Karşıyaka’nın doğalcı, gerçekçi, izlenimci, dışavurumcu roman türlerinden, hele hele Yeni Roman denen zırvalardan, post modern sayıklamalardan hoşlanmayan, tam tersi duygusal metinlere, edepli, munis anlatılara gönül vermiş sakinlerinin pek sevdiği, pek saydığı Belgin Karabulut kendisini yazına sürükleyen yapıtlar arasındaki incileri sıralarken, İtalyan yazar Edmondo De Amicis’in 1886 senesinde okuruna sunduğu, Cuore başlıklı 10-11 yaşlarındaki Enrico’nun ağzından anlatılan ve bize oğlanın aile, yakın çevre ve okulda yaşadıklarını öyküleyen ve vatan sevgisi, ulusa bağlılık, kahramanlık, özveri gibi izleklerle tıka basa dolu, dilimize Çocuk Kalbi diye çevrilen romanını, Louisa May Alcott’un kaleme aldığı, yine 19.yüzyılın ikinci yarısında geçen ve dört kız kardeşin hayatlarını konu alan Küçük Kadınlar’ı, yine 19.yüzyılın ortalarında Harriet Beecher Stowe’un yazdığı ve kölelik karşıtı olduğu için bolca alkışlanmış, eleştirmenlerin İç Savaş’ın temellerini attığı söylediği ve kölelik olgusunu ayrıntılarla işleyen ve Hristiyan sevgi anlayışının bu insana aykırı yaklaşımı yok edeceğini müjdeleyen Tom Amca’nın Kulübesi’ni, 18.yüzyıl sonlarında Jacques-Henri Bernardin de Saint Pierre’in yazdığı ve toplumdaki sınıf bölünmelerini eleştiren Paul ve Virginie’yi, 1888’de yayınlanan ve değerli taşlarla süslü bir altın heykelle onun dostu olan küçük kırlangıcın kentlerindeki garibanlara kol kanat germelerini anlatan ve kapitalist düzenin haksızlıklara, yolsuzluklara dayanan işleyişini yeren simgesel bir çalışma diye nitelendirebileceğimiz, Oscar Wilde’in Mutlu Prens öyküsünü, 1909’da yayınlanan ve yazar olmaya çabalayan, sosyalizmi köle ahlakı olarak niteleyerek reddederken, Nietzsche’nin bireyciliğine bağlanan genç bir işçinin yaşadıklarını aktaran Jack London’un Martin Eden’ini sayıyor.

Bu yapıtları küçük yaşlardan başlayarak okumaya koyulan, kendisini duygusal bir çocuk olarak tanımlayan Karabulut, Söke doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Söke’de yapmış, ardından Ankara Gazi Eğitim Fakültesi’nde müzik bölümünde mektep medrese görmüş, devleri tanımış, çoksesli müziğin büyüsüne kapılmış. Baba Girit kökenli, anne ise Söke’nin yerlisi.
Karabulut’u Karabulut yapan iki ana ögeden biri müzikse, biri de edebiyat kuşkusuz. Küçük yaşlardan beri, elleri kalem tuttuğundan beri yazıyor çünkü. Her yere yazmış o yaşlarda, ak kağıtlara, kartpostallara, defterlere, bloknotlara. Yaşıtları sokaklarda seksek oynarken, çember çevirirken, maytap patlatırken o hep yazmış, okumuş, bol bol düşlemiş.
Karabulut’un ilk yayınlanan romanı Evvel Zaman Dışında başlıklı. Günlüklerini tuttuğu, duygu ve hayallerini çiziktirdiği tercihen spiral kaplı defteri kitabın da içeriğini belirlemiş aslında. 1999 senesi böylece bir ilke tanıklık etmiş.
Öteki romanlarını da sıralayayım şimdi tek tek.
Elfiya 2012 ürünü. Babaannesinin ismi bu. Girit muadili kendisi. Yapıttaki olaylar Cunda adasında geçiyor. İki ailenin düşmanlığı çocuklara bedel ödetiyor romanda. Tarihsel artalan, siyasal ve ekonomik gerçekler de öyküye yedirilmiş bu arada. Affetmeyi başaramayanların çocuklarının haksızlıkların masumiyetinde yaşadıkları kadersel aile ilişkileri ve derin aşklar, diye tanımlıyor yazar yapıtını.



Mübadele Günlerinde Aşk 2014’te okura ulaşıyor. Girit, Resmo’da geçiyor. Mübadelenin yarattığı acımasızlıkların, savaşların masum insanların duygularında nasıl kapanmaz yaralar açtığının, hayatlarının nasıl yok edildiğinin, ayrılığa nasıl mahkum edildiğinin tercümanı olan derin bir aşk hikayesi, diyor Karabulut romanı için.
2016 ürünü Haziran Falcısı seksen yıllık gerçek bir dönem hikayesi. Kader ve seçimler karşısında karakterlerin aile, arkadaşlık ve aşklarının yarattığı duygularda yaşadıkları mucizevi aşklar ve sonuçları işlenmiş bu anlatıda.

2018’de ise okur ilginç bir anlatıyla alkış tutuyor Karabulut’a. Bir Amazon’un Düşleri başlıklı bu roman aslında ressam Mine Arasan’ın yaşam öyküsü. Karabulut Bodrum’da bir sergide tanışmış Arasan ile. Aralarında sihirli bir iletişim doğmuş hemen. Evine davet etmiş ressam değerli yazarı. Böylece sıcak bir birlikteliğin ilk adımı atılmış. Karabulut, sanatçının çocuksu görünümünden, coşkulu davranışlarından, renkli saçlarından, evinin düzeninden etkilendiğini söylüyor.



2020 senesinde Karabulut yapıtları içinde bir başka yeniliğe rastlıyoruz. Masal Çocukları Kankalar başlıklı bir roman bir çocuk kitabı çünkü. Yazar küçükken okuduğu Çocuk Kalbi’nin hala içinde yarattığı duygularla kağıda dökmüş heybesindekileri. İlkokul öğrencisi kahramanı, aynen Enrico gibi, okul ve aile yaşantısı içinde izliyor, olumlu bir ahlaka sahip olduğunu, iyi davranışlarda bulunduğunu görüyoruz.

2022’de yayınlanan Mavi ise okuduğumuz son yapıtı Karabulut’un. Bir kadın öyküsü bu, hem de yazarla örtüşen bir kadının; kendisiyle yüzleşen, hayatını büyüteç altına alan, böylece farkındalık yaratan, yaşamına yenilikler, güzellikler sokan bir kadının. Cesur bir özyaşam anlatısı yani.
Karabulut’un bugünlerde üstünde çalıştığı ama henüz noktalamadığı romanı İlahi Dolunay başlıklı. Bilimin ötesinde yaratılış, varoluş ana izlek, diye tanımlıyor bu anlatısını. Dolunayda dilenen bir dilek sonucu ilahi gücün duru görüsüyle tek bir ruhun farklı çağ, farklı coğrafya ve farklı bedenlerde Rayna ve Eliza olarak dünyaya gelerek farklı hayatlarda birbirlerini tamamladıkları derin mucizevi bir aşkı anlattım, diyor yazar.
Yayınlanmamış bir roman ise Karabulut’un yaşamında oldukça üzüntülü bir başlığı imliyor. 2019’da giriştiği ve tam bir senesini geceli gündüzlü verdiği bir Zeki Alasya romanı bu. Karabulut tam 30 Yeşilçam sanatçısı ve emekçisiyle de saatler boyu konuşmuş, notlar almış, Alasya’nın tiyatro, sinema ve sahne anılarını toparlamış. Ancak roman bittiğinde Alasya’nın ailesi anlaşılmaz bir tavırla, bu roman yayınlanamaz, yayınlanmamalı diyerek Karabulut’un tonla döktüğü teri, harcamış olduğu emeği sıfırlamış. Üzülmemek elde mi!

Kitaplarımın genel teması; kadın ağırlıklı, gerçek dönem hikayelerinden kurgulu kadersel hayatlar ve derin aşklar. Durumların duygularda yarattığı etkiler. Herkes dünyaya bir misyonla gelir. Her iki evren birbirine bağlantılıdır. Aşk duyguların nirvanasıdır. Romanlarımdaki aşklar; Oscar Wilde’ın bülbülün güle olan aşkı tanımındaki felsefeye dayanır, biçiminde özetliyor yazar yazın anlayışını.

Gelelim Karabulut’un yaşamının merkezinde duran ikinci ögeye, yani müziğe.
Yine dönelim çocukluk günlerine. Karabulut belki sokaktaki kankalarla seksek oynamıyordu sık sık ama şarkı söylemek, dans etmek bir tutkuydu onun için. Özgürlüğü simgeliyordu bu eylemler. İçe dönüktü çünkü Küçük Belgin, mahcup bir kişiliği vardı. Ama müziğe yeteneği, dansa olan tutkusuyla sivrilmişti okulda. Belli ki geleceği müzikle ilintili olacaktı ama ailesi çok sıcak bakmıyordu müzikçiliğe de, dansçılığa da. Böylece Karabulut liseyi bitirince Gazi Üniversitesi’nin müzik bölümünün yolunu tutacaktı emin adımlarla.
Karabulut başarıyla bitirdi yükseköğrenimini. Seçimi açıktı, netti, müzik öğretmenliği yapacaktı. Müzikle yoğrulmuştu ve bildiklerini gençlerle paylaşacak, onlara çoksesli evrenin şirinliklerini öğretecek, sevdirecekti. Ve bu uğraşı tam 26 sene sürdü ve Merzifon, İzmir, İstanbul (Bağcılar, Yeşilköy, Ellinci Yıl, Arel Koleji) liselerinde geçen senelerle renklendi, şenlendi. 1984’te başlamıştı bu serüven, 2010’da noktalandı.
Karabulut müzik ve edebiyatın yanına sporu da ekleyenlerden. Pilates yapıyor. Çandarlı’da kulaç atıyor yazları, Karşıyaka kapalı havuzlarında da kışları harekete geçiriyor kaslarını. Bir sinema tutkunu. Çocukluktan bu yana izlediği ve kendisine masal tadı veren duygu yüküyle, gözyaşıyla dolu Yeşilçam incilerini içli duygularla anıyor. Günümüz sinemasının da Ayla gibi, hemşerisi Çağan Irmak yapıtları gibi örneklerini beğeniyor.
Karabulut’un el becerileri arasında maharetle yaptığı yemekleri, tatlıları sayabiliriz. Ancak kedilere karşı çocukluktan bu yana beslediği korku hissi açıklayamadığı bir şey. Yakın zamanlara kadar resimlerine bile bakamıyormuş dört ayaklı dostlarımızın.
Karabulut İzmir’i bir medeniyet ve özgür kenti olarak, İstanbul’u coğrafyasıyla, tarihiyle görkemli olsa da yöneticileri ve kentlileri tarafından tecavüze uğramış bir şehir olarak, iki yıl (1984-1986) yaşadığı Merzifon’u da eğitime önem veren, kültürlü, edepli bir ilçe olarak tanımlıyor.
Karabulut sevdiği edebiyatçılar arasında Afganistan doğumlu Amerikalı yazar Halid Hüseyni’yi, kitaplarını Fransızca yazan Lübnanlı Amin Maalouf’u, Kırgız mucizesi Cengiz Aytmatov’u, Sabahattin Ali’yi, Yaşar Kemal’i, Zülfü Livaneli’yi sayıyor. Nobelli yazarımız Orhan Pamuk’a ise pek sıcak bakmıyor. Benim Adım Kırmızı’ya başlamış ama bitirememiş çünkü.
Müzikte kulak verip beslendikleri ise Johann Sebastian Bach (31 Mart 1685 -28 Temmuz 1750), Ludwig van Beethoven (17 Aralık 1770 – 26 Mart 1827), Wolfgang Amadeus Mozart (27 Ocak 1756 – 5 Aralık 1791), Frederic Chopin (1 Mart 1810 – 17 Ekim 1849), Maurice Ravel (7 Mart 1875 – 28 Aralık 1937) ve Erik Satie (17Mayıs 1866 – 1 Temmuz 1925).
Ve söylemek bile fazla, Karabulut operalara bayılıyor, aryalar için bitiyor; ruhunu temizliyor, arındırıyor bunlar. Vazgeçilmezleri, tutkuyla bağlı oldukları.
Yorum Gönder