçbir zaman basitçe ölmüş; bir diğer deyişle, vurulmuş, bıçaklanmış ya da zehirlenmiş olduğunu görmedim ben. Bir doğa üstülük olur mutlaka. Cesetler hiçbir zaman sıradan değildir, hatta her cinayet bir ritüeldir. Mesela, cesedin bulunduğu pozisyon mühimdir bu adamın kitaplarında. Çıplak ve işkence görmüş olması da ayrıca gözünüze sokulur. Tuhaf bir biçimde konumlandırılmış olan cesedin ana teması bağırsaklardır. Yogamsı pozsiyonlar, karından girip ağızdan çıkan iç organlar, size hep bir manyakla karşı karşıya olduğunuzu söyler. Mevzu, birden fazla ceset olduğu için seri katilliğe doğru gider, ama biz olaya seri katil işi diyemeden, katil yakalanır.
Başlangıçta biraz yorar Grangé. Okursunuz, okursunuz, ??? dersiniz. Son yüz sayfada şekillenir olaylar, hatta son elli sayfaya kadar katilin kim olduğuna yaklaşamazsınız bile. Bu bakımdan Ahmet Ümit’in Komiser Nevzat’lı kitaplarına da bir miktar benzetirim Grangé’nin yazdıklarını.
Çok zengin tasvirlere sahiptir. Ben bunu ilk dört kitabın konu olduğu filmlerinde de gördüm. Kitapları okuduysanız, filmlerde cesetlerin tasvirine mutlaka onay verirsiniz. Kitaplarda, ana karakterler, tip ve ruh hali olarak o kadar ayrıntılı verilir ki, filmlerde oyuncuların kesinlikle doğru seçildiğini düşünürsünüz. Fransızlar oyuncuları bir bakıma sabitledi. Ben Grangé romanlarını okurken, komiseri hayal ettiğimde, aklıma Jean Reno geliyor. Doğru seçim de aslında..
Bu arada, Grangé kitapları kendi içinde ayrıca birer seyahat rehberidir. Mevzu her ne kadar Fransa’da, Paris ya da Alplere bakan bir kasabada başlasa da, genelde dünyanın farklı bir yerinde biter. Baştan sona lokasyon tasvirlerinden bahsetmeme gerek yok sanırım. Sayesinde, dünyanın yarısını gezdik. Seyahat rehberine değişik bilgiler de ekleyerek genel kültürünüzün siz anlamadan gelişmesine de olanak sağlar.
Kurguyu konuşalım… Aslında konuşamayız, böyle bir kurgu olamaz, çünkü bu tür bir kurguyu oluşturan bir insan dünyadan olamaz. Hiçbir sakillik yok, hiçbir nokta açıkta bırakılmıyor. Sanırım tüm bunlara yaratıcılık ve hayal gücü deniyor. Adamın kafa yapısını gerçekten merak ediyorum.
Kimileri Grangé’ye Fransız Stephen King diyor, ama ben katılmıyorum. King, bazen çok yoğun tasvir kullanarak okuru konudan uzaklaştırıyor. Halbuki Grangé genelde tasviri tadında bırakmayı biliyor. King korkutuyor ya da gerginlik yaratıyor. Grangé merakta bırakıyor. Ayrıca, Grangé’nin roman içerisine serpiştirdiği her biri kendi başına birer özlü söz olan cümlelerini diğerinde bulamazsınız.
İlk kitabı “Kızıl Nehirler”, sonsuza kadar yazdığı en iyi roman olarak kalacaktır kanımca. İki ayrı taraftan iki ayrı hikayeyi bu kadar kusursuz bir şekilde nasıl birleştirdiğini hala düşünürüm. İyi bir polisiye/gerilim istiyorsanız Grangé derim, son çıkan “Kızıl Karma” romanından sonra yazacağı bir sonraki eseri de heyecanla beklerim. Canım şöyle elimden bırakamayacağım bir roman daha istiyor….
“Plus une histoire parait absurde, plus elle a des chances d’etre vraie.” – *Jean Christophe Grangé
* “Bir hikaye ne kadar saçma görünüyorsa, gerçek olma olasılığı o kadar yüksektir.”
Yorum Gönder