BEYAZ PERDEDEN

ATIF YILMAZ USTADAN ELLİLİ YILLARA ÜÇ ADET İNCİ

KUMPANYA,1958

Y: Atıf Yılmaz, E: Orhan Hançerlioğlu, K: Manasi Filmeridis, M: Nedim Otyam, O: Eşref Kolçak, Serpil Gül, Muzaffer Nebioğlu, Talat Gözbak, Ahmet Tarık Tekçe, Tomris Hakgüder, Nubar Terziyan, Ertuğrul Sadi Tek, Mahmure Handan, Mehmet Aslan, Yapımcı: Naci Duru

Kumpanya’nın en dikkat çekici yönü Atıf Yılmaz (9 Aralık 1926, İçel – 5 Mayıs 2006, İstanbul) ustamızın oldukça ilginç bir kişilik olan Orhan Hançerlioğlu ile girdiği ilk ve son çalışma olması.

Hançerlioğlu 19 Ağustos 1916 ile 9 Temmuz 1991 arasında yaşamış çok yönlü bir sanatçı. Kimilerimiz onu belim kadar kalın Düşünce Tarihi, Felsefe Ansiklopedisi, İnanç Tarihi gibi betiklerin derin yazarı olarak tanıyorsa da Hançerlioğlu koltuklarının altına Diyarbakır’ın dev karpuzlarını yerleştirmeyi başarmış bir yiğit.

Hançerlioğlu 1939’da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş, Keşan ve Karaisalı’da kaymakamlık yapmış. İstanbul Belediye Müfettişliği, Emniyet Şube Müdürlüğü, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları Müdürlüğü görevleri üstlenmiş; 1954 sonrası İETT Hukuk İşleri Müdürü olarak çalışmış, şiirler, öyküler, romanlar yazmış. Ayrıca 1966-68 seneleri arasında Türkiye Büyük Mason Mahfili’nin de büyük üstadıymış. Hançerlioğlu’nun Ali adlı romanıyla Türk Dil Kurumu ödülü kazanmışlığı da mevcut.     

Walla başım döndü!

Filmin konusu Anadolu’nun şehir ve kasabalarını gezen bir tuluat kumpanyasıyla ilgili. Gurup küçük bir kasabaya uğruyor. Burada gösteri yapıyor.Gösteriyi izleyenlerden bir delikanlı bu kumpanyanın baş dansözünden çok etkileniyor.Hatta ilk cinsel deneyimini de bu dansözle yaşamak istiyor (haydaaaa!).

Kumpanya’daki başka bir genç kız da kasabadaki diğer gençlerin dikkatini çekiyor bu arada ve kızın peşine düşüyorlar. Fakat kasabanın serserileri istediklerini zorla almaktan yanalar ve genç adam kızı onların elinden kurtarıyor. Ve haliyle kumpanyanın genç oyuncusu kendini kurtaran delikanlıya aşık oluyor. Tabii delikanlı da kıza.

Baş dansöz ve bu genç kız arasında kalan delikanlı ne yapacağını bilemiyor böylece. Bilmediği bir diğer şeyse genç kızın da kumpanyanın sahibinin kızı oluşu. Yani genç delikanlı üvey anneyle ilişki yaşarken kızına aşık oluyor. Böylece kendini içkiye falan veriyor, sapıtıyor.

Üvey anne aslında yaşlı kocasını sürekli genç erkeklerle aldatan bir kadın; fakat bu genç adama çok aşık. Aşıklarından biri de üvey kızına göz koyunca, kızı aradan çıkarmak için bir tuzak hazırlıyor. Fakat daha önce de kızı kurtarmış olan delikanlı tuzağın farkına varıp son anda uyanıyor; böylece üvey anne kazdığı kuyuya kendi düşüyor.

Atıf Yılmaz’ın filmle ilgili şöyle diyor: ’’Kumpanya bana sorarsanız, iyi niyetle heyecanla başladığımız ama tasarladığım atmosferi ancak zaman zaman tutturabildiğim, iyi kotarılamamış bir film olmuştu. Senaryoyu Orhan Hançerlioğlu yazmıştı. Filmin en orjinal kişisi, filmde de hayattaki rolünü oynayan Sadi Tek’ti. Onun, elinde saray palyaçosunun kuru kafası, ‘’Zavallı Yorik ‘’diye başlayan ve çok özel bir şekilde tonladığı tiradı unutmaya imkan var mı?’’

Kumpanya ustanın ne yazık ki kayıp filimlerinden bir başkası. 

KARACAOĞLAN’IN KARA SEVDASI, 1959

Y: Atıf Yılmaz, S: Yılmaz Güney, Halit Refiğ, Atıf Yılmaz, M: Sabahattin Kalender, Ruhi Su, K: Mike Rafaelyan, E: Yaşar Kemal, O: Tijen Par, Nuri Altınok, Talat Gözbak, Hayri Esen, Seden Kızıltunç, Danyal Topatan, Sami Hazinses, Muazzez Arçay, Türkan Güldes, Gülsen Okçu, Huriye Şen, Asım Nipton, İhsan Aşkın, Yurdanur Aypak, Jale Öz, Hikmet Serçe, Ruhi Su, Yapımcı: Hürrem Erman

Karacaoğlan’ın Kara Sevdası ustamızın özne bezene çektiği, üstelik de müziklerini yerli filmlerimizde görmediğimiz bir itinayla hazırladığı; ancak geçen yılların etkisine yenik düşmüş, yani temposunun ağırlığı, hikayesinin nereye gideceğinin ilk karelerden belli oluşuyla, binlerce köy filimlerinde gördüğümüz kalıpların sunumuyla ciddi olarak bayan, bezdiren, fenalık geçirten bir filme dönüşmüş.

Karacaoğlan hepimizin bildiği gibi 17. Yüzyıl aşık edebiyatının efsane bir şairi. Bugünün halk edebiyatında yeri olan, etkisi hiç eksilmemiş  bir klasiği. Ozan Çukurova-Toroslarda doğup, Türkmen aşiretleri arasında yaşamış. Şiirlerini 17.yüzyılın konuşma diliyle ve hece ölçüsüyle yazmış. Doğa, aşk, gurbet, sıla gibi izleklerden yararlanmış.

Öykünün başında ozanın obalardan birinde Bozdoğan Beyi’nin kızı Elif’e aşık olduğunu izliyoruz. Yaman bir aşk bu, unutamıyor Elif’i Karacaoğlan. Elif de Karacaoğlan’ı istiyor ancak babası bu evliliğe karşı çıkıyor. Bey kızı bey oğluna varmalıdır çünkü.

Üstelik de Avşar Beyi’nin oğlunun da gözü Elif’te. Zaten sözlü sayılıyorlar. Araya giren hatırlı kişiler bile bu durumu çözemiyor. Çaresiz kalan sevgililer sonunda kaçmaya karar veriyor. Kaçıp Deli Hüseyin’in obasına yerleşiyorlar, dillere destan bir düğün yapıyorlar. Ve burada çok mutlu oluyorlar.

İlerleyen sahnelerde Karacaoğlan türkü söylemesi için davet edildiği obalara gidiyor ve günlerce dönmüyor.Yalnız kalan Elif’e bu kez de oba beyinin yeğeni Halil kafayı takıyor. Elif obadan kovulma korkusundan kimseye bir şey söyleyemiyor. Ancak Halil vazgeçmiyor tutkusundan ve bir gece hiç dokunmadan yanında uyumasına izin verirse onu rahat bırakacağına söz veriyor. Elif mecburen teklifi kabul edip dediğini yapıyor Halil’in. Ancak onları gece gelip, onları öyle gören Karacaoğlan üzüntüden obayı ve Elif’i terk ediyor.

Elif gerçeği anlatmak istese de başaramıyor bunu, Karacaoğlan yıllarca geri dönmüyor. Elif’in üzüntüden bir gecede saçları beyazlıyor.

Deli Hüseyin olanların hesabını Küçükali Bey’den ve yeğeninden soruyor sonra. Her şeyden habersiz Küçükali Bey öğrendiklerinden sonra yeğenini en kötü şekilde cezalandırıyor.

Deli Hüseyin’i görüyoruz ardından: Karacaoğlan’ı bulmak için dağ bayır yıllarca onu arıyor ama sonuçsuz kalıyor bu arayışlar. Bu arada obalar dağılmış, çadırların yerine evler gelmiştir. Tüm obalar köy olmuştur ve yöreyi tek terk etmeyen Karacaoğlan’ı bekleyen Elif’tir. Her gelen gidene Karacaoğlan’ı sorar umutsuzca.

Deli Hüseyin de vazgeçmiyor arayışından. Sonunda Karacaoğlan’ı bulup Elif’e götürürken yolda can veriyor! Karacaoğlan ise Elif’e tam kavuştum derken kızın mezarını buluyor.

Filmin müziklerinin tuhaf bir öyküsü var. Önce Ruhi Su hazırlamış bunları. Hatta bunun için Toroslar’a kadar gidilip yüzlerce aşık dinlenmiş ve Ruhi Su filmin müziklerini yöreyle bağlantılı hazırlamış. Ancak film çıktığında buna alışkın olmayan seyirci tarafından oldukça yadırganmış ve maalesef filmin müzik bandı yeniden hazırlanmış. Ruhi Su’nun müzikleri çıkarılmış, Atıf Yılmaz’ın deyimiyle ‘’boktan, yozlaşmış halk müziğinin örnekleri’’ kullanılmış. Atıf Yılmaz bunu kasaba gecekondu kültürü olarak değerlendirmiş.

Atıf Yılmaz filmle ilgili şöyle diyor: ‘’Filmin ilk vizyonu deneme mahiyetindeydi sanırım, Balıkesir’de yapılmıştı. Gelen haberler hiç iç açıcı değildi. Seyirci Ruhi Su’nun türkülerini, sesini yadırgıyormuş. Yapımcımız Hürrem Erman sıradan bir yapımcının etkisinde kalıp paniğe kapıldı bu nedenle. Film o dönemin belki en pahalı filmiydi. Hürrem Bey parayı kurtarmanın telaşına düştü ve o güne kadar harcanan tüm emekleri göz ardı ederek filmin türkülerini değiştirmeye, bir başkasına söyletmeye karar verdi. Piyasa ağzıyla söylenen türkücülerden birine söyletse gene anlayacağım ama seçtiği yeni türkücü başka bir operacıydı: Aydın Gün. Sinemacılık yaşamımın belki de en yenilgi, en öfke duyduğum anlarından birini Aydın Gün’le eşi Azra Gün’ün yüzlerinde gülücüklerle stüdyoya geldikleri sabah yaşadım. Mersin’de ortaokul çağlarında,Yüzbaşı Pinkerton rolünde izlediğim Aydın Gün’e o günden beri aşamadığım bir kırgınlık duyarım. Çok iyi tanıdığı, dostu, meslektaşı Ruhi Su’dan sonra bu berbat işi kabul ettiği için. Filmin bütün müzik bandı zedelendi böylece. Aydın Gün’ün cılız, tenor sesiyle söylediği türküler günlerimin, gecelerimin kabusu oldu. Arkadaşlarımla birlikte, olağanüstü bir çabayla, yüreğimizi koyarak, sevgiyle kotardığımız çalışma, nefret ettiğim bir filme dönüştü. İşin en acı yanı da bugün filmin orjinal Ruhi Su türkülerinin yer aldığı tek bir kopyasının bulunmaması. . .

. . .Karacaoğlan’ın Kara Sevdası filminde Yılmaz Güney’i oynatmamakla hata yaptım. Nuri Altınok nasıl oldu da aklıma geldi, Yılmaz’ı oynatmamamın bir sebebi var mıydı, hatırlamıyorum.Yılmaz gene benimle beraberdi ama oyuncu olarak değil.’’

ALA GEYİK, 1959

Y: Atıf Yılmaz, S: Yılmaz Güney, Halit Refiğ, Atıf Yılmaz, M: Muzaffer Sarısözen, K: Mike Rafaelyan, E: Yaşar Kemal, O: Yılmaz Güney, Pervin Par, Talat Gözbak, Muazzez Arçay, Asım Nipton, Kadir Savun, Danyal Topatan, Erol Taş, İhsan Aşkın, Selahattin İçsel, Semih Sezerli, Ali Seyhan, Suzan Uçaner, Yapımcı: Hürrem Erman

Yılmaz’ın yine özene bezene çektiği ama akıp giden ve her şeyi darmadağın etmekte, yok etmekte nice mahir Kahpe Zaman ögesinin yok ettiği zayıf bir çalışma Ala Geyik, sayısız Türk filminde bizi sinir eden, tüylerimizi diken eden kalıplarla dolu bir saçmalık.

Yeri gelmişken söyleyeyim, marifet mi ulan geyik avlamak, hayvanı sen mi dünyaya getirdin rezil avcı!

Hele seni salak köylü kaltağı! Senin ve benzeş aşiftelerin aşıklarınıza, Git geyik vur, bana getir; boynuzları fiyakalı olsun, ondan sonra sana varırım, diye naz yapmalarınız da neyin nesi!

O geyik boynuzları çocuklarınızın yüreğini delsin!

Gelelim bu meymenetsiz filmin öyküsüne. Toroslar’ın Gökdere köyünden Halil için geyik avına çıkmak babadan kalan bir tutku. Bu aşırı tutkusu yüzünden de gözü ne dul kalmış anasını görüyor, ne de nişanlısı Zeynep’i. Aklı fikri geyik avında hıyarın!

Halil yine geyik avına çıktığı bir gün, Sarıcalılar köyünden Karacali Ağa atıyla dolaşırken bir kız görüyor. Çeşme başından dönen kızdan su istiyor. Kız yüz vermiyor herife. Ancak Ağa’nın aklı takılıyor kıza. Köyüne döndüğünde soruyor bu kimin nesi, kimin fesi diye. Üç erkek kardeşi olan Zeynep bu. Karşı köyden Halil ile evlenecek üstelik.

Ağa adamları tarafından uyarılırsa da göz koyduğu kızı istetme kararından caymıyor. Ancak önündeki tek engel Halil. Ağa, Halil’i ortadan kaldırmaları için adamlarına emir verse de sonuç alamıyor. Geyik avına çıkan delikanlıyı ormanda kıstırmak için üç adamı pusu kuruyorlar ama öldürmeyi başaramıyorlar.

Ağa kuduruyor. Bu kez Zeynep’i kardeşlerinden istetmeye karar veriyor. Adamlarını gönderip cevap bekliyor. Kardeşleri razı değiller ama. Ağa baskı yapıyor. Ağa’nın çevredeki gücünden korkan kardeşler, önce Zeynep’i razı etmeye çalışıyorlar ama kızın gönlü Halil’de olduğu için asla razı olmuyor.

Zeynep, karşı çıksa da son kararı Gökdere köyünün ihtiyarlar meclisi veriyor. Köyün büyükleri, iki köy arasındaki barışı sağlamak için ağadan yana karar alıyorlar. Öteden beri bu evliliğe karşı çıkan Sultan Ana köyün tüm erkeklerini korkaklıkla suçluyor karar nedeniyle.

Köyde davullar zurnalar çalıyor. Nişan hazırlıkları yapılıyor. Halil, dağlarda geyik avına çıktığından bu olan bitenlerden habersiz. Arkadaşları Duran ile Köse acı haberi vermek için Halil’i buluyorlar, ama söyleyemiyorlar. Halil vurduğu geyikleri sırtlayıp, birlikte köye döndüklerinde herkes suskun.

Sultan Ana cesur bir köylü kadını, her şeyi o anlatıyor. Halil, Ağa’nın gönderdiği nişanı Zeynep’ten alıp, atına atlıyor. Ağa’nın çiftliğine gidip nişanı atıyor. Aşağılandığını düşünüp bunu bir onur meselesi yapan Ali Ağa da Halil’den kurtulmak için eşkiya kiralıyor. Ama onlar da öldürmeyi başaramıyorlar.

Ağa ne yaparsa yapsın, Zeynep, Halil’den başka kimseye yar olmayacak sanki! Böylece köyde düğünleri yapılıyor, çeşitli eğlenceler düzenleniyor. Halil bir daha geyik avına çıkmayacağına söz veriyor. Artık mutludurlar sanki.

Gerdek gecesi, Ali Ağa’nın adamları köyün çevresini sarıp, borularla geyik sesleri çıkarıyorlar. Halil geyiklerin kendisini çağırdığını sanıp, duramıyor yerinde ve son bir kez daha geyik avına çıkıyor.

Şafak vakti Halil’in evden neden çıkmadığını merak eden Sultan Ana, içeri girdiğinde Zeynep’i yalnız ve üzüntülü buluyor. Aynı anda Halil’in dağda pusuya düşürülüp Ali Ağa’nın adamlarıyla çatışmaya girdiği haberi geliyor. Önce Zeynep, ardından Sultan Ana’nın bilinçlendirdiği tüm köy halkı Halil’e yardıma koşuyor. Zeynep, dağda kolundan yaralanıyor. Halil, Ali Ağa’yı vurup öldürüyor.

Yarası ağırlaşan Zeynep’i kollarının arasına alan Halil köylülerle birlikte dönüyor köye. Zeynep çok geçmeden iyileşiyor. Ve köyde davullar, zurnalar yeniden çalınıyor. Neyse ki Halil o günden sonra bir daha geyik avına çıkmayacağına yemin ediyor.

Filim Yaşar Kemal’in (o yıllarda Yusuf Karatay adını kullanırmış) bir öyküsünden alınmış. Atıf Yılmaz’ın dediğine göre senaryosuz çektiği ilk ve son filmiymiş.

Atıf Yılmaz filmle ilgili şöyle diyor: ‘’Agah Özgüç’ün kitabında Alageyik filminin senaryosunun benim ve Yılmaz Güney’in birlikte hazırladığımız yazıyor. İşin gerçeğine gelince elimizde doğru dürüst bir sıralama bile olmadan Antalya’ya doğru yola çıkıyoruz. Uzun yönetmenlik yaşamımda senaryosuz çektiğim ilk ve son film bu. . .

. . .Elimizde Alageyik’in resimli romanı, kafamda filmin yapısı ve dünyasıyla ilgili bir takım fikirler, resimler var. Arada aklıma yeni bir şeyler geliyor. Bir mizansen bir konuşma… Elime geçen kağıtlara not ediyorum. Gece odamda ertesi gün çekeceğim sahneleri tasarlamaya uğraşıyorum.’’

Filmin çekimleri sırasında Yılmaz Güney eğitimsiz atlarla çalıştığından attan düşüp ciddi şekilde başından yaralanmış. İlk başta önemsenmeyen bu yara daha sonra ciddileşmiş ve Güney acilen Antalya’daki bir hastaneye götürülmüş. Oradaki doktor ise Güney’i  ameliyat etmek istemiş ancak  Atıf Yılmaz ve ekibi doktora pek güven duymamışlar. Yerinden dahi kıpırdatılması yasak olan Yılmaz Güney’i kurtarmaya Erol Taş gelmiş. Güney’in abisiymiş gibi davranmış. Hatta filmlerde kullanılan sahte silahlardan birini etraftakilere de gösterip korkutarak apar topar hastaneden kaçırmışlar Güney’i. Ve İstanbul’a getirmişler. Gerçekten de Güney’in yarası hiç de ameliyatlık çıkmamış ve basit bir pansumanla eve gönderilmiş.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir