KİTAPLAR, KÜLTÜR YOLCULUĞU, OKUDUKÇA

 MADAM BOVARY

Yıllar önce okuduğum, hiç unutamadığım bir romandır Madam Bovary. Emma Bovary’ın inanılmaz hırsı, şaşalı hayat özentileriyle süslediği hayalleri,  ihanetleri unutulur gibi değildi. Her roman yazarını aşar bir yerde. Flaubert, romanında silik, etkisiz bir köy doktoru Charles karakteriyle, baskın bir karakter olan Emma‘yı bir araya getirme sebebini hep düşünmüşümdür. Bu evlilik ta başından yanlış, birbirine zıt olan kahramanlar üzerine kuruluyor. Durum böyle olunca da kaçınılmaz bir şekilde iletişimsizlikler, evlilik dokusunu zorlayan olaylar gelişiyor.  Roman ilerledikçe, romanın tamamen Emma’nın düşleri, duyguları doğrultusunda geliştiği görülüyor.

Charles yaşadığı dar dünyanın düşüncelerini, ufkunu iyiden iyiye daralttığı sıradan bir adamdır. Sevdiği, taptığı kadının ruhunu anlamayacak ölçüde işleriyle meşguldür. Dostoyevski’nin Edebi Koca romanındaki kahramanına benzetmişimdir hep onu. Sevgiyi bağımlılık duygularıyla karıştıran kocalardandır. 

Gustave Flaubert (1821-1880)

Flaubert’in bir kadın ruhunu anlamadaki yeteneğini çok az romancıda gördüğümü söyleyebilirim. Zaten ona ‘Emma kim?’ diye sorduklarında, o da: “Benim,” diyor. Bu da ister istemez bize: Duyguların bir cinsel kimlik taşımadığını gösteriyor. Yarattığı roman kahramanlarına karşı müthiş bir mesafeli duruşu var yazarın. Onları ne kolluyor ne de kayırıyor. Roman, günlük hayatımızda rastlamadığımız bir nesnellikte sürüyor adeta.

Emma etik olmamasına rağmen renkli çok renkli bir kadın. Güzel, kaprisli, aşk karşısında cesur, arzuları karşısında hiçbir değer tanımayan o eşsiz kadınların çekiciliğine, efsununa sahip.  Emma yıllar öncesinin bir romanında adı geçen, miadı dolmuş, hayat tarzıyla, aşk arayışlarıyla, kaçamaklarıyla eskimiş bir roman kahramanı asla değil. Yükselişini acımasızca sürdüren kapitalist dünyanın, dünden daha çok Emma Bovary’ler yarattığını, yaratmakta olduğunu düşünüyorum. Göz ucuyla değil, bir gözlemi içeren bir bakışla çevremizde yaşanan ilişkilere göz attığımızda Emma prototipinin hiç eskimediğini yeni benzerleriyle, yeni dünya görüşleriyle yerli yerinde durduklarını algılayabiliriz. Yine de bugünün Emmalarının, Flaubert’in Emma Bovary’sine kıyasla, kendilerini bir sunum farkı var. Emma Bovary’nin yüreğine seslenene hemen inanan, kirletilmemiş bir saflığı var. Düşle gerçeği ayırt edemeyecek kadar kör bir tutku içindedir. İlişkilerin zekâyla yürütüleceğini bilmez; duygularına kaptırmıştır kendini.

Romanda insanı, insan ilişkilerini inceden inceye anlatan, iyi bir gözlemci, usta bir romancıyla karşı karşıya olduğumuzu bilelim. Bu romanı okuduktan sonra eskisi kadar saf olamayacağınızı da hatırlatırım.  

Romanın sonunu hiç sevmedim. Belki kitabın bitmesini hiç istemediğimdendir bu… 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir