Bergama Zeus Sunağı

Verildi mi Kaçırıldı mı ?
Günümüzde İzmir’in Bergama ilçesi sınırlarında bulunan Antik Pergamon şehrinin terasları üzerinde yer alan ve Helenistik Döneme tarihlenen büyük Zeus Sunağı Almanlar tarafından kazılıp bulunarak Almanya’ya götürülmüştür. Türklere göre kaçırılmış, Alman hükümetine göre ise dönemin mevcut kanunları çerçevesinde hareket edilmiştir. Carl Humann‘nın tuttuğu kazı günlükleri, Berlin’e gönderdiği mektup ve yazışmalar ile Berlin Konstantinopolis arasındaki elçilik yazışmaları konuya açıklık getirecektir.
Avrupa’nın önde gelen devletlerinin 19. yüzyılda başlayan güç ve zenginlik yarışında göstergelerden biri, başkentlerinde sahip oldukları müzelerdi. Londra’da British Museum, Paris’te Musée du Louvre ve diğerlerine göre biraz gecikmiş olsa da sonradan büyük bir atağa geçerek hızla gelişen Berlin’deki Pergamon Museum, sergiledikleri eserlerle zenginliğin ve gücün temsili olarak görülmüşlerdi.
Zeus sunağı İÖ II. yüzyılda Pergamon kralı II. Eumenes tarafından Galatlara karşı kazanılan zafere ithafen yaptırılmıştı. Zeus sunağını bu kadar ünlü yapan Helenistik Dönem heykeltraşlığının kusursuz özelliklerini yansıtan frizleri idi. Bu frizlerde Olimpos tanrıları ile devler (Gigant) arasında yapılan savaş (Gigantomahia) anlatılmaktaydı. Eser Antik dönemde ünlenmiş olmasına karşın İsa’dan sonra 4. yüzyılda Hristiyanlığın etkisi ile pagan tanrılarına başlatılan düşmanlık neticesinde tahrip edildi ve blokları 5. yüzyıl Doğu Roma (Bizans) sur duvarlarında kullanıldı. Duvarda kullanılmayan blokları ise arazide dağınık halde bulundu.
Anadolu’da birçok antik kentte kazılar yaparak Zeus Sunağı dahil birçok eserin Almanya’ya taşınmasını sağlayan Carl Humann Latince, Yunanca ve matematik eğitimi almış Berlin Bauakademie’de üniversiteye gitmişti. Antik eserlere ilgi duyuyor, boş zamanlarında müzelerde heykel ve arkeolojik eserlerin çizimlerini yapıyordu. Geçirdiği ağır akciğer rahatsızlığından sonra daha sıcak iklimlerde yaşaması gerektiği vurgulanmış; o da bunun üzerine Osmanlı Devleti sınırları dahilinde olan Samos’a gelmişti. Burada Samos valisinin yanında çalışan ağabeyinin tavsiyesi ile Heraion’da incelemelerde bulundu. Daha sonra Samos’tan Konstantinapolis (İstanbul)’e geçti. Burada İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Bulwer ile tanıştı. Bulwer’in siparişi üzerine onlara çok beğenecekleri bir yazlık ev yaptı. Yaptığı başarılı iş neticesinde takdir gören Humann’ı İngiliz büyükelçisi dönemin sadrazamı Fuat Paşa ile tanıştırdı. Humann bu sayede yol yapımı projelerinde topograf olarak çalışmaya başladı. Ağabeyi ile birlikte kurdukları yol yapım şirketi ile Konstantinapolis ve Smyrna arasındaki yol yapım işlerini de aldılar.

Bu sayede Humann bölgede çok rahat dolaşıp ve coğrafyayı çok iyi gözlemleme fırsatı buldu. Fakat Osmanlı Devleti’nin kötüleşen ekonomisi sebebiyle vaat edilen ödemeleri alamadıkları için iflas ettiler. Sonrasında Humann Smyrna (İzmir)’dan bir ev alarak buraya yerleşti. Birkaç kez gittiği Bergama’da daha fazla vakit geçirmeye başlayan Humann akropolde dolaşırken üzerinde savaş sahneleri bulunan iki mermer blok ve farklı arkeolojik eserlere rastlayarak bunların büyük bir yerleşime ait olabileceğinden şüphelendi. Çalışmalarını burada yoğunlaştırdı. Bulduğu iki levhayı Berlin Kraliyet Müzeleri Antik Salonlar Müdürü Ernst Curtius’a gönderdi.
Curtius, Humann’ın kazı isteğine olumsuz cevap vermese de onu oyaladı. Curtius’un asıl hedefi Yunanistan’ı kazmaktı. Uzun bir sessizliğin ardından yaklaşık 7 yıl geçmişti ki 1877 Eylül ayında Berlin İmparatorluk Müzeleri Heykel Galerisi ve Eski Eserler Koleksiyon Müdürlüğü’ne Alexander Conze atandı. Conze Humann’ın gönderdiklerini müze deposunda gördü ve hemen Humann ile iletişime geçti.
Carl Humann (1839-1896)
Conze Almanya’nın eski eser avcılığı konusunda diğer devletlerden geride kalmasının acısını çıkarmak istemekteydi. Alman Veliaht Prens Friedrich Wilhelm de Yunan Antik Çağı’na özel ilgiliydi. Onun desteğiyle Konstantinapolis’teki Alman büyükelçiliğine kazı izni alması konusunda baskı yapılmıştı. Büyükelçi Paul Graf Von Hatzfeldt sırasıyla Sultan, sadrazam ve kazı işlerinden sorumlu maarif nazırıyla görüşmeler gerçekleştirdi. Osmanlı Devletinin 1874 yılında çıkarttığı Asarı Atika nizamnamesine göre kazıda bulunan eserlerin üçte biri kazıcıya, üçte biri arazi sahibine ve kalan üçte birlik kısmı ise Osmanlı Sultanı’na aitti. Bu kanundan önce çıkarılan eserlerin üçte ikisini kazıyı yapan taraf almaktaydı. Humann Osman Hamdi Bey’in desteği ile çıkarılan bu kanuna aşırı tepkiliydi.
Conze kazı resmi olarak başlamadan Humann tarafından kısmen ortaya çıkarılan ve kaçak olarak Berlin’e gönderilen iki blok üzerinden yaptığı araştırmalar sonucunda Romalı Antik Çağ yazarı Lucius Ampelius’un Pergamon’da mermer bir sunak ve frizleri hakkında bilgi verdiğini tespit etmişti. Yapının Antik dönemde de meşhur olan Zeus Sunağı olduğu daha kazılmadan 1878’de anlaşılmıştı. Alınan izinle birlikte kazının ilk resmi kazması 9 Eylül 1878′ de vuruldu. 3 gün içinde yapı ve blokları büyük oranda ortaya çıkarıldı. Buluntular çevreye belli etmeden ahşap sandıklara konularak götürülmeye hazır hale getirildi. Dikkatler üzerlerine çekilmeden oldubittiye getirip blokları götürmek istiyorlardı. Kazının başında durması için Smyrna’dan gönderilen Ali Rıza Bey konuya hakim olmamasının yanı sıra, yönlendirmeye de açık bir kişilikti. Türklerin payına düşen üçte birlik kısım için farklı eserler bulunup bunların verilmesi konuşuluyordu. Humann üçte ikilik hak sahibi olmak için Akropol tepesinin 200 pounda satın alınabileceğini teklif etse de, yazışmalardan anlaşıldığı üzere mesele 4.500 reichsmarka bahşiş yoluyla çözüldü. Humann’ın İkinci Dünya Savaşı’nda bir kısmı kaybolan mektuplarından dolayı bahşişi kime verdiğini kendisinden öğrenemeyiz. Fakat bu mektuplara karşılık olarak yazılan Conze’nin mektupları sık sık Divan’dan bahsetmektedir. Mektubun devamında bahşişi alanın dönemin sadrazamı Saffet Paşa olduğu anlaşılır. Bu sayede buluntuların üçte ikilik kısmı da Almanlara verilmiş olur.
Almanlar hem kazan taraf hem de toprak sahibi gibi gösterilmiştir. Geriye üçte birlik bir kısım kalmıştır. Öncelikli olarak üçte ikilik kısım olan 40 rölyef blok ve 700-800 parçadan oluşan tonlarca ağırlıktaki sandıkların Almanya’ya götürülmesidir. Bu ağırlıktaki kargoyu piyasadaki küçük gemilerin taşıması mümkün olmadığı için bir savaş gemisine ihtiyaç duyulur. Başta çok dikkat çekeceği gibi kaygılar dillendirilse de gemi 1 Ocak 1879′ da Konstantinapolis’ten yola çıktı. Eserler Pergamon akropolünden indirilerek Dikili Limanı’na getirildi. Fakat büyük geminin buraya yanaşmasının mümkün olmamasından dolayı gemi Smyrna limanına yanaşmak üzere yola devam etti. Daha küçük gemilerle birçok sefer yapılarak parçalar Dikili’den Smyrna’ya taşındı. Tüm bunlar olurken üçüncü üçte birlik bölüm için Osmanlı Devleti’ne baskılar arttı. Türk tarafı hakkını devretme konusunda gönülsüz davranıyordu. 1878 yılında ağır bir yenilgiyle sonuçlanan Osmanlı Rus savaşından sonra Almanya’da yapılan Berlin Konferansı’nda Almanların desteği ile yenilgi Osmanlılar lehine yarı bir zafere dönüştürülmüş, göç eden müslüman halka Almanların büyük destekleri olmuştu. Bu nedenle Almanlar Osmanlının kendilerine borçlu olduğunu düşünüyorlardı. Buna karşın Osmanlı’dan yine de eserler konusunda net bir cevap alamadılar. Bu kez Alman Veliaht Prens tekrar devreye girerek Padişah II. Abdülhamit’ten uygun miktada bir bağış karşılığında üçte birlik bölümünün kendilerini hibe edilmesini rica etti. Aylar geçmesine rağmen Türk tarafından net bir cevap gelmedi ve oyalama cevaplarla süreç uzatıldı. Fakat en sonunda Almanların 1879 Ocak ayından Eylül ayına kadar verdikleri türlü mücadele ve baskılar sonuca ulaştı; istedikleri fermanı aldılar. Fermana göre Eylül 1878′ den Eylül 1879′ a kadar olan 1 yıllık sürede çıkan tüm eserler 20.000 Mark karşılığında Almanlara verildi. Bu Zeus Sunağının tamamı demekti. Almanlar büyük bir zafer kazanmışlardı. Haliyle eserlerin gelişi Almanya’da büyük bir şova dönüştürüldü, Humann kahraman ilan edildi. Olayın üzücü taraflarından biri de Almanya’da haftalık çıkan Die Gartenlaube gazetesinde yer alan yazıda yapılan hesaplamalar sonucunda gelen mermer blokların sadece mermer olarak bile değerinin 20.000 marktan fazla edeceği idi.
Osmanlı Devleti kendi payını vermemek için direnmişti elbette. Fakat dönemin şartları, savaşlar ekonomik zorluklar Almanların siyasi baskıları ve yeni tahta çıkmış II. Abdülhamit’in önceliği başka konulara vermiş olması direncin kırılmasını kolaylaştırdı.
Yurt dışına kaçırılan eserlerin aslında bir kurtarma operasyonuyla yok olmaktan korundukları iddiası, o dönemde eser toplayan kazıcıların genel savunmasıydı. Bu savunmaya göre, onlar birer soyguncu değil dünya mirasını koruyan kurtarıcılardı. Fakat günümüzde yaptığımız kazılar bize gösteriyor ki en büyük tahribat Doğu Roma (Bizans) Döneminde yaşanmış ve bitmiştir. Antik kent çevrelerinde muhtelif kireç ocakları mutlaka olmuştur ya da bloklar Türkler tarafından devşirme olarak kullanılmıştır.
Sunağın bulunduğu yerin günümüzdeki görünümü (temeller)


Oysa düşünüldüğü oranda tahribat asla yaşanmamıştır. Dolayısıyla götürülmeselerdi de yine o yapılar ya da eserler çok büyük oranda toprak altında korunmaya devam edecekti.
Uzun yıllardır yurtdışına kaçırılan eserlerin getirilmesi için mücadeleler veriliyor. Şimdilerde ise daha agresif bir ekip canla başla çalışıyor. Zeus Sunağı gelir mi bilmem ama muhteşem görkemi ve güzelliği ile insanları etkileyerek ve kültür elçimiz olarak yurtdışında ülkemizi temsil etmeye devam ediyor.