DOKTOR KURUMLU’NUN SEÇTİKLERİ – 2024

BASSDRUMBONE, AFTERNOON

Auricle Records’un yayınladığı Afternoon, Babür Bentürk abimizin yönlendirmesiyle senenin en iyileri arasında yerini alırken şaşırtmadı mahallemiz müminlerini. Babür abi üçlüyü seksenlerin ikinci yarısında bir Bilsak Caz Şenliği’nde gördüğünü ve unutamadığını ve sanatçıları izlemekten yorulmadığını söylerken gülümsüyor bembeyaz 32 dişini de gösterirken. Yani tromboncu Ray Anderson, basçı Mark Helias ve davulcu Gerry Anderson’u avuçları kızarana kadar alkışlarken, üyeler bambaşka yerlere savrulup solo ve farklı gurup çalışmaları yaparken de hep birinci sınıf işler gerçekleştirmeleri ama birbirlerinden kopmamaları şaşırtıcı değil diyor. Bunlar etle tırnak gibi olmuşlar diye ekliyor. İşte bu albüm de bu arada sırada maziyi hatırlayıp da, Ne kadar şendik, diye ünleyen üçlünün anıtsal bir aradalığının bir başka örneği. Kayıtlar Astoria, New York’taki Samurai Hotel başlıklı stüdyoda Temmuz 2023’te yapılmış. Kısaca söylersem 1977’de hayata geçen topluluğun bir başka utkusu. Afternoon Begins, Helias’ın yeteneklerini sergilediği bir inci. Ain’t Nuttin’ Butta akışlı bir blues, funky ritimlerle süslü. Helias’ın bestesi Shone Eyes topluluğun karanlık yüzünü temsil ediyor, Anderson’un içedönük trombonuyla çok çekici. Afternoon Continues ise gurubun doğaçlama gücünü sergiliyor daha çok. Bright Wabash yenilikçiliğin geleneklerle düşman olduğunun tanıtı. Afternoon Ends ise serbest doğaçlama için ders niteliğinde.
BEN MONDER, PLANETARIUM

Ben Monder adı mahallemiz garibanları için yadırgı ad değil, hem solo çalışmaları, hem de Aaron Irwin, Andre White, Owen Howard, Dan Willis, Ted Poor, The New Talent Jazz Orchestra, Maria Schneider Orchestra, Paul Motian Band ve The Bad Plus ile yaptığı işler nedeniyle. Bu çalışmalar 24 Mayıs 1962, New York doğumlu gitarcıyı gözümüzde sağlam, olumlu bir yere oturtmuştu zaten. Sunnyside etiketinin yayınladığı albüm için Monder’in en başarılı işlerinin başında dersem, hatta senenin en iyilerinden biri olarak tanımlarsam abartmış olmam kesinlikle. Albümde Chris Tordini basta, Ted Poor, Joseph Branciforte, Satoshi Takeishi davulda, Theo Blackmann, Charlotte Mundy, Emily Hurst, Theo Sable vokallerde yer alıyor. Monder’in gitarcılığını tanımlamak bayağı müşkül. Çünkü David Bowie ya da Maria Schneider guruplarında da aynı rahatlık ve ustalıkla eyliyorzatı muhterem. Uyum sağlama yetisi sınırsız sanki. Sanatçı üç cd’lik albümde yıldızlara odaklanmış. Uzun bir süre beste işleriyle uğraşan Monder’in amacı burada şiirsel bir ses iklimi oluşturmak olmuş. Söz gelimi 13/8’lik Ourorobos II’de tartımsal zenginliklerin, durulma ve gerginlik anlarının yanında Mundy’nin vokalleri cuk oturmuş, The Mentaculus’ta Tordini ve Poor’un ritimlerinin yanında patlayan gitar tonları bayağı çarpıcı olmuş. Blackmann’ın bir Çin şiirini yorumladığı 1973 doruklardan biri kuşkusuz. Globestructures Option II önderin solo gitarıyla renkleniyor, The Unconsoled It bir başka kulaklarımda yankılanan parça. Blackmann’ın vokalleriyle yücelen Ataraxia ise akustik gitarla tatlanmış bir bölüm. Onsulian Spring hülyalı tınılarıyla oldukça yumuşak ve duygusal bir ses iklimine sahip. 3PSC bir başka solo gitarlı inci. Ama saymakla bitmeyecek bu güzellikleri.
BRIAN MARSELLA’S IMAGINARIUM, MEDIETAS

Bediz Baysal abimizin mahallemiz garibanlarına ısrarla tanıttığı Medietas’ı oldukça geçen 2024 senesinin verimli (verimli dediysem, müzik bağlamında konuşuyorum, ölümlerden, yıkımlardan söz etmiyorum!) en iyileri arasında saymazsam herhalde haksızlık ederim. Belleklere bir tutam oy serpmek için Phialdelphia’lı klavyeci ve orgcunun geçtiğimiz senelerde Banquet of the Spirits, Blivet, Chaos Magick, The Nels Cline Singers, The Modulators, The Flail, Fresh Cut Orchestra, Zion80, Incerto gibi guruplarda yaptığı olumlu çabaları hatırlatayım ivedilikle. Ama müminlerimiz onu yine de iki Tzadik ürünüyle tanıyorlar (2020 tarihli Gatos du Sol ve 2021 tarihli Archipelago X ile). Medietas 3 cd’den oluşan bir güzellik ve yine yapımcı John Zorn yayınlamış bunu da. İlkin kadroya bakalım: önder klavyeliler ve vokal, Jessica Lurie alto, tenor, bariton saksofon, flüt, bas klarinet, Josh Lawrence trompet, Itai Kriss flüt, Meg Okura keman, Jon Irabagon soprano ve tenor saksofon, John Lee gitar, Sae Hashimoto vibrafon, Jason Fraticelli bas, Anwar Marshall davul, Rich Stein ve Cyro Baptista vurmalılar. Bediz abinin de altını çizdiği gibi yapıttan fışkıran enerji memleketin halleriyle sersemleyen bizleri diriltecek cinsten diyebilirim. Hatta önderin başyapıtı aynı anlamda. Türlerin birbirlerinin içinde mutlulukla eridiği bir çalışma bu: caz, rock, çağdaş klasik, funk, dünya müzikleri, hatta pop rüzgarlarının birbiriyle öpüştüğü. Yapıtın bir senfoniye dönüştüğünü bile iddaa edebilirim, çünkü parçalar birbirine öylesine doğallıkla eklemleniyor, yama yerleri bile belli olmadan. Müzikçilerin düzeyi ise dudak uçuklatan cinsten, daha iyisinin olsa olsa Malatya’da kayısı olduğunu söyleyeyim.
COSA BRAVA, Z SIDES

Gökhan Koçak’ın pek sevdiği, her çalışmasını merakla izlediği Cosa Brava deneysel çalışmalarıyla nam yapmış, rock ve serbest doğaçlamayı öpüştüren bir gurup. 2008 Mart ayı Oakland, California’da besteci ve sayısız çalgıyı çalmakta bayağı yetkin gözüken Fred Frith kurmuş gurubu. Toplulukta Frith gitar, Zeena Parkins klavyeliler ve akordiyon, Carla Kihlstedt keman, Matthias Bossi davul, Shahzad Ismaily bas çalıyor, The Norman Conquest ise elektronik sesler ilave ediyor söyleme (gavurlar buna ‘sound manipulation’ diyor). Benim kulağıma topluluğun yaydığı tınılar folk, Celtic, çağdaş oda müziği, Latin, funk, Doğu ve prog-rock esintilerinin toplamı şeklinde ulaşıyor. Gökhan albüm tanıtımında, Cosa Brava’nın ilk albümleri Ragged Atlas’ı San Francisco’da Aralık 2008’de kaydettiklerini söylemişti. Mart 2010’da yayınlanan albümü ise 2012 ürünü The Letter takip etmişti. Mahalleli garibanlarımızın gurubu tanıması ise bu iki şahane çalışmanın İsviçre’nin aramızda gözbebeğimiz olan Intakt etiketinden yayınlamasıydı kuşkusuz. Bu kez Almanların Klanggalerie etiketi ulaştırmış kulağı açık yiğitlere. Gökhan’ın dediğine katılıyorum aslında, yani Frith’in 1968’de başlayan Henry Cow günlerinden bu yana rock ile en ileri müzik türleri yamasızca bitiştirme çabasında mükemmel bir noktaya gelmiş olmasında, dahası dans gurupları için, filimler için ürettiği işlerin de, çağdaş klasik diye tanımlayabileceğimiz ve hem büyük orkestralar, hem de yaylı dörtlüler için yaptığı işlerin de olumlu ve dinlenesi olduğunun da. Ayrıca kayıtların canlı kaydedilmesine karşın pırıl pırıl, cam gibi olduğunun da altını çizeyim.