Neden okunmaz, niçin ondan hiç söz edilmez? Bir hayat vardır bu adamın yazdıklarında, savruk yazar ama sözcükleri öyle yan yana getirir ki, hayatın nabzını tutuyor sanırsınız.
Neden Sait Faik’i düşündüğümde kahveler, ıssız sokaklar, camların ardından izlenen yağmurlu kış günleri, balığa çıkan adamlar, çığlık çığlığa bağrışan martılar, denizin mavi suları üzerinde ardında beyaz köpükler bırakarak giden vapurlar, yollarda başıboş dolaşan kediler, köpekler, şarap içilen Rum meyhaneleri, koca göğüslü, koca kalçalı esmer Rum kadınları gelir aklıma?
Neden hemen sonra derin bir hüznün anaforu içinde yalnız, kimsesiz hissederim kendimi?

Bir hüznün, bir yalnızlığın, hayatı kucaklayan öyküleridir Sait Faik’in yazdıkları.
Onunla oturup karşılıklı sigara, içki içmeyi zil zurna sarhoş olmayı isterdim. Birlikte balığa çıkanların arasına karışmayı, onlardan denizin her birine anlattığı öyküleri dinlemek isterdim. O asık yüzlü, pek konuşkan olmayan, bir başına avlanan gayrımüslüm balıkçıyı; o nereye giderse peşi sıra gelen martıyı tanımak -o martı öldüğünde- yakama siyah bir şerit takıp sessizce yasını tutmak isterdim.
Yollarda yürürken kibrit istenecek bir adam gibi görünmeyi, tespihine düşkün yaşlı adamın çalınan tespihini, sanki ben çalmışım gibi kahve önünde dolanmayı, vapurla gidip gelirken uzaklarda seçtiğim evin kızını düşünmeyi, ona âşık olup onu görememenin acısını yüreğimde duymayı, soğuk algınlığımda bir odaya kapanıp dışarıda olanları hayal etmeyi, birtakım insanlar arasında dolaşmayı, arada bir uğrayan sevgiliyle evde şarap içip sevişmeyi, yanında bile onu özlemeyi, bir aşktan söz ederken utanıp sıkılmayı, bir yaşlı gazete satıcısının doktor oğlu değil de, yine gazete satan serseri oğlu olmayı, kendi gölgemin peşine düşmeyi, bahçe aralarından geçerken hışt hışt diyen sesi arayıp bir türlü bulamamayı, su kovası içinde ay’ı yakalamayı, yurtdışına çıkarken pasaportuma ‘yazar’ değil de ‘Aylak Adam’ yazdırmayı, bir deniz kıyısına oturup düşlere dalmayı isterdim…
Eski resimlerine bakarım bazen, kırışık yüzünde gördüğüm o tedirgin bakan mavi gözlerde, Sait Faik’in sıkılganlığını, yalnızlığını gizlemediğini görürüm. O çok sevdiği balıkçılarla çekilmiş resimlerde bile her şeye uzakmış gibi bir havada görünür.
Saman kâğıdı üzerine kurşun kalemle yazdığı öyküleri olmasa, belki de hiç bilinmeden sessiz sedasız yaşayıp gidecekti aramızdan.
Gençlik yıllarımda Sait Faik’in kitaplarıyla tanışmak hayatımın en güzel rastlantısıdır.
Yaşadığı yıllarda öykülerini ezbere bilenlerin olduğu söylenir. Sait Faik için hayat filozofudur, derler. Ama aynı zamanda bir hayal ustasıdır o. Hayatının son dönemlerinde – hastalığı sırasında düşle gerçek arasında gider gelir. Belki de o hep öyleydi. O hikâyeler yoksa nasıl yazılabilirdi?
Sait Faik dünya edebiyatında yeri olan bir yazardır.
Çehov, Maupassant neyse Sait Faik de öyle bir ustadır.
Bazen hayatı, denizi biraz da Sait Faik bana sevdirdi diye düşünürüm.
Sait Faik’i yeterince anlayamadığımızı düşünürüm…
Yorum Gönder