ATIF YILMAZ’IN ÇEKTİĞİ MÜJDE AR’LI FİLMLER – I

MAĞLUP EDİLEMEYENLER, 1976
Y: Atıf Yılmaz, S: Atıf Yılmaz, Erdoğan Tünaş, M: Seyhan Karabay, K: Çetin Gürtop, O: Cüneyt Arkın, Müjde Ar, Şevket Altuğ, Seyhan Karabay, Cemal Gencer, Coşkun Göğen, Turgut Boralı, Kenan Pars, Hayati Hamzaoğlu, İhsan Yüce, Mümtaz Ener, İlhan Hemşeri, Saltuk Kaplangı, Şeref Çokşeker, Muhteşem Durukan, İhsan Gedik, Mustafa Doğan, Mehtap Ar, Memduh Ünsal, Alev Altın, Müge Güler, Yapımcı: Türker İnanoğlu

Yılmaz’ın Cüneyt Arkın’lı gerilim filmleri arasında Mağlup Edilemeyenler ayrıcalıklı bir yerde duruyor; hem çok akışlı oluşuyla, hem de iktidar-basın, iktidar-emniyet ilişkilerinin gerçekçi biçimde sergilenişiyle.
Murat doğru haber peşinde, korkusuz, başarılı bir gazeteci. Hep doğruları yazmak gibi bir felsefesi olduğu için dokuz köyden kovulmuş bir gazeteci hem de. Bir gece, ertesi gün evlenecek olan Aysel adında bir genç kız, üç erkek tarafından kaçırılır ve tecavüze uğrar. Murat aynı gazetede çalışan, fotoğrafçı Nuri’nin yanlış bilgilendirmesiyle, tecavüz olayını kamuoyuna seks ve uyuşturucu partilerinin doğal sonucu olarak duyurur.
Damat adayı kendisini terk eden, bedeni zedelenen Aysel bir de bu alçakça haberi okuyunca canına kıymaya kalkışır. Babası da gazeteye gelip verip veriştirince Murat pişmanlığa kapılıp gerçekleri ortaya çıkarmaya karar verir. Bir yandan tecavüz zanlısı gençleri, onların bugün de tam gaz devam eden yolsuzlukların mimarları babalarını izlemeye başlar. Topluma bu davanın gerçek yüzünü göstermek amacıyla bir yazı dizisi başlatır.
Başlatır ama bu iktidarla iç içe işlerini yürüten adamların baskısı sonucu gazetedeki şefleri Murat’ı istifaya zorlar. Ama o vazgeçmez. Kendisi gibi idealist insanların çalıştığı küçük bir gazetede gerçekleri korkmadan yazmaya devam eder. Tüm çarpık düzeni halka anlatmaya başlar. Artık hiçbir tehdit ya da şiddet eylemi onu durduramayacaktır.
Sonunda suçlular adalete teslim edilir.
Yine de adalet için başlattığı bu yalnız mücadele yetersiz kalır. Zaten kalantorların en kalantorunun söylediği ‘’Bu düzen böyle gelmiş böyle gider, senin tek başına düzeltmeye gücün yeter mi’’ fetvası filmin özeti aslında.
Nitekim bir gün Murat vicdan rahatlığıyla giderken yolun ortasında kurşunlanarak öldürülür. Galata Köprüsü’nün üstünde soğuyan cesedi gazete sayfaları ile örtülüdür.
Müjde Ar’ın kilolarca makyajıyla komada yatmasını, komadan çıktığında çapa gibi tırnaklarının kıpkırmızı boyalı olmasını görmezden gelip Arkın, Ar, Altuğ, Ener’in iyiler cephesinde, Pars’ın da kötüler cephesinde inandırıcı olduğunu söyleyebilirim. Ama Tecavüzcü Coşkun’un gereken işlemleri gerektiği gibi yapabilmesi yeteneğinin dışında Cüneyt ile giriştiği kaçma-kovalamaca sahnelerindeki akrobatik yetenekleri için de oldukça şaşırdım diyebilirim.
Bir de yeraltı efsanesi Nalkafa Mustafa’yı dövüş sahnelerinde izlemesi benim için tatlı bir sürprizdi.
Atıf Yılmaz bu film için şunları anlatmış sonrasında.’’O yasak dönem içinde aşağı yukarı yapılan en sert filmlerden biridir. O da politik bir taşlamaydı. Ama oldukça sert, dramatik bir hikaye olduğundan sert, daha sert oluyordu. Ordudan başlayarak pek çok kurumu eleştiren, onların iç yüzünde dönen şeyleri bir gazetecinin kişiliğinde gazetelerin bir takım sermaye gruplarının etkisi altında olduğunu, her şeyin yazılamayacağını, devletin de bunun karşısında olduğunu, yani o insanlara yardımcı olduğunu anlatan bir hikaye bu.’’
KİBAR FEYZO, 1978
Y: Atıf Yılmaz, S: İhsan Yüce, K: Erdoğan Engin, O: Kemal Sunal, Müjde Ar, Adile Naşit, Şener Şen, Erdal Özyağcılar, İlyas Salman, İhsan Yüce, Arzu Film (Ertem Eğilmez & Nahit Ataman).

Yıl 2025, töre cinayetleri, başlık paraları, berdeller. Her gün televizyonlardan izlediğimiz, gazetelerden okuduğumuz haberlere konu olan, değişim umuduyla haykıran insanların yüksek sesleri. Yaşam biçimlerinden, koşullarından bunlamış, gerçekliğin farkında olup, bağlanmış el ve kollarının değişime yetmeyişinden bıkkın grupların, taşı toprağı altın şehirlerdeki arayışları. Ve yıl hala 2025. Değerler, gelenekler ve yaşamlarımıza dokunan noktaları hala aynı.
Yıl 1978. Öngörülü bir ekip tarafından bize sunulan bir nimet, Kibar Feyzo. Yalın anlatımı, net vurguları, kendiyle dalga geçen biçemiyle Türk sinema tarihinin önemli bir değeri. Konusuysa zihinlerde şaşkınlık yaratacak kadar gerçekçi ve hayatın içinden. Dedik ya yıl 1978. Oysa yaşananlar hep aynı. Askerden köylerine dönen iki gencin bir kız (Gülo) uğruna yaşadıklarından, halen çok uzakta olduğumuzu düşünmenin çok yanlış olacağı kanısındayım. Medyanın mesaj bombardımanı karşısında duyarsız hale gelmiş olmak, belki bunun için çok daha iyi tanımlama olacaktır. 1978’den 2025’e kadar geçen 47 seneden sonra dahi medeniyetin farklı bir anlayışa bürünüp beraberinde getirdiği sosyal duyarsızlık sonucunda aslında her şeyin ne kadar da aynı kaldığının çok iyi bir kanıtı Kibar Feyzo. Tam anlamıyla bir trajedi öyküsü ve bir Türk sineması klasiği.
Sevdiğine ulaşmak için başlık parasını denkleştirme çabasında olan bir genç Kibar Feyzo. Tabiri caizse bir ‘’açık arttırma’’ sonucunda, askerde biriktirdiğinin çok üzerinde bir fiyata satın alır sevdiğini. Jandarma olmuştur ama omzundaki pırpırın itibarı bir anda paranın gölgesinde kalır. Feyzo seviyordur, mücadele eder. Açık arttırmaya onunla birlikte giren Bilo’nun inancı ise dalkavuklukla sevdiğine ulaşmaktır. Maho Ağa’nın kuyruğu olmak, iktidarın yanında durmaktır onun işine gelen. İşte tam bu sırada derebeylik sisteminin, ‘’Ağa’’ kavramının acı gerçekleriyle karşılaşmaya başlarız. Elde yoktur, avuçta yoktur. Marabaların başlarının üzerindeki çatı, toprakları, hayvanları, sofralarındaki aşları Ağa’ya aittir. Sözleri, hakları, hayatları Ağa’nındır. Kararları, işleri, cezaları, evlilikleri, gelecekleridir Ağa. Ama duyguları, onurları, gururları olmayacaktır. Bu düşüncenin bir kanıtı da Feyzo’nun sürüp giden İstanbul maceraları olabilir.
Bir başka ağalık sistemi dönemin İstanbul işçi hayatında da belirgin biçimde karşımıza çıkıyor. Hatta kimi kez Feyzo’nun yaşadıkları ‘Kasabanın hayvan pazarında hayvanlar İstanbul’un işçi pazarındaki işçilerden daha fazla kıymet görür’ cümlesini akla düşürüyor. İnşaat işi sonrasında diğer işçilerden daha az yevmiye almasını şaşkınlıkla sorgulayan bir Güneydoğulu, Ama onlar sendikalı, yanıtı üzerine, büyük bir saflıkla, Ben de Harranlıyım, diyebiliyor. Evet, çünkü o da bir Harranlı, o da bir işçi. Çünkü onun bilincinin temelinde sade, saf, yalın bir hayat pazarlığı yatıyor. Emeğini satmak. Dünyada var eden tek şeyi, emeğini satarak, dünyada onu var edecek tek şeye, bir yuvaya kavuşma hayali…
Ağa’dan kaçarken kapitalizme tutulmuştur Feyzo. Ama onu da öğrenecektir. Sendikalı olmanın, örgütlenmenin neden önemli olduğunu çok kısa zamanda anlayacaktır. Dönem İstanbul’unun sokaklarındaki, yazıya dökülmüş hak arayışlarını kavraması çok da uzun sürmez. Sistem aynıdır onun zihninde. O çalışır, başkası kazanır. O ezilir, başkası dirilir. O mücadele eder, başkası elde eder. Acımasız düzen, güç ağanın da olsa, fabrikatörün de olsa bir adaletsizlik içermektedir. Feyzo köyüne dönüp herkesi ayaklandıracaktır. Ayrıca başlık parası nedeniyle, geleceklerini ‘Kızlar köyde bekar kalacak, oğlanlar da birbirini vuracak’ gibi açık ve yalın bir anlatımla özetleyen köylülerin bilmesi gereken bir şey daha vardır. İstanbul’da başlık parası kalkmıştır. İnsan sevdasını satın alır mı?
Kendinden habersiz geçen bir hayatın içine düşer Feyzo köyüne döndüğünde. Çocukları vardır artık. Harekete geçirir tüm köyü, inandırır onları da kendi gördüklerine, haklı bulduklarına, inandıklarına. Tıpkı sendikalılar gibi onlar da örgütlenirler. Çok da basittir talepleri, temizdir, onlara aittir. Sevdaları! İşler çığırından çıktığındaysa vurur Feyzo, öldürür Maho Ağa’yı. Çünkü iktidar namlunun ucundadır! Maho Ağa ölür ölmesine de bu düzen asla ölmeyecektir. Adı Maho olmasa da bir ağa yine gelecektir.
Belki de Kibar Feyzo filminin yaptığıdır doğru olan. Gülebilmek. Bu acımasız hayata, adaletsiz düzene yalnızca gülebilmek. Ağlanacak halimizle dalga geçebilmek. Böylesine ciddi bir dünya sorununu, mizahla bu derece dengeli yoğurabilmek. Aradan geçen 47 yılı öngörerek sinema tarihine önemli bir imza atmak.
Ama daha önce de belirttim, yıl 2025. Töre cinayetlerini, başlık parasını, eğitim sorununu, iktidar oyunlarını hala yaşıyoruz. Kibarlığa cesaret edemiyoruz. İnsan olmaya elimiz gitmiyor. Konu mücadele etmeye geldiğinde ayaklarımız tutmaz oluyor. Hakkımızı arayacakken gücümüzü kaybediyoruz. Toplumsal sorunlarımıza çözüm bulmak bir yana onları fark edemiyoruz dahi. Bir Kibar Feyzo arıyoruz şehrimizde, köyümüzde, mahallemizde. Hatta hayatımızda. Peki ya bize, ‘sen devletsin, sen bilirsin, sen söyle babam, suç kimde’ diye sorsalar ne diyeceğiz? Acaba suç bizde mi?
DELİ KAN, 1981
Y: Atıf Yılmaz, S: Onat Kutlar, Ayşe Şasa, Atıf Yılmaz, M: Yeni Türkü, Selim Atakan, K: Taner Öz, E: Zeyyat Selimoğlu, O: Tarık Akan, Müjde Ar, Kamil Sönmez, Reha Yurdakul, Ata Saka, İhsan Gedik, Ekrem Dümer, Mehmet Aslan, Yapımcı: Atıf Yılmaz, Şeref Gür

Kamil Sönmez’in finalde söylediği türküde, Zekiye’nin köyde sık sık yinelediği cümleyi ışıklar yandığında belleklerimize kazımamız gerekiyor: Marifet vurmakta kırmakta değil, adam gibi sevmekte.
Ustanın Zeyyat Selimoğlu’nun romanından sinemaya uyarladığı Deli Kan akışlı sineması, merak unsurunu sonuna kadar taşıyışıyla, ters köşe finaliyle düzgün bir filim. Hem Karadeniz insanını, daha doğrusu sevmeyi bilmeyen Karadeniz erkeğini, İstanbul’un bol entrikalı, yasadışı faaliyetlerle destekli gece yaşamını, kirli mahlukatını yetkince resimliyor.
Rize’nin Mitari köyünde balıkçılıkla geçinen Sefer ile yine aynı köyde yaşayan çocukluğundan beri aşık olduğu Zekiye hikayenin kahramanları. Zekiye ve Sefer birbirlerini her ne kadar sevse de kadın aşığının kabalığından, sert duygusuz sözlerinden ve davranışlarından hep rahatsız. Üstelik Sefer’in Zekiye’ye bir kadın gibi değil de kendi malıymış gibi davranması bir başka arıza.
Zekiye’nin de inatçı bir kişiliğe sahip olduğunu görüyoruz bu arada. Deli Sefer’e boyun eğecek gibi durmuyor pek!
Kızı yola getirmek amacıyla Sefer çareyi ona zorla sahip olmakta buluyor. Zekiye Sefer’le mecburen evleniyor ama bu durumu kendine yediremeyip kaçıp büyük şehre yerleşiyor; daha kötüsü ‘kötü yola düşüyor’.
Sefer de geliyor İstanbul’a, başlıyor sevdiğini aramaya; amacı Zekiye’yi bulup öldürerek namusunu temizlemek. Sonunda Zekiye’yi bir pavyon köşesinde buluyor ancak tüm öfkesine rağmen onu öldüremiyor. Sadece Zekiye’ye yakın olmak için onun çalıştığı pavyona koruma olarak giriyor.
İkilinin arası zamanla düzeliyor, Sefer aldığı motorla kendi başına bir iş kurmaya karar veriyor, Zekiye de borcunu ödeyince pavyondan ayrılmaya! Ancak patronları Sefer’e katakulli çevirip cinayet işlettirip, hapse düşürüyorlar!
Finalde iki sevenin kavuşmalarını bekliyoruz ama Sefer kendisine hainlik edenleri bıçaklayıp intikamını alıyor ama pavyonun yeni fedaisinin bıçak darbeleri altında su testisinin su yolunda kırılacağını gösteriyor dosta da düşmana da!
Atıf Yılmaz filmle ilgili şöyle demiş: ‘’Film beklediğimiz başarıyı yakalayamadı, senaryosu üzerinde çok titizlikle durmamıza rağmen, senaryodan gelen bir takım eksiklikleri taşıyordu’’
DAĞINIK YATAK(1984)
Y: Atıf Yılmaz, S: Murathan Mungan, M: Yalçın Tura, K: Salih Dikişçi, S.Y: Metin Deniz, Deniz Özen, O: Müjde Ar, Ümit Belen, Tuluğ Çizgen, Aykut Sözeri, Lale Belkıs, Memduh Ün, Savaş Akova, Ayşegül Uygurer, Hale Akınlı, Engin Yörükoğlu, Ahmet Evintan, Füsun Demirel, Cihat Tamer, Nubar Terziyan, Sema Peker, Ferdi Atuner, Selda Tosun, Macide Karali, Yapımcı: Kadri Yurdatap

Yılmaz’ın seksen ortalarına sunduğu bir armağan Dağınık Yatak, edebiyatımızın bir değeri olan Mungan’ın duyarlı bir hikayesinin başarılı bir uyarlaması.
Mungan hikayesini belki umutsuz ve acıklı noktalamış ama final bence sahici yaşamla örtüşüyor ve çok gerçekçi. Fassbinder bile mezarından fırlayıp seyretse ilham alırdı, eminim!
Mungan zengin müşterileriyle kurmuş olduğu düzmece ilişkilerden yorulmuş, tiksinmiş namlı bir sosyete orospusunu almış ve kadının arınma amaçlı, bakir ve alt sınıflardan gelen saf bir gençle yaşamaya başladığı serüveni anlatmış. Ve ilk kez aşık olmuş kadın, hem de karşılıksız; sonunu düşünmeden, bir çıkar gözetmeden sevmiş. Ama arınma tam bir fiyaskoyla bitmiş çünkü kentsoylu yaşantının içine balıklama dalan saf delikanlı çevresindeki çakalları tanıdıkça temizliğinden sıyrılmış, kadının çevresindeki sırtlanlardan farksız bir hale dönüşmüş.
Kadının adı Benli Meryem, yoksul ve sevgisiz bir ortamda sıkıntılar ve türlü eziyetlerle büyümüş, büyüyünce de güzelliğini kullanarak fahişe olmayı seçmiş. Üstelik öylesine ucuz bir fahişe de değil; sosyeteye girmiş, sadece zengin erkeklerle aşk yaşayan, onları parmağında oynatan ama onlardan hiçbir beklentisi olmayan zengin bir fahişe. Madem fahişeliği seçtim en iyisi olmalıyım demiş Meryem, en pahalısı, en paylaşılamayanı.
Yılmaz başarılı bir dönem filmi çekmiş, kentsoysuz çevreyi, onların abuk yaşantılarını iyi resmetmiş. Yaz eğlencelerini de. Davranışlar, söylemler hayatın kendisiyle bire bir uyumlu.
Yılmaz’ın güçlü senaryo dışında, oyuncularından gelen katkısı da olumlu fazlasıyla. Müjde Ar sosyete orospusuna hayat vermiş, kabuk değiştiren gençte oyuncu acemiliği filmin lehine işleyen Ümit Belen, evli aşıkta Aykut Sözeri, eşinde Hale Akınlı, bedenini satarak Side’de yaşamaya hevesli genç kızda Ayşegül Uygurer, tay sahibi sosyetikte Lale Belkıs son derece iyiler. Yan rollerdeki oyuncular da öyle.
Dağınık Yatak ustanın seksenlerdeki utkularından bir başkası.