ATIF YILMAZ’IN TÜRKAN ŞORAY’LI FİLMLERİ-II

ATEŞ PARÇASI, 1971
Y: Atıf Yılmaz, S: Bülent Oran, M: Metin Bükey, K: Çetin Tunca, S.Y: Secat Kırmacı, O: Türkan Şoray, Kartal Tibet, Hulusi Kentmen, Nevin Nuray, Sedef Ecer, Asım Nipton, Necdet Yakın, Leman Akçatepe, Nermin Özses, Nermin Denizci, Muzaffer Civan, Mine Sun, Ali Demir, Zeki Sezer, Yapımcı: İrfan Ünal

Yılmaz bir masal anlatmış Ateş Parçası’nda, ama masala kötü başlamış. Yağmur altında çektiği sekansta iki farklı sınıftan başkişiyi karşılaştırmış; sosyetenin şımarık genci Tarık ile bir çadır tiyatrosunda şarkıcılık yapan Azize’yi. İki farklı kişiliğin kültür farklılıklarını o kadar abartılı ve sevimsiz vermiş ki insanın filmin devamını izleyecek dermanı kalmıyor dersem abartı olmayacak.
Ancak neyse filmin devamında Türkan’ın güzelliği ve rolüne asılması (palyaço taklitleri filan), yan kadronun masala çeşni katması (Necdet Yakın, Asım Nipton, Nubar Terziyan, Muzaffer Civan, Hulusi Kentmen, Sevim Emre) sayesinde masal biraz tatlıya bağlanmış.
Hikaye dönemin Türk filmlerine büyük kaynak sağlayan Hint ya da Ortadoğu filimlerinden aparılmış gibi. Azize tiyatro gurubunda çalışıyor, arkadaşları da kendisi gibi iyi niyetli insanlar.
Bir gece yağmur altında Tarık ile tanışıyor, çeşitli tatsızlıklar yaşansa da aralarında aşk kapılarını çalıyor; adam sevgilisinden ayrılıyor Azize için. Ancak kadın çadır tiyatrosunda çalıştığını gizliyor zengin sevgilisinden. Sonra Azize sınıfsal farklılıklar nedeniyle işin olmayacağını görüp kaçıyor. Tarık da eski sevgilisine dönüyor. Ama kadının aynı tiyatrodan arkadaşı olan Ayla sırf kıskançlığından Azize hakkındaki gerçekleri adamın sevgilisi Selma’ya anlatıyor ve tabii Selma da Tarık’a. Tarık başta çok kızsa da aşkına yeniliyor ve Azize’ye kavuşuyor.
Ayyyyyyyyyy!
UNUTULAN KADIN, 1971
Y: Atıf Yılmaz, S: Bülent Oran, M: Nevzat Sümer, K: Orhan Kapkı, S.Y: Secat Kırmacı, O: Türkan Şoray, Kadir İnanır, Nubar Terziyan, Aynur Aydan, Birtane Güngör, Necip Tekçe, Dilek Akçan, Metin Serezli, Yapımcı: İrfan Ünal

Ustadan yetmişli yılların başına berbat bir melodram Unutulan Kadın, baştan sona saçma sapan bir senaryo, baştan savma bir çekim, düzmece oyunculuklarla filmin tutulacak bir yanı yok ne yazık ki.
Bülent Oran imzalı senaryo, uzun süreçler içeren bölümleri fırt fırt geçtiğine göre büyük olasılıkla bir Hint filminden alınmış olmalı.
Zeynep, Turgut, Kamil Baba ve Ali’den oluşan dörtlü bir dolandırıcılık ve hırsızlık yapan bir çete. Zeynep güzelliğiyle zengin erkeklerin başını döndürüp oyalarken diğerleri de soygun yapmakta tereyağdan kıl çeker gibi. Bu arada Turgut Zeynep’e karşılıksız bir aşk duymakta.
Bir gün Turgut bir gazete haberinde rastladığı çok kıymetli bir gerdanlığın peşine düşer. Bu gerdanlığın sahibi ise Kenan isimli biri. Gerdanlık Kenan’ın annesine ait ve adam evlendiğinde müstakbel geline takılacak. Kenan ünlü bir bestekar.
Zeynep Kenan’ı avlamak isterken kendisi av olur ve ikili birbirine sevdalanır. Zeynep düğün günü gerdanlığı alıp Turgut’a verir ve karşılığında kendini rahat bırakmasını ister. Turgut’un laf anlamayacağını bilen Kamil Baba kendilerini ihbar eder ve hapse düşerler. Çete Zeynep’in adını vermez çünkü Turgut intikam için geri dönecektir.
Zeynep ve Kenan evlenir çok mutlu olurlar, hatta bir de kızları dünyaya gelir, ta ki Turgut hapisten çıkıp Zeynep’in abisi numarasıyla aileye girene kadar.
Turgut sürekli olarak Zeynep’e şantaj yaparak önceleri para sızdırsa da asıl amacı Zeynep’i elde etmektir. Çok geçmeden Zeynep bu adamdan kurtulamayacağını anlayıp Turgut’u öldürür ve hapse düşer. İzini kaybettirir.
Kenan yıllarca karısına ne olduğunu anlayamadan acı içinde kıvranır. Yıllar sonra hapisten çıkan Zeynep bitik bir haldedir. Diğer yanda kızları Çiçek büyümüş ünlü bir şarkıcı olmuştur. Zeynep kızını görebilmek için konserine gidip bir köşede Kenan’la kızını izler. Ama Kenan Zeynep’i görüp peşine düşer. Zeynep başta Kenan’ı terslese de Kenan’ın sözleriyle birlikte ikna olur birlikte içmeye giderler. Kenan karısına çok benzettiği bu kadına derdini döküp evine götürür.
Zeynep Kenan’ın sevgisini görünce ona her şeyi anlatır ancak Kenan inanmaz onu evden kovar. Zeynep her şeye sebep olan gerdanlığı bırakıp gider. Gerdanlığı gören Kenan gerçeği anlar ve tam intiharın eşiğinden Zeynep’i kurtarır.
Allah seyirciye sabır versin! En kötü Yılmaz filmlerinden biri bu!
CEMO, 1972
Y: Atıf Yılmaz, S: Ayşe Şaşa, M: Yalçın Tura, K: Çetin Tunca, E: Kemal Bilbaşar, O: Türkan Şoray, Fikret Hakan, Bilal İnci, Melda Sözen, Tuncer Necmioğlu, Mümtaz Ener, Danyal Topatan, Aliye Rona, Muadelet Tibet, Yapımcı: İrfan Ünal

’’Cemo filmografimde benim çok sevdiğim bir filmdir. Kemal Bilbaşar’ın romanından Ayşe Şasa yapmıştı senaryosunu. Orada farklı bir şey denedik. Yine ulusal sinema üslubuna yakın. Doğayı değiştirme işi yaptık. Doğanın renklerini suni renkler haline getirdik. Bir masal atmosferi. Gökyüzü maviyse turuncu yaptık. Mesela çimenleri değiştirdik renk renk. Belli bir renk dünyası ve atmosfer olarak bir masal atmosferi içinde farklı bir yaklaşımla yaptık.’’
Sözler ustaya ait, ancak elli seneye yakın bir süre geçtikten sonra Cemo benim gözüme feci sıkıcı, yürümeyen, masal tadından çok kabak tadı veren, sonu başından belli bir çağ/köy filmi gibi gözüküyor. Ustanın niyeti iyi, belli ki özenmiş ama tempo ağır, sakız gibi çiğnenmiş kalıplarla dolu Bilbaşar’dan gelen malzeme.
Cemo yetiştiği yöredeki kızların aksine babası tarafından erkek gibi yetiştirilmiş biri. Erkeklerden daha iyi dövüşüp onlardan daha iyi silah kullanıyor. Kimseyi yanına yaklaştırmayacak kadar da vahşi.
Yörenin yetenekli çan ustası Memo Cemo’ya talip olup başlık parasını vermek istiyor. Ancak yörenin zalim eşkiyası Salikoğlu’nun da gözü Cemo’da. Cemo’yla evlenebilmek için gençler arasında yapılan dövüş gününe Salikoğlu’nun korkusundan kimse giremiyor. Geleneğe göre Cemo eşkiyaya kalacaktır ancak Memo ortaya çıkınca, Cemo onunla gidiyor.
Bunu kendine yediremeyen eşkiya Cemo’yla Memo’ya rahat vermiyor. Bir türlü hamile kalamayan Cemo tam da gebe olduğunu öğrendiği gün eşkiya tarafından kaçırılıp bebeğini kaybedene kadar işkence görüyor. Bebeğini kaybeden Cemo Memo’ya dönemiyor. Memo Cemo’nun canına kıydığını düşündüğü derenin başında yıllarca bekliyor.
Bu arada Memo’nun kendisini yıllar boyu seven Senem’den bebeği oluyor ancak doğum sırasında Senem ölüyor. Memo’yu korumak için geri dönen Cemo eşkiyaya başkaldırıyor ve hem Memo’suna hem de bebeğe sahip çıkıyor.
Cemo’nun üzgünüm ama son kullanma tarihi çoktan geçmiş, belki zamanında alkış almış ama iki bin yirmilerde esamesi okunmayacak yapımlardan biri.
ZULÜM, 1972
Y: Atıf Yılmaz, S: Muzaffer Arslan, Bülent Oran, K: Cengiz Tacer, S.Y: Secat Kırmacı, O: Türkan Şoray, Kartal Tibet, Murat Soydan, Kayhan Yıldızoğlu, Nedret Güvenç, Yılmaz Gruda, Nezihe Güler, Necdet Yakın, Tuna Tunç, Reşit Çıldam, Yeşim Tan, Yusuf Sezer, Ali Seyhan, Mehmet Ali Güngör, Ali Demir, Erdoğan Seren, Muammer Gözalan, Yapımcı: Muzaffer Arslan

Büyük bir olasılıkla yapımcı Arslan’ın senarist Oran’a teslim ettiği öyküyü filme alan Yılmaz’dan kötü bir çalışma yetmişli yılların ilk yarısına. Dahası finaliyle bu melodram Yeşilçam’ın ne büyük bataklık olduğunu savlayan ukala dümbeleklerine kusursuz bir belge.
Ayla konservatuvarda şarkıcılık eğitimi alan genç bir kız. Mezuniyet törenine yetişmek için evden çıktığında bir türlü dolmuş bulamayınca önünde lüks bir araba durur ve tabii içindeki yakışıklı genç onu gitmek istediği yere götürebileceğini söyler. Ayla yolda hayran olduğu besteci Tarık Akçan’dan bahseder. Mezuniyette onun şarkısını söyleyecektir. Direksiyondaki adam da Tarık’tır aslında!
Kader böylece ağların ilk ilmiğini atmış olur.
Tarık kendini tanıtmaz genç kıza, farklı bir ad söyler. Ayla da sahte bir isim söyler, eşitlik sağlanır.
Ayla törene çıktığında aynı kişiyi en önden kendini izlerken görür. O günden sonra görüşmeye başlarlar ve tabii ki aşık olurlar birbirlerine, hatta nişanlanırlar bile.
Kız sevdiğine ailesinden bahsederken kolunu kaybeden babasından söz eder. Babasının kolunu kaybedince huysuzlaştığını, hem kendisine, hem annesine eziyet ettiğini anlatır. Tarık İspanya’ya iş gezisine gider ancak dönüş yolunda kaza geçirir ve bir kolunu kaybeder!
Ayla ise ismini dahi yanlış bildiği nişanlısını ısrarla bekler. Tarık ise tek koluyla Ayla’nın kendisini istemeyeceğini düşünüp ona dönmekten vazgeçer.
Bu arada kader ağlarını örmeye devam eder.
Ayla gazinocular kıralı Kerim’le tanışır. Kerim aslında Tarık’ın abisidir ve o da kaderin başka bir ilmiğiyle hiçbir şey bilmeden Ayla’ya aşık olur. Ve Kerim’in sayesinde Ayla ünlü bir şarkıcı olur.
Tarık uzun süre sonra yurda döner ve annesinden kardeşinin evlenmek istediği kızın Ayla olduğunu öğrenir. Araya girmemek için bir şey söylemez ama Kerim gerçeği öğrenir ve abisinden Ayla’ya dönmesini ister. Tarık bunu kabul etmese de Kerim Ayla’yı sevdiği adama götürür.
Ayla ne kadar yalvarsa da Tarık ona inanmaz ve Ayla da sırf onu sevdiğini kanıtlamak için kendi kolunu keser!
Zulüm’ün elle tutulacak tek bir şeyi yok. Tipler karton, sadece öykünün akmasına yardım eden kuklalar. Soydan kötü oynuyor, Şoray’ın çırpınmaları umarsız, Tibet elinden geleni yapsa da boş ne yazık ki. Zulüm unutulması, bir an önce unutulması gereken Yılmaz filmlerinden biri.
GÜLLÜ GELİYOR GÜLLÜ, 1973
Y: Atıf Yılmaz, Eser: Ayşe Şasa, S: Erdoğan Tünaş, K: Çetin Tunca, O: Türkan Şoray, Ediz Hun, Nubar Terziyan, Sadettin Erbil, Sabahat Işık, Bülent Kayabaş, Kemal Sunal, Akün Film (İrfan Ünal).

Güllü Geliyor Güllü kuşkusuz Kemal Sunal filmi diye tanımlayabileceğimiz bir film değil. Sunal burada küçücük bir rol üstlenmiş sadece. Dahası Kemal Sunalp adıyla anılıyor jenerikte. Üstelik de a’ların ikisi de şapkalı. Ama şaşmamak gerekiyor bu özensizliğe, küçüklerin kaderi bu çünkü. Sunal’ın gözüktüğü anlar çok sınırlı, dört beş sahnede oynamış. Karadenizli mafyozo Sürmeneli’nin (Erbil) namlı rakibi Taka Nuri’yi (Hun) haklamak için kiraladığı hain kiralık katili canlandırıyor. Ama Yılmaz’ın bağışlanmaz ilgisizliğiyle Sunal’ı alakasız bir seslendirmeci konuşmuş ve büyüsünü bozmuş bu şirin sahnelerin. Çünkü Sunal sakar katil kimliğiyle Taka’ya ne zaman yaklaşmak istese, bu sahnelerde hep bir aksilik yaşansa ve yaman nişancı Güllü’nün beklenmedik darbelerine hedef olsa ve bizi neşelendirse hep o kart ve kendisine hiç yakışmayan sesle irkiliyoruz yerlerimizde.
Güllü tipik bir Atıf Yılmaz güldürüsü. Belli bir toplumsal ileti içeren bir öyküyü anlatırken, artalana da eğilip geleneklerimizi, göreneklerimizi, ulusal kimliğimizi yansıtan bir güldürü. Ama Yılmaz’ın asıl amacı elbette dönemin büyük yıldızı Türkan Şoray’ı sergilemek ve Sultan’ı başka bir sevilen jönle, Ediz Hun ile eşleştirerek iyi bir gişe filmi çıkarmak tabi. Güllü bu bağlamda amacına ulaşmış, Akün Film’i mutlu etmiş, iyi para kazandırmış, dahası Atilla Dorsay’dan bile olumlu eleştiri almıştı yetmişli yılların ilk yarısında.
Güllü belki sevimli bir film ama iki özelliğiyle oldukça itici gözüküyor bize bugün. İlki oyuncuların ağdalı bir Karadeniz ağzıyla konuşması. Şoray’ı seslendiren Jeyan Mahfi üstelik epey abartılı yapıyor bunu. Neyse ki Abdurrahman Palay rolünü iyi yorumlamış da, İstanbul’da büyümüş, eğitim almış Taka rolünü çok ölçülü konuşmuş. İkinci aksaklık ise filme bir anlatıcı konmuş olması. Üst ses işlevini baştan sona üstlenmiş olan Mücap Ofluoğlu’nun kötü bir şiveyle art arda tonlarca gereksiz cümle sıralaması, ne yazık ki zaten toplumca yıpranmış sinirlerimizi ciddi olarak kopma noktasına getiriyor. Üstelik de kullanılan yöntemin beyaz perdede gördüklerimize yeni bir şey eklememesi nedeniyle akışı da zedelediği çok açık.
Yılmaz’ın bu sinemasaldan çok tarihsel diyebileceğim gafını yetmişlerde bolca ve gereksizce yapılan bir siyasal tartışmaya bağlamak fazlasıyla olası. Anlatıcı koyup filmi müsamereye çevirme düşüncesi, dönemin epik ve kentsoylu yaklaşımları diye adlandırılan iki anlatı kipinden kaynaklanıyor. Hızlı solcular kentsoylu sinemanın kitleleri afyonladığını, ana çelişkiyi (emek ve anamalcı sömürgenler arasındaki uzlaşmaz çelişki) gizlemek amacıyla iktidar tarafından kullanıldığını haykırdıklarını bir hatırlayalım. Bir de bu sinema anlayışına karşı Brecht’in seyirciyi sürekli uyaran, anlatıyla özdeşleşmesini engelleyen, bu amaçla filmin akışını kesen sevimsiz anlatıcılar kullanmasını.
Yılmaz da yurdunu seven bir aydın kimliğiyle yetmişlerdeki filmlerine katmıştı bu gereksiz müdahaleleri. Salako’da dozunda olan bu yöntem Kibar Feyzo’da ve Güllü’de ne yazık ki abartılı biçimde kullanılmış. Ama filmi bozsa da neyse ki dibe vurdurmamış bu şive ve epik yöntem sorunu. Çünkü rastlantılar, kaçma kovalamaca, aşk ve sevimli unsurlarla bezeli senaryo bence başarılı. Üstelik de mutlu sonla sonuçlanan öyküde aşk, kan davasına ağır basıyor, tabancaların değil, birbirini delice seven kalplerin sesi daha gür duyuluyor.
Öykü kan davası üstüne kurulu. İki düşman aile birbirlerini vurmuş da vurmuş. Ortada erkek kalmayınca ailelerden birinin silahşörlüğünü Güllü üstleniyor ve kan davalısının izini sürmek için kalkıp Trabzon’lardan İstanbul’a geliyor. Hemşirelerine başvuruyor bilgi toplamak için. Ama bulduğu kabadayı kan davalısı çıkıyor. Üstelik de evinde çalışmaya başladığı, üstelik de aralarında bir duygusal bağ oluşan kabadayı.
Filmin en başarılı yanı Şoray kuşkusuz. Rolüne yakışmış iyice. Oynamıyor yaşıyor, Yılmaz da sık çalıştığı, belli ki derinden aşık olduğu yıldızı mükemmel kullanıyor. Elinde tabancasıyla içine daldığı mafyozo dünyasında ortalığı birbirine katarken de, Hun’lu aşk sahnelerinde duygusallığın doruklarında dolaşırken de epey inandırıcı gözüküyor Şoray.
Hun maçoluğu geride tutulmuş kabadayıda idare ediyor, Erbil ve Kayabaş küçük rollerde bence birer tip yaratmayı başarıyor. Filmde Yılmaz’ın işçiliği çok iyi değil ama Tunca’nın özellikle Şoray resimlemeleri oldukça başarılı. Tarihi bir not da kurgucu üzerine. Sinemamızın büyük ustası Şerif Gören yapmış filmin montajını. Akışlılık oldukça iyi, kavga sahneleri de epey sevimli çekilmiş.
Bir başka tarihi not da yapımcının mı, bölge işletmecisinin mi bilemiyorum çirkin bezirganlığıyla ilgili. Sunal yetmişlerin başından itibaren kalabalık Arzu Film yapımlarında dikkat çekince Güllü için yeni bir afiş hazırlanmış ve sanki Sunal filmin yıldızıymış gibi adı en başa yazılmış. Tabancamın Sapını Gülle Donatacağım adıyla piyasaya sürülmüş yeniden taze bir çalışma gibi.