İngiliz yönetmen Mark Mylod‘dan (1965) 2022 yapımı The Menu:
Lilith’in Cennetten Kaçışı ve Altı Günde Yaratılışın Sofrası
“Tanrı, dünyayı altı günde yarattı ve yedinci gün dinlendi.” Bu, yaratılış mitinin en bilindik versiyonlarından biri. Ama bu altı günün düzeni içinde kimin dinlendiği, kimin kuralları belirlediği ve kimin bu düzenin dışında kaldığı sorusu hep biraz bulanık kalmıştır. The Menu, bu kadim anlatıya modern bir masa
kuruyor: Adanın izole edilmiş restoranı, Lilith’in Adem’le olan çatışmasını ve Altı Günde Yaratılış’ın mikrokozmosunu bir araya getiriyor.
İlk bakışta elitist yemek kültürünü, tüketim toplumunu ve sınıfsal ayrımları eleştiren bir kara komedi ve psikolojik gerilim şeklinde nitelenebilecek filmin hikâyesi kısaca şöyle: Genç bir çift olan Margot ve Tyler (Anya Taylor-Joy ve Nicholas Hoult) ünlü bir şefin (Ralph Fiennes) lüks ve izole bir adada sunduğu özel bir akşam yemeğine katılır. Ancak yemek ilerledikçe, şefin seçkin konuklarına yönelik özel ve derin mesajlar
taşıyan, ürkütücü bir planı olduğu ortaya çıkar.
Lilith ve Margot: Düzeni Reddeden Kadınlar
Yaratılışın altı gününde düzen ve hiyerarşi Tanrı’nın elleriyle şekillenirken, Âdem ve Lilith’in hikayesi bu düzenin çatlağını oluşturur. Lilith, Adem’le eşit bir şekilde yaratılmış olmasına rağmen, onun kendisi üzerinde bir otorite kurma girişimine karşı çıkar. Bu itiraz, yalnızca bir bireysel direniş değil, sistemin tüm kurallarını sorgulayan bir eylemdir. Aynı şekilde, Margot da The Menu’de kurallarla dolu bir gastronomik
cennete adım atar; ancak bu cennet, yalnızca itaat edenlerin hayatta kaldığı bir düzenin temsili haline
gelir.
Lilith nasıl Tanrı’nın adını söyleyerek cennetten kaçtıysa, Margot da kendisini yargılayan yemek ritüelinden, sahte estetik kurallardan ve hiyerarşik ilişkilerden sıyrılarak adadan kaçar. Margot’nun şef Slowik’e sunduğu
cheeseburger siparişi, Tanrı’nın karmaşık evrenini basit bir insani ihtiyaçla alt eden bir isyan çağrısı gibidir. Bu sahne, Lilith’in Adem’le olan eşitlik mücadelesinin güncellenmiş bir yorumu olarak okunabilir.
Altı Günlük Yaratılış: Slowik’in Sofrasındaki Düzen
Filmde, şef Slowik’in menüsü, yaratılışın altı günü gibi yapılandırılmıştır: Her yemek, düzenin bir parçasını temsil eder. İlk yemekler, müşterilere görkemli bir cennet vadeder; her şey kusursuz ve ilahi bir kontrol
altındadır. Ancak bu düzenin altında, adeta yaratılış mitinin yedinci gününe ulaşamadan yok olmaya mahkûm bir dünya yatar. Slowik, Tanrı gibi bir otorite figürü olmasına rağmen, yarattığı düzenin çürüklüğünü gizleyemez. Bu çürüklük, sistemin içine yerleştirilen sahte lüksle ve baskıyla kendini ele verir.
Slowik’in menüsündeki her tabak, Altı Günde Yaratılış’ın bir yorumudur: Başlangıçtaki saflık (ışık ve karanlığın ayrılması), doğanın bolluğu (kara, deniz ve bitkilerin yaratılması), ve nihayet insanın kusurlarıyla
sofrayı kirlettiği an (insanın yaratılışı). Slowik, Tanrı’nın yaratıcı gücünü taklit ederken, Margot onun karşısında Lilith’in asi enerjisini taşır: Bu düzenin bir parçası olmayacağını haykırır.
Margot’nun Kaçışı: Yedinci Gün Dinlenmek
Lilith, Adem’in otoritesine boyun eğmeyi reddederek cenneti terk ettiğinde, hikayesi toplumun dışına itilmiş bir figür olarak sona ermez. O, aynı zamanda özgürlüğün ve bağımsızlığın bir sembolüne dönüşür.
Margot’nun kaçışı da tam olarak bu dönüşümün modern bir anlatımıdır.
Adadan kaçışı, yalnızca fiziksel bir kurtuluş değil, aynı zamanda Slowik’in ilahi düzenini reddederek
kendi varoluşunun kontrolünü ele almasıdır. Margot, cennet olarak sunulan bu cehennemden kaçar ve
basit bir cheeseburger eşliğinde yedinci günün dinlenmesini kazanır.
The Menu ve Kaosun Sofrası
The Menu, modern bir Lilith hikayesi olarak okunabilir. Slowik, Altı Günde Yaratılış’ın Tanrısı gibi her şeyin
kontrolünü elinde tutmaya çalışırken, Margot bu düzenin dışına çıkarak varoluşsal bir kaos yaratır. Ancak bu kaos, aynı zamanda özgürlük ve anlam arayışının doğduğu yerdir. Lilith’in Adem’in otoritesini reddetmesi nasıl patriyarkal düzenin sınırlarını sorguluyorsa, Margot da Slowik’in kusursuz menüsünü ve onun etrafında dönen güç dinamiklerini yıkıma uğratır.
Bu bağlamda The Menu, yalnızca bir gastronomik eleştiri ya da sınıfsal çatışmanın bir tezahürü değil, aynı zamanda yaratılışın altı günü ve Lilith’in hikayesi üzerine modern bir felsefi masadır. Yedinci günün huzuru, ancak düzeni sorgulayan ve onun dışına çıkanlar için mümkün hale gelir.
Lilith’in gölgesi hala üzerimizde. Peki, biz hangi masada oturmayı seçiyoruz: Slowik’in altı günlük düzeninde mi, yoksa Lilith’in kaosunda mı?
Yorum Gönder