MÜREBBİYE’de BATILILAŞMA, CİNSELLİK ve TOPLUMSAL ÇÜRÜME

Hüseyin Rahmi Gürpınar, 17 Ağustos 1864’te Heybeliada’da dünyaya gelir. Babası devlet hizmetinde önemli görevlerde bulunmuş olan Mehmet Sait Paşa, annesi ise Ayşe Sıdıka Hanım’dır. Annesini küçük yaşta kaybeden yazar, farklı çevrelerde büyür. Mekteb-i Mülkiye’deki öğrenimini sağlık sorunları nedeniyle yarıda bırakır fakat gözlem gücü ve okuma merakı sayesinde kendini yetiştirir. Kısa süreli memuriyetin ardından yazarlığa yönelir ve 1944’te yine Heybeliada’da hayata veda eder.
Gürpınar, Tanzimat sonrası edebiyatın en üretken, en toplumcu ve en keskin gözlemcilerinden biridir. Romanlarında sıkça yanlış batılılaşma, ahlaki yozlaşma, batıl inançlar, toplumdaki ikiyüzlülük ve günlük hayatın mizahi yönleri işlenir. Mahalle kültürüne hâkim diliyle halkın içine sinen bir gerçekçilik sunar.
Yanlış Batılılaşmanın En Etkili Eleştirilerinden Biri: Mürebbiye
İlk romanı Şık ile dikkat çeken Gürpınar, Mürebbiye’de Batı hayranlığının içi boş bir kopyacılığa dönüşmesini ele alır. Tanzimat’la birlikte görülen alafranga yaşam biçimi; olumlu batılılaşma göstergelerinin yanı sıra kılık kıyafette gösterişi, Fransızca kelimelerle süslenmiş konuşmaları ve Beyoğlu eğlencelerini de yansıtır. Bu yüzeysel kültür aktarımı; Recâizade Mahmud Ekrem’den Peyami Safa’ya kadar pek çok yazarın romanlarında eleştirilen ortak bir temadır.
Mürebbiyelik Kurumunun Toplumsal Etkisi
Zengin Osmanlı aileleri, çocuklarına Batılı bir terbiye kazandırmak amacıyla yabancı mürebbiyeler istihdam etmeye başlar. Bir süre sonra bu durum adeta bir statü göstergesi olur. Böylece evin en mahrem alanına bir yabancı girer ve aile düzeni derinden etkilenir.
Selçuklu döneminde Türk ailelerin çocuklarını terbiye ve eğitim için deneyimli, birikimli ve saygın ailelerin yanına gönderdiğini ve bu ailelerde çocukların eğitimiyle ilgilenen kişiye “atabey” dendiğini öğreniyoruz. Selçuklu’daki atabeylik kurumundan farklı olarak, Osmanlı döneminde çocuğun eğitimini ve terbiyesini üstlenen kişi çocuğun evine yerleşir. Başlangıçta bu kurumu sarayda görüyoruz. Sarayda şehzâdelerin yetiştirilmesinde lâlâlar görevlendirilirdi. Lâlâ, Farsçada “kul, köle; efendinin çocuğuna bakmakla yükümlü hizmetkâr” anlamına gelir. Lâlâlar zamanla şehzâdelerin yanı sıra devlet adamlarının, varlıklı kişilerin ve toplumun diğer nüfuz sahibi ailelerinin çocuklarıyla da ilgilenir oldular. Mürebbiyeler ise Tanzimat döneminde Osmanlı toplumuna girdi. Kadınların eğitim fırsatlarının sınırlı olması, annelerin çocuğunun eğitiminde rol alamayacak şekilde geri planda bırakılması mürebbiyeliği daha cazip kılmıştır. Bu yeni figür, kısa sürede romanlarda da kendine yer bulur. İlk örnek Ahmet Mithat’ın Felatun Bey’le Rakım Efendi’sindeki Jozefinodur.
Hüseyin Rahmi, Emile Zola’dan etkilenerek natüralist akımı benimsemiştir. Hayatın çirkinliklerini, bozulmuş yanlarını mizahla harmanlayarak görünür kılar. Ahmed Mithat’ın halkı bilinçlendirme tutumunu sürdürür fakat bunu karakterlerin davranışları üzerinden dolaylı bir şekilde yapar.

Mürebbiye, dönemin kültürel iklimini eleştirel bir gözle resmeder. Fransız mürebbiye Matmazel Anjel, Dehri Efendi’nin evine öğretmen olarak girdiğinde konakta her şey değişir. Kadın, güzelliği ve kurnazlığıyla erkekleri etkisi altına alır. Zaaflarını ustaca kullanır, onları birbirine düşürür. Ailenin köklerine sızan bu yabancı figür adeta Batı’dan gelmiş bir hastalık, bir virüs gibidir.
Bu dönemin edebiyatında mürebbiye figürü çoğu kez olumsuzdur. “Ahlak bozan yabancı” rolünün onlara yüklenmesi, tehlikeyi dışarıya atma refleksidir. “Günah Keçisi ve Toplumsal Arınma” başlıklı makalelerinde Nuran Malta Muhaxheri ve Ayşe Sezer şöyle demiştir: “Genlerimiz gibi inançlarımız ve korkularımız da kalıtım yoluyla ilkel köklerimizden günümüze kadar gelebilmiştir. İlkel toplulukların kötülük ve günahı dışarıdan gelen olgular olarak görmeleri ve kurtulabilmek için onları canlı ve cansız varlıklara yükleme çabaları, günümüze de yansımalarını bulmuştur. Toplumumuzda yabancı olmaları itibariyle, birer tabu olan mürebbiyeler, eğitim ve kültürün aktarımında önemli oldukları kadar tehlikeli bir yere de sahiptirler. Zamanında saraylarda bulunan bu kadınlar, gün geçtikçe hemen hemen her ailenin evine girmişler, yabancı diye kaçınılan kültürlerini bize aktarmayı başarmışlardır.”
Toplum kendi içindeki ikiyüzlülüğü gizlemek için suçu yabancıya yükler. Bu yansıtma, Aşk-ı Memnu’daki Matmazel de Courton dışındaki neredeyse tüm mürebbiyelerde görülür. Anjel’in varlığı, “medeniyet” kisvesi altında içeri sokulan yabancı kültürün kontrolsüz etkisini temsil eder.
Romanın baş karakterinin ismi bile ironi taşımaktadır: Anjel (melek); fakat içi şehvet, çıkar ve yalan ile doludur. Babasız büyümüş, hayatta kalmak için bedenini kullanmaya başlamış, çocuğunun babası tarafından terk edilmiş ve reddedilmiştir. Çektiklerinin faturasını da ağına düşürdüğü erkeklere ödetmeye kararlıdır.
Anjel için aşk, yalnızca bir iktidar ve manipülasyon aracıdır. Başlangıçta fahişelikten sadece geçimini sağlarken, zamanla bu işi yalnızca maddi kaygıların ötesine taşıyarak güç kazanma arzusunun şekillendirdiği bir yaşam biçimine dönüştürmüştür.
Toplumsal cinsiyet kalıplarına karşı bir isyanın sembolü gibi de okunabilecek bu durum, yalnızca kadındaki dönüşümü değil, erkeklerdeki değişimi de beraberinde getirmiştir. Toplumun kadın ve erkek için biçtiği roller, her iki cinsi de baskı altında tutarak özgür birey olma yolunda engel oluşturmaktadır. Bunun sonucunda insanlar, normlara aykırı davranışlar sergilemeye yönelebilir.

Anjel’in eylemleri çevresindekileri de etkileyerek bir dönüşüm sürecini tetiklemiştir, denilebilir. Öteki konumundaki kadın, bu kez erkeği ötekileştiren bir noktaya geçmektedir. Geleneksel kurallar alt üst olurken, kadının güç kazandığı, erkeğin ise onu elde etme uğruna rekabete sürüklendiği bir düzen ortaya çıkmaktadır. Bu yeni düzen, Anjel’in cinselliğini özgürce ortaya koymasıyla başlamıştır. Romandaki erkekler, toplumun onlara sunamadığı doyumu verebilen kadın karşısında tüm güç ve otoritelerinden vazgeçmeye hazır bir hâle gelmişlerdir. Böylece giderek daha pasif bir konuma düştükleri; kadının ise yükselerek onlar üzerinde mutlak hâkimiyet kurduğu gözlemlenir. Bu durum, Osmanlı’daki erkek egemen düzeni tersine çevirir.
Romanın diğer baskın karakteri olan Dehri Efendi; kültürü yüzeysel bir biçimde taklit eden Osmanlı burjuvasının en komik temsilidir. Emekli bir memur, oldukça muhafazakâr fakat bilinçsizce Batı hayranıdır. Fransızca bilen, Molière’i evde sahnelemeye kalkan, gülünç fakat korkulan bir baba figürüdür. Batılılaşmayı kitaplardan okuduğu kadar bilir ve yanlış Batılılaşmanın en çarpıcı temsilcisidir.
Şemi delikanlılığın ateşiyle hareket eden, Batılı eğitimle büyüyen fakat aile baskısıyla bocalayan bir gençtir. Anjel’e duyduğu tutkulu fakat karşılıksız aşk, onu hırçın ve öfkeli bir rekabetin içine sürükler.
Amca Bey ağabeyinin koruması altında yaşayan, Batılılaşmayı sadece şekilden ibaret sanan saf ve komik bir karakterdir. Görünüşü, davranışları ve akılsız hevesleriyle romanın mizahi yönünü belirginleştirir.
Sadri ise konağın iç güveysidir. Fakir ama “terbiyeli” olduğu için aileye kabul edilmiş, saygılı görünen çıkarcı bir damat. Anjel uğruna rakiplerini küçümseyen, kendini beğenmiş bir tip olarak tanıtılır.
Mürebbiye, Osmanlı’nın modernleşme serüvenindeki en büyük kırılmayı görünür kılan bir yapıttır: Ne tam Doğulu, ne tam Batılı olan bir toplumun trajikomik yansımasını sermektedir gözleri önüne.
Anjel’in konakta yarattığı sarsıntı, geniş ölçekli bir kimlik krizinin metaforudur. Sadece yanlış batılılaşmayı değil; ailenin çözülüşünü, kadın-erkek ilişkilerindeki dönüşümü ve ahlaki değerlerin erozyonunu da cesurca işler.
Hüseyin Rahmi, mizahın arkasına gizlediği sert toplumsal eleştiriyle okuyucuya şu soruyu yöneltir: “Bir toplumu içeriden çürüten gerçek tehdit hangisi? Yabancı olan mı, yoksa yabancıya sorgusuz teslimiyet mi?”
Roman, Fransızları küçümsediği gerekçesiyle, 1920 yılında İstanbul’un işgali sırasında Fransız işgal kuvvetleri tarafından yasaklanmış ve mevcut nüshaları toplatılarak imha edilmişti. Tiyatro ve sinema sanatçısı Ahmet Fehim tarafından yönetilen 1919 yapımı sessiz sinema uyarlaması da Türk sinemasının sansüre uğrayan ilk filmi olarak tarihe geçmiştir. Bu filmde Ahmet Fehim aynı zamanda Dehri Efendi rolünü üstlenmişti. Salt komedi gibi görünmekle birlikte film de özünde toplumsal bir eleştiri sergiler; romanda olduğu gibi Batıcılığı sadece biçimsel benimseyen Türk toplumu ve aydını irdelenir. Bu film de romanın akıbetine uğramış, Anjel karakterinin Fransız kadınını ahlaksız gösterdiği ve Fransızları küçük düşürdüğü gerekçesiyle işgal kuvvetlerinden General Franchet d’Espèrey tarafından sansürlenmiş, İstanbul’da ve Anadolu’da gösterimi yasaklanmıştı. Öte yandan, bu yasağın Anadolu’da delindiği ve işgale karşı bir direniş eylemi (ve Mustafa Kemal’in zekice bir propogada taktiği) olarak halka izletildiği de bazı kaynaklarda dile getirilmektedir.
Kaynakça
Aytekin, Beyza, “Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Mürebbiye’si ile Stefan Zweig’in Mürebbiye’si Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme”, Littera Turca Journal of Turkish Language and Literature, 11(2), Bahar 2025, ss. 151-170.
Çelik, Mehmet, “Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Mürebbiye ve Şıpsevdi Romanlarında Yanlış Batılılaşma”, Türkiyat Mecmuası, C. 23/Bahar, 2013.
Kösteloğlu, Zeynep, “Emile Zola’nın Nana Eseri ile Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Mürebbiye Eserleri Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme”, KARE- International Journal of Comparative Literature: e-ISSN: 2536-4596.
Muhaxheri, Nuran Malta ve Sezer, Ayşe, “Günah Keçisi ve Toplumsal Arınma: Hüseyin Rahmi’nin Mürebbiye Romanı”, Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 2019, Cilt: 12, Sayı: 27, s. 553-563.
Tüzer, İbrahim, “Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Mürebbiye’sinin Hallerinden Anlatının Unsurlarına”, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/3 Summer 2011.
Uçman, Abdullah, Alafrangalık Sürecinde Hüseyin Rahmi’nin Mürebbiye Romanı, Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 7, Ocak 2014, s. 41-50.
Cok keyifle okunan bir kitap.. Okurken bir tiyatro oyunu seyrediyor gibi hissettim. Ayrıca Hüseyin Rahmi imzası olması da çok değerli tabii ki…
Kesinlikle; güzel bir seçim oldu Mürebbiye. Bu akşamki tartışmayı dört gözle bekliyoruz. Katılacak herkesin emeğine şimdiden teşekkürler.