KÜLTÜR YOLCULUĞU

Heykeltıraş Pavel Kaltygin ile Söyleşi

Sanatçının yapıtlarının instagramdaki görselleri için bknz. @pavel_kaltygin

Pavel Kaltygin 1988 yılında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasına kısa bir süre kala ufak bir şehir olan Petrozavodsk’ta doğdu. Hocaları Sovyet kimliğini taşıyan büyük sanatçılardı. Üniversiteyi Petersburg’da okuyan yetenekli sanat dehası eşinin işi nedeniyle Türkiye’ye taşındı. Şu an İzmir’de Hatay’da oturuyor ve stüdyosu da yine aynı adreste. Bu söyleşi de orada gerçekleşti ve İzmir’in Portreleri projesi kapsamında bir de taslak portre yaptı. Kimin portresini derseniz “benim” yani Zeplin Art muhabiri Güçlü Yılmaz’ın.  Rus sanatçı Pavel Kaltygin’in sanat ve Türkiye serüveni başlıyor…

G: İlk sorum nerede doğdun, nasıl bir ailede, sanatçı olmadan önce neler yaptın?

P: Petrozavodsk’ta doğdum, Finlandiya sınırına yakınca. Sıradan bir aileye sahip olduğumu söyleyebilirim. Ailede hiçbir sanatçı yoktu. Dedem köy öğretmeniydi resim, müzik gibi alanlarda çocuklara eğitimler veriyordu. Kendisi de bir yazar ve müzisyen olan dedem belki yetenekli bir insandı yine de hayatlarımızın çok fazla kesiştiğini söyleyemem. Babaannem örgü örerdi. Ondan çok şey öğrendim. 9-12 yaşları arasında okuldan sonra onun evine giderdim ve bana bere, eldiven yapmasını isterdim. Yaparken de nasıl yaptığına ilişkin sorular sorardım. Ben de onunla birlikte bir şeyler yapmaya çalışırdım. Kendisi tam bir mükemmelliyetçiydi. Çocuk olmama rağmen tavrı değişmezdi. İyi bir öğretmen değildi bu anlamda. Ama bendeki mükemmeliyetçilik ondan geliyor olabilir.

Anne babama gelecek olursak. Annem doktor, babam mühendis ve iki kardeşiz ve ablam çok iyi bir eğitim alıyordu ve başarılıydı. Aile büyükleri bir noktada ailede böyle zehir gibi bir tip var başkasına ihtiyaç yok diye düşündüler. Bu yüzden benden beni aşan şeyler istemekten vazgeçtiler. Normal bir eğitim aldım. Rusça dahil bazı konularda kötüydüm. Aile büyükleri benim geleceğimi düşünmeyi bıraktılar. Beni kendi halime bıraktılar. 8 yaşından sonra bana ne olacaksın filan diye hiç sormadılar. Bu okula 7. Sınıfta yazıldım ve 9. Sınıfa kadar yani 3 yıl okudum. Lise sınavını da kazandım ama daha fazla ilerlemek istemedim koleje gittim. 9 sınıfta şehrin en iyi okulunda okumaya başladım. Ama bunun nedeni bu okulda okumayı istemem değildi, okula yakın bir apartmana taşınmamızdı. 9. sınıf sonrası bu okulu bırakıp koleje gitmeye karar verdim. 9. sınıf yani ortaokul zamanları mimar olmaya karar vermiştim. Okuduğum okulun müdürü de bir mimardı ve Mimari çizim okumuştu. Müdür ile konuşunca bana biraz serzenişte bulundu. “Sınava girdin kazandın şimdi başka bir okula gitmek istiyorsun, bu şekilde birisinin hakkını yemiş olacaksın” dedi. Fakat benim mimari ile olan ilgimi, yeteneğimi fark ettiği için de beni destekledi. Bu arada koleje giderken bir sanat okuluna da gidiyordum.

G: Kaç yaşındaydın?

P: 12 yaşındaydım

G: Mimarlık okumayı seçmeden önce sanat okuluna yazılmıştın?

P: Rusya’da 12 yaş sanat okula gidebilmek için son sınırdır. Aslında bu okula gitmeyi pek planlamamıştım. Bunun hikayesini anlatayım. O dönemde annem doktorluğu bırakmıştı. Hastane kapanmıştı ve yeni bir iş arıyordu. Pek çok doktor aynı durumdaydı ve bu zor bir durumdu. Yazları Finlandiya’da bir otele gidiyorduk. Annem kat hizmetlerinde, garson olarak çalıştı. Doktor olmasına rağmen bu şekilde çalışması gerekti. Pek çok doktor yurtdışına gitti o dönemde. Pek çok arkadaşı da Finlandiya’ya gitti. Ama bu babamın işi nedeniyle mümkün değildi. Yazın bu otele gidiyorduk. Oraya gitmemizin bir nedeni daha vardı. Otelin sahibi bizi davet etmişti. Otel sahibi Rusya’dan bir çocuğu evlat edinmişti. Bu çocuğun Rusçayı unutmasını istemiyorlardı. Benden sadece 1 yaş büyüktü. Aslında davetin ana nedeni bendim. Annem çalışıyordu ve ben de onunla Rusça konuşuyordum. Bu hikayeyi neden anlatıyorum; bu durum benim için çok sıkıcıydı. Annem çok çalışıyor ve benimle ilgilenecek vakti kalmıyordu. Oğlan çocuğu Aleksei özgürce istediğini yapabiliyordu ve bana ihtiyacı da yoktu. O yüzden ben de istediğim zaman ondan habersiz odun deposuna gidebiliyordum. Mutfaktan aldığım bir bıçakla oduna şekil vermeye başladım. Depodan haberdar değildi kimse ve bu mekan benim gizli sığınağımdı artık. Anne babamın gözünden kaybolduğumda bir şeyler yapmaya başlamıştım. Oteldeyken benim için en iyi malzeme buydu. Mutfaktan bıçağı çaldım, birisi beni yakalayacak diye korka korka odunluğa götürdüm. Burada yaptığım ufak heykelcikleri odunların arasına gizliyordum. O yüzden de kolay bulunabildiler. Otel sahibinin kocası bir gün benim yaptıklarımı gördü. Çok gerildim ve ağlamaya hazırdım. “Bunları kim yaptı?” dedi. Oduncu gibi güçlü bir çehresi vardı ve ondan korkuyordum. Gergin bir şekilde “ben” dedim. Ve sonra şaşırtıcı bir şekilde bana değil anneme bağırmaya başladı. “Oğlun çok yetenekli, bu karanlık depoda hiçbir eğitim almadan vaktini çarçur ediyor”. Gerçi sonradan doğum günümde profesyonel bir bıçak aldığını da belirteyim.  O sırada 11 yaşındaydım ve bu bir dönüm noktası oldu ve sonrasında sanat okuluna gitmeye karar verdim.

Mayısta oraya gittim ama okul dönemi eylülde başlıyordu. Temmuz ayında doğum günüm vardı. Mayısta gittim sınavlara girdim ve beni kabul ettiler. Eylül ayında gittiğimde ise bana 13 yaşına gelmişsin, bu şekilde kayıt yaptıramazsın dediler. Sadece 12 yaşa kadar kabul ediyoruz. Büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım. Okuldaki hoca benim eserlerimi gördüğünü ve iyi bulduğunu söyledi. “Mükemmel değil, ama iyi” dedi. Beni kendi dersine alabileceğini söyledi.Onunla başlamış olduk.

Sanat yolunda ilerlerken 4 hoca ile karşılaştım diyebilirim. İlki okul değiştirmeden önce gittiğim okulun müdürü. İkincisi bu kendi özel dersine alan hoca. Onunla bir yıl çalıştım ve sonra bu hoca kendi öğrencisi ve Pertersburg’daki eğitim fakültesinden mezun olmuş bir hocayı önerdi. Petersburg’da Eğitim Fakültesi mezun olmuş bir öğrenci şimdi ilk dersini veriyormuş. Beni sanat yolunda ilerleten üçüncü kişi de o oldu. Şu an nasıldır tam bilemiyorum ama o dönemde sanat aşkı ile yanıp tutuşuyordu. Bana her şeyi anlatıyordu inanılmaz bir şekilde emek ve zaman harcıyordu bana.

G: Bunların hepsi Petersburg öncesi

P: Mimari Çizim Okulunda eğitimime başladım. 4 yıl bu okulda okudum. Bu okula giderken 13 yaşında çocuk sanat okuluna da gittim. Bu geç bir yaş başlangıç için. En geç 12 yaşta başlaması lazım. Okulum Sovyet tarzındaydı ve Sanat Kalesi olarak adlandırılmıştı. Sadece sanat yoktu gemi modellemesi, uçak modellemesi, seramik dersleri de vardı. Okul bittiğinde gidip kapılarını çalıyordum. Orada Nikalai Nikileviç gemi modellemesi çalışıyordu. Senin yaptığının aynısını yapmam mümkün mü diye soruyordum. Şu an bunu yapmak mümkün mü bilemiyorum. Rusya’da kayıtlara anne baba ile gitmek gerekir, izin belgeleri imzalanmalı, her şeyin parası ödenmeli. O zamanlar herhangi bir ödeme yapmadan başlayabiliyordunuz. Ben her açık kapıdan sızıyordum. Uçaklar, gemiler yaptım …

Vazolar yapıyordum, ağaç kabuğundan kutular, pek çok farklı işlemi öğrendim ve uyguladım bu şekilde. Heykel dersleri ben oraya gittikten sonra açıldı. Sanat Kalesinin farklı birimlerine gittim. Seramik de bunlardan biriydi. Öğretmenime sınava resimden gireceğimi, eser çalışmamı seramikle yapacağımı ve heykel üzerine çalışacağımı söyledim. Öğretmen hiç böyle bir şey yapmıyoruz dedi. Ama daha sonra yan odadaki hoca ile konuşup bu şekli ile müfredata eklediler.

G: Şu anda çok çeşitli alanlarla ilgileniyorsun bunun temellerinin o dönemde atıldığını söyleyebilir miyiz?

P: Evet söyleyebiliriz, bu öyle bir bakış açısı ki malzemenin bir önemi yok. Asıl olan düşünce, malzeme sadece bir araç. Rusya’daki pek çok okul sanat nizamları çerçevesinde hareket ediyorlar. Sadece bu şekilde yapabilirsin, herhangi bir seçenek sunulmuyor. Mezun olduktan sonra ne istersen onu yapabilirsin. Sanat Kalesinde pek çok yol olduğunu anladım. Pek çok malzeme ile çalışmaya alıştım, gemi yaparken ahşap kullanıyordum. Böylelikle ahşaba şekil verecek aletleri biliyordum. Bu ellerimi kullanmamı da sağladı. Sadece fırça kullanmıyordum. Bıçakla hatta makine kullanarak da çalışmaya başladım. Bu esnada 13-14 yaşlarındayım. Mühendis olan babamdan bazı aletleri daha iyi kullanır hale geldim çünkü her gün kullanıyordum. Bu temel bana bugün de yardımcı oluyor.

G: Eşin Natalia için mücevherler yaptığını hatırladım.

P: O basit bir örnekti ama oradayken çok daha karmaşıklarını da yaptım. Küçük gümüş parçaları ile belki bunun fotoğrafını gösteririm sonradan o tarzdaydı. Petersburg’a mimarlık bölümüne gitmek istemedim. Mücevher yapımcısı olmak istiyordum. Petrozavodsk’taki son yılımda bu kararı aldım ve bu şekilde Petersburg’a taşındım.

G: Hangi yıl doğdun?

P: Sovyetler Birliğinin son yılları olan 88’de doğdum.

G: Sovyetlerden bugünün Rusya’sına olan değişimi tam olarak deneyimlemiş oldun.

P: Sovyetler Birliği 1 günde yıkıldı ama fiili etkileri daha uzunca bir sürece yayıldı. Benim sanatçılık yolumdaki 4. kişi de tam anlamıyla Sovyet kimliğini yansıtıyordu. Sanat Kalesi de yine Sovyet anlayışındaydı. Her çocuk gelip bütün günü burada birlikte geçirebilirdi. Tam bir Sovyet düşüncesi. Son 15 yıldır oraya gitmedim ama belirli bir değişim olduğuna inanıyorum. Belki bina kullanılıyordur ama o dönemki düşünceler yaşamıyor olabilir. Sovyet zamanı doğdum ve Sovyet hocalardan eğitimlerimi de o dönemde aldım.

G: Rusya’da meydanlarda heykellerin var mı?

P: Bu Rus geleneği Çar zamanından kalma. Sonrasında Sovyetler Birliği bu düşünceyi benimsiyor ve daha da güçlendiriyor. İnsanlara yönetici kim göstermek için iyi bir yol. Bu anlamda Ruslar büyük heykelleri seviyor. Artık pek çok ülke bu tarz dev heykeller yapmıyor. Daha önce Sovyet disiplininin temsilcisi hocamdan bahsetmiştim kendisi Rusya’daki en güzel heykelleri yapmıştır.

G: İsmi neydi?

P: Gorevoy Vladimir

G: Bu hoca portreleri daha kolay çizebilmen için senden kulplu kazan resmini yüzlerce kez çizmeni isteyen mi?

P: Evet, aynen o. Sovyet zamanı eğitim almış ve alanının en iyisi olan hocam bugünlerde heykeller insanlara yakın olmalı demişti. Dev heykel dönemi bitiyor. Onun nasıl böyle bir noktaya geldiğini bilemiyorum çünkü kendisi dev heykellerde mükemmeldir. 27 metrelik heykelleri oldukça kolay bir şekilde yapabilir. Kendisi bile artık küçük ölçeklerde heykel yapmalıyız dedi. İnsanlığa ilişkin konuşmalar yapar, insanın temel özellikleri hakkında konuşur. Artık o dev görene yaklaşmalı. Şimdi yapmak istediğin en büyük heykel gerçeğinden sadece %25 daha büyük demişti. Bu klasik Yunandaki tarife uyuyor. Onlar da ya %25 büyük ya %25 küçük yapıyorlardı ama asla aynı boyutta değil. Sen bir kişiyi yapmıyorsun derdi sen o kişinin imgesini yapıyorsun. Tam bir kopya yapmaya çalışma. Bir kopya yapmak istersen bir yüzden bir kalıp alıp bunu yapabilirsin. Şimdi 3 boyutlu yazıcılar veya fotoğraf ile bunlar mümkün. O zaman sanata ihtiyacımız yok. Sanatla sanatçının bakış açısını görüyoruz. Bir şeyler yakalıyor sanatıyla.

G: Bende neyi yakaladın o zaman?

P: Bunu göreceksin. Sanat dil gibidir. Müzik gibidir. Müzik eserinin parçalarını açıklamaya kalksan hiçbir zaman açıklayamazsın. Herkes sanatı açıklamaya kalkar. Denizdeki dalgalar üzerinde gemiyi görürsün. Bunu ifade etmene gerek yoktur. Altında yatan düşünce senin ifade edemeyeceğin derinliklerde. Bir heykeltıraştan heykelin anlamına ilişkin bir listeleme yapması istenirse bunun cevabını bilmiyorum. Benim eserlerimde de farklı anlam katmanları var. Bazıları izleyiciye göstermek istediklerim. Bazılarını gizliyorum ve hiçbir zaman göstermiyorum. O kadar çok katman var ki hangi birini açıklayabilirim ki?

G: Hangi yaşların arası Petersburg’daydın?

P: 18-34 yaşlarım arası.

G: Sonrası Türkiye mi?

P: Evet

G: Rusya’dan Türkiye’ye gelmek sanatını ne şekilde etkilemiş olabilir? Buraya gelerek bir şeyleri feda etmen gerekti mi? Rusya’da bir isim yapmıştın ve heykeltıraş olarak bir ünün vardı.

P: Rus Sanat Akademisi hakkında konuşmuştum. Zor bir eğitim ve pek karşılaşmayacağın türde kendine has kuralları var. Şimdi biraz daha kolay hale geldi, bu başındaki kişinin değişmesinden kaynaklandı. Daha yeni görüşleri var, müthiş yeni değil ama eskiye göre yeni.Benim orada olduğum dönemlerde hocalar derse alacaklarını özel olarak seçiyorlardı. Bu hocayla çalışarak Okulda öğrendiğimden daha fazlasını öğrendim. Okula devam ettim ve boş zamanlarımda kendisi ile çalıştım. Böylece bütün bu yılları heykele adamış oldum. 2008-2016 yılları arasında kendisi ile çalıştım. Bu 8 yılın üstüne 3 yıl da asistanlığını yaptım. Ben onun bakış açısını taşıyorum diyebilirim. Bu bakış açısı bana ait değildi. Onun atölyesinden ayrılma nedenim kendi anlayışımı araştırmaktı. Hala da bu araştırma süreci devam ediyor. Türkiye’ye taşınmakla neler değişti tam olarak söyleyemiyorum. Yves Sain Laurent’in doğu yolculuğunu duymuştum. O bizim gibi taşınmadı sadece gezi amaçlı geldi. İran’a da gitti. Ve arkadaşlarına yeni renkler götürdü. Götürdüğü renkler normalden farklılık gösterdi. Kütahya seramiklerinin mavisini götürdü, bu renkler Fransa’da vardı ama kullanılmıyordu. Yeni bir moda yeni bir tarz doğmuş oldu. Bütün bunlar o seyahatten kaynaklandı.

G: Türkiye’de bulunmak farklı renkleri, insanları görmek sanatını besliyor diyebilir miyiz? Yeni bir ilham veriyor mu? 

P: Neden Yves Saint Laurent hakkında konuşmaya başladım. Bunun çözümlemesini yapabiliriz. Burada zamansal olarak farklı iki dönem var bunları karşılaştırabiliriz. Ne eklediğini ne getirdiğini görebiliriz. Bunu şu an ben kendi bakış açım için yapamıyorum. Bir uzman da benim eserlerimi incelese yapamayacaktır. Bir şey bulmak zor olacaktır. Beni pek çok farklı açıdan değiştirdi Türkiye serüveni ama nasıl bunu bilmiyorum.

G: Sadece ekonomik açıdan düşünelim eğer Rusya’da kalmış olsaydın bir heykeltıraş olarak daha rahat bir yaşamın mı olacaktı?

P: (gülüyor) Yüz kat daha rahat olurdum. İki kat demiyorum 100 kat.

G: Pişman değil misin veya burada bulunmaktan memnun musun?

P: Eğer Rusya’da kalmış olsaydım tarz olarak kısır bir döneme girecektim. Sadece benden beklenileni yapardım tamamen geleneksel olanı tekrarlardım. Özellikle bu günlerde herkes geleneksel olanı istiyor. Aynı zamanda zihinsel olarak kısır bir döneme girmiş olacaktım. Savaş ile ilgili olmasa dahi ben herhangi bir silahın resmini yapmak istemiyorum. Bilginin, bilgeliğin, şairlerin resmini yapmak isterim çünkü onlar üretiyorlar. Bir şairin portresini yapmak istiyor değilim. Fırçayı şairin portresini yapma ifadesi olarak kullanmak istiyorum. Bu böylesi bir tarzı seviyorum. Bir silah yapmak bana ilginç gelmiyor. Öylesi teklifleri geri çeviriyorum. Rusya’da olsam iyi bir gelirim olurdu ama ufkum daralır ve yaratıcı zihin anlamında kısır bir dönem yaşardım. Belki biraz daha fakir bir yaşamım var ama yaşamım başka bir yönden daha zengin oldu. Ben bu yolu seçtim hepsi bu.

G: İzmir için projelerin var mı? İzmir’in bir belediye başkanı senin bir projeni desteklediğini söylese böylesi bir projenin yeter bütçesi ne olur?

P: Bu projeden projeye değişir. Sanat benim için dil gibidir demiştim. Sanatla cevap vermek için bir soru bir görev olmalı. Farklı farklı cevaplar tek bir sorunun karşılığı olabilir. Eğer bir soru varsa ben kendi cevabımı oluşturabilirim. Şu an yapıyor olduğumuz da bir proje kapsamında. Bunu “İzmir’in Portresi” olarak adlandırdım. Bunu biraz açabilirim.

G: Evet bunu okuyucularımıza açıklasak iyi olacak.

P: Bir gün şu odada oturuyorum ve 4 kişiyiz. Bu odada oturan herkesin bir portresini  yapsam sadece bu kişilerin bireysel olarak portresini yapmış olacağım diye düşündüm. Bu odanın portresi nasıl olur diye kendime sorarsam o zaman kim portreyi yapacak. Normalde insan, insan olmayanın portresini yapıyor. İnsan bir araba portresi yapıyor. Arabayı yapanı veya arabanın içerisine oturanın. Bu arabanın özelliğini veriyor. Odada oturan 4 kişi şimdi odanın portresini veya imgesini oluşturuyor. Bu düşünce oda için çalışıyorsa o zaman İzmir’in portresi nedir. Bu portre nasıl yapılabilir. Rastgele insanlar seçilebilir. Burada yaşayan veya buraya gelmiş olanlar. Çünkü onlar da bu portreye özellik katıyorlar. Benim yaptığım şekli ile bu İzmir’de şöyle ilerledi … örneğin ikamet izni almak için zorluklar yaşıyordum bunun için evimizin önünde olan polis bize çok yardımcı oldu. Göç idaresinin istediği bazı belgeleri bizim için hazırladı. 2 ayda hazırlayacağımız belgeyi 2 günde hallediverdi. Onunla konuştuğumuz anda yardıma girişti. Elektrikli eşyalar satan ve bazı eşyaları onardığı bir dükkanı olan bir kişi var apartman girişinde. Ne zaman yağmur yağsa motosikletimin üstünü  örtüyor. Ya da sen buradasın (G) sen de beni farklı grupların içerisine soktun. Bu sayede farkı ilginç insanlarla tanıştım ve sen bunun için bir köprü vazifesi gördün. Bu benim İzmir’imin portresi. Benim İzmir’le olan bağlantım ve onu nasıl gördüğüm, o kişi, o polis, göç idaresindeki o kişi. O polisin portresini yapmam mümkün olur mu emin değilim ama kendisine soracağım.

G: Senin için bir fotoğraf yeterli mi? Yoksa önünde oturmaları mı gerekir?

P: Eserin büyük bir oranını fotoğraf üzerinden yapabilirim ama yine de bir aşamada önümde oturması gerekir. Anatomik özellikleri kişiliği yansıtmak için yeterli olmaz. Kişiyi tanımak belki onunla bir çay içmem lazım. Ama bir kadının portresini yapmak istiyorsan belki onunla 50 yıl geçirmem gerekiyordur. Hatta belki bu süre bile yeterli olmaz.

G: Bu proje için insanlar sana mı gelecek? Nasıl ilerleyecek?

P: Rusyadaki eğitim geçmişim sayesinde bu konuda bir bilgi birikimine sahibim. Özellikle portreler hakkındaki bilginin özel bir bilgi olduğunu anladım ve burada insanlar bu bilginin farkında değil. Aklıma bir düşünce geldi eğer Kültür Bakanlığı veya Belediyeler için herkese açık özel dersler verecek olursam. Belki bunu bir müzede gerçekleştirebilirim ve oraya modellerimi davet edebilirim. Ziyaretçiler de gelebilir ve o zaman orada açıklamalı bir şekilde ilerleyebilirim. Hem ziyaretçiler için bir eğitim olur, benim kafamdaki düşüncenin gerçekleşmesini sağlar ve nihai olarak sergiyi de orada açarız.

G: İzmir’in Portresi projesi için kaç kişi dahil olacak?

P: Yaklaşık 20 gibi ama tek tek saymış da değilim. Eğer serginin Temmuzda olacağını bilirsek ne kadar zamanım olduğunu bilip ona göre durumu tartarım. O zaman 13 portre ile sınırlandırabilirim. Eğer İzmir’den 3 yıl sonra ayrılacağımı bilirsem bu benim İzmir’deki son sergim olacaksa o zaman belki 50 portreye kadar çıkabilirim çok net değil sayı olarak. Tabi bu projeyi kendi cebimden karşılamam mümkün değil. Bu proje için emek ve zaman harcıyor olacağım.

G: Günlerini nasıl geçiriyorsun. Normal bir haftanda neler var?

P: O sırada neler yapmaktaysam ona göre değişiklik gösteriyor. Nasıl çalıştığım konusunu biraz daha açmam gerekecek. Eşim Petersburg’a geldiğinde bir proje üzerinde çalışmaktaydım. Bana telefon etti “neredesin” diye sordu. Bir kafede bir arkadaşımla bir proje üzerine konuşuyorduk. 4 saat sonra yine telefon etti “neredesin”, biz hala aynı kafedeyiz. “hala aynı kafede mi? hep çalışıyor musunuz yoksa sohbete mi daldınız” o zaman benim çalışma tarzımın bu şekilde olduğunu ona tam anlatamadım. İşimizin büyük bir kısmı hayal etmek. Hayal ederken bazen ana düşünceden uzaklaşırız ve tekrar geri geliriz. Şakalaşıyoruz, konuşuyoruz ve bu şekilde çıkacak ürünle veya eserle ilgili ne yapabileceğimizi tartıyoruz. Bu böyle bir çalışma yöntemi. Bronz döküm imalathanesine gittiğimizde o zaman sıradan bir işçi gibi çalışmaya başlıyorum. 6’da kalkıyorum 7 de diğer işçilerle birlikte imalathanede oluyorum. Bazen onlardan daha uzun saatler orada kalıyorum. Bronz dökümde eserlerimin en son halinin yüzeyini kendim yapmak isterim.

İris: Bronz ile çalıştıktan sonra bir de porselen ile çalışmaya başladınız. Bu ikisi arasındaki farklar nelerdi başka teknikler kullandınız. Bu ikisi arasındaki geçişin sizin eserlerinizdeki yansıması nasıl oldu?

P: Sanırım cevabım oldukça sıra dışı gelecek sana. Benim için bronz ve porselen arasında hiçbir fark yok. Bronz ve porselen arasındaki fark ateşe verdikten sonra küçülme oranıdır. Bronz her aşamada %1 küçülüyor. Yani başından sonuna %3’lük bir küçülme var. Orijinalle en son hali arasında %2,5’luk bir fark var. Porselen ateşe verildikten sonra %15 ila %18 oranında küçülür. Temel fark budur. Porselenle çoğu porselenle çalışana göre farklı çalışırım. Bronz ile çalıştığım gibi çalışırım. Bunu açabilirim. Öncelikle ikisi için de kil ile başlarım. Başlangıç ikisi için de aynı. Alçıdan model yaparım. Alçıdan kalıp alırım bunu bozup modelleme yaparım. Şurada gördüğünüz sarı geyik gibi. Bu alçı model bu aşamadan sonra ister bronz ister porselen yapabilirim. Bunun sonrasında çok karmaşık şekiller yapmaya başladım farklı kısımlar için. Farklı bileşenler için. Bunun sonrasında değişiklikler geliyor… Bronz üretimi için alçı kalıba balmumu döküyorum. Porselen yapmak için aynı kalıba sıvı porselen kütlesi döküyorum. Yaklaşık bir saat orada kalmalı, bu süre zarfında su kalıbın duvarlarına emilir ve kalıbın içinde bir porselen çökeltisi oluşur. Porselen kütlesinin geri kalanı geri boşaltılır. Bu şekilde bronz için balmumundan ve porselen üretimi için porselen kütlesinden ince bir kabuk elde ederim.

 Bu bronz kalıbını oluşturuyor. Benim çalışmam buraya kadar aynı. Sonra imalathane aşaması geliyor. Onlara ürünü veriyorum ve onlar ya bunu fırına veriyor ya da bronz haline getiriyor. Porseleni o yüzden seçiyorum. Çünkü hiç fark yok benim için. Başka bir malzeme ile çalışacak olursam mesela taş ile bu tamamen ayrı bir çalışma olacak. Benim için mümkün ama karmaşık bir süreç.

G: Eşin Natalia’nın bir heykelini yapmıştım o bronzdu değil mi?

P: Bronz ile ilgili her aşamayı biliyorum. Bazı imalathaneler benim her aşama ile bizzat kendimin ilgilendiğini bilmiyor. Ücretlerden bahsediyorlar ve bu işin ne kadar zor olduğunu anlatıyorlar bana. Heykeltıraş olarak bunu bilemezsin deniyor. Şunu şunu yapacağımız için bize şu kadar para vermelisin. “Eğer fırına verecekseniz verin ben diğer bütün işlemleri kendim yapabilirim” dedim onlara. Ben nasıl yapıldığını biliyorum dedim onlar “dene ama yapamayacaksın” dediler. Bu benim birlikte çalıştığım hocamdan öğrendiğim bir işlemdi. Benden normalde sanatçıların bizzat yapmıyor olduğu şeyleri de yapmamı isterdi. İmalathanedeki işçilerin yapacağı şeylerdir bunlar.

G: Bu açıklamalarını dinleyince bu teknikler hakkında dersler verdiğini hatırladım.

P: Tam olarak bu teknikler hakkında değil. Ben portre modelleme üzerine bir ders vermeye başladım. Bu öğrenciler için en ilginç ders. Kendi okulumun temel düşüncesini değil de…

G: Portre modelle denilince önünde bir model var ve onun heykelini yapıyorsun değil mi?

P: Hayır, hayır. Benim verdiğim dersler 3 bölüme ayrılıyor. Kafatası modellemesi, ben kafatasını anatomik açıdan anlatmıyorum. Kemiklerin ve kasların özel adları ile açıklıyorum. Biz okulda bunların tamamını öğreniyoruz ama ben yeterli olacak kadarını aktarıyorum. Nasıl çalışıyorlar nasıl hareket ediyorlar. Önemli olan hangi düşünce ile başlıyoruz onu anlatmaya çalışıyorum. Aslında bu görüşme öncesi hazır hale getirmeyi planlamış olduğum bir kısmı vardı, kaba taslağın iyice ham hali. Aslında sizi bekletmemek için. Çünkü gerçek anlamda portre 50 dakika sonra başlayacak. Bu daha portre değil sıradan bir çalışma boyun ve başı bağdaştıran. Her zor şekil kolay şekli barındırır. Pek çok sanatçı kolay şekil olarak küreyi kullanır. Benim düşünceme göre küre evrendeki en zor şekildir. Çünkü kürenin ayrıntılarını yakalamak mümkün değildir. Ayırıcı bir çizgi de bulamazsınız ortadan ikiye bölen. Bu kürenin yeri anlaşılamaz … nasıl hareket ettiği. Dönüyor mu dönmüyor mu belli değildir. Ama köşeli bir cisimde ise köşesi kenarı vardır ve alanları vardır. Bu köşeli cismin nasıl bir hareket içinde olduğunu kolayca anlayabilirsin. Benzeyen veya farklı şekillere kesip ayırmak kolaydır.  Öğrencilerime parmağın farklı orantılardaki 3 ayrı parçadan oluştuğunu söylerim. Bu 8, bu 5, bu 3. Parmağın bu kısımlarının oranları bunlar. Bunu bir boru gibi düşünmemeli. Etrafı yuvarlaklaşmış bir köşeli cisimdir. Bedenimizi düşününce pek çok yuvarlaklaşmış köşeli parçadan oluşmaktadır. Uzayda bu cisimlerin doğru olmayan yerleşimlerini bunların orantılarını ve asıl soru bunlar nasıl birbiri ile ilişkileniyor. Bu ilişkilenme en güzel kısmı. Böylece heykeltıraş olunur.

G: Kısaca verdiğin dersin adı nedir?

P: Porte modelleme.

G: Bu dersleri nerede veriyorsun?

P: Şu an Turgut Pura Vakfı’nda misafir hoca olarak görev yapıyorum. Turgut Pura’yı biliyorsunuzdur. Kendisi bir heykeltıraş. Yaklaşık 45 yıl önce rahmetli olmuş. Yanılmıyorsam eşi onun adına bu stüdyoyu kuruyor. Stüdyonun devamlılığını sağlayan bağışçıları var. Oraya gelip bir program çerçevesinde bir şeyler yapmaya başlayabilirsiniz.

G: Bir sonraki eğitim ne zaman başlayacak.

P: Bu benim açtığım ilk eğitim. İki ay içerisinde yapmanın en iyi seçenek olduğunu düşünüyorum. 2025 Martında tamamlanacak. Bir sonraki ne zaman olur bilemiyorum. Belki de sonuncu olur. Benim için birilerine bir şeyler öğretmek önemliydi ve böylesi bir eğitimi başlatabilir miyim diye de düşünüyordum. Daha önce Sanat Akademisinde ders vermiştim o benim için çok daha kolaydı. Çünkü öğrencilerin sanatsal seviyelerini biliyordum. Öğrencileri bir malzemeye benzetirsek malzeme iyi hazırlanmıştı. Dolayısıyla biraz geçmişinize bağlı biraz ellerinizi ne oranda hissettiğinize.

G: İzmir’de bir üniversitede ders verme yönünde bir girişimin oldu mu?

P: Yok, İngilizcem yetersiz, Türkçem A1 başlangıç seviyesinde, belki bazı öğrenciler İngilizce biliyor ama bu yeterli olmayacaktır diye düşünüyorum.

G: Öğrenciler içinden Rusça veya İngilizce bilenler olabilir. Belki bu iş bazı bağlantılarla mümkün olabilir

P: Bağlantılar ile Türkiye’de her şey mümkün. Rusya böyle değil.

G: Ben bir sanat  öğrencisi olsam gelip bilgi ve tecrübelerini anlatmandan memnun olurdum.

Ben derslerimle öğrencilerin gerçek sanatçıya dönüşmesine yardım etmek isterim. Bu oran %1 de olsa bu benim için kafi. O yüzden sanat eğitimlerimin daha anlaşılır ve açık olmasını istiyorum. Öğretmek faydalı bir bilgi aktarımı, heykeltıraş olmayacak olsalar da bu konuda ilerlediklerini gözlemliyorum.

G: Rusya’dayken dersler veriyor muydun?

P: Rusya’dayken 3 yıl kadar ders verdim.

G: Sergiler için hangi ülkelere gittin

P: Bazı ülkelere hiç gitmedim. Örneğin Kazakistan’a. Çalışmalarım sergilendi gerçi. Bazı eserler bensiz gezdi farklı farklı ülkeleri hatta benim iznim olmadan. Bunlar bazı koleksiyonların parçalarıydı. Onların benden bağımsız bir hayatları var.

G: Japonya’da bir sergin vardı.

P: Sadece bir sergi değil aynı zamanda Japon Kültür Bakanlığı’nın bir daveti için gittim. Pasaportumdaki damga davet edenin Kültür Bakanlığı olduğunu gösteriyor. Rus hükümeti ile özel ortak bir çalışmaydı. Sanat ufkunu genişletmek için farklı bölümlerin iştirak ettiği bir çalışma oldu.

G: Yarışmalara katılıyor musun? Uluslararası projelerde yer alıyor musun ya da?

P: Bazen farklı imkanları araştırıyorum. Bu imkanı İngiltere’de buldum tam olarak bir heykel değil parkta yer almasını istedikleri bir kişi. Japonya’daki son samuray Saigo Takamori’ nin düşüncelerini yansıtacak şekilde bir şey yapmamız isteniyor.

G: Bu kaç metre olacak?

B: Bronz 1.90cm  olacak. Kaidesi ne kadar büyük olacak tam bilmiyorum. Ama bu bir yarışma. İlk aşamayı kazanırsam gerçekleşecek. O yüzden farklı işlere bakınıyorum. Eğer bu iş benim bakış açıma uyuyorsa, his olarak heyecanlandırıyorsa o zaman bu işlerin içine giriyorum yoksa girmiyorum. Burada ufak bir modelini yapıyorum. Sonra bu taslağı gerçek halini olacak şekilde tasarlıyorum. Bunu mimari bir tasarım olarak göstermeye çalışıyorum eğer ben kazanırsam nasıl gözükecek diye.

G: İzmir’de bir sergi oldu mu?

P: Henüz değil, seramik sanatçılarından 2 davet aldım. Ama kendimi aynı kulvarda hissetmiyorum. Sanki hokey oyuncusu futbol oynamaya gelmiş gibi olacak. Belki aynı seramik ama farklı kategori. 16 Nisan’da İstanbul’da olacak bir sergiye gitmeyi düşünüyorum. Bu sergiye davet edilmiş durumdayım. Biraz para da konuşmak için.

G: Seninle nasıl bağlantıya geçtiler.

P: Instagram ve geçen sene bir sergiye gitmiştim. Orada şöyle bir bilgi edinmiştim İstanbul’daki sergideki eserleri yaratan sanatçılar genelde İzmir’de yaşıyor demişlerdi.

G: İzmir’de yaşamak senin için ne ifade ediyor? En çok neler yapıyorsun nerelere gidiyorsun?

P: Rusya’da hiç böylesi bir dinlenme şekli yok. Rusya’da iken ya çalışıyoruz ya da tiyatroya sinemaya gidiyoruz. Bazen sergiye de gidiyoruz ama sergi demedim çünkü o da işimin bir parçası. Buradayken her şeyi yapmayı deniyoruz. Dağlara gidiyoruz, yürüyoruz. Birlikte go turnuvasına gittik çok etkilendim.

G: Bir motosikletin var. İzmir çevresinde geziyor musun?

P: Çok da değil. Urla, Çeşme, Alaçatı. Bir keresinde Marmaris’e kadar gittik eşimle birlikte. Birlikte gittiğimiz en uzun yoldu.

G: Bisikletlerle Şirince’ye kadar gittiğinizi duymuştum

P: Evet, yeni yıl arifesindeki akşam burada oturuyorduk. Belki yeni yılı kutlamak için bir şarap alırız dedim. Özel bir şey alalım dedik ve sonra nereden alırız diye araştırmaya başladık. Aklımıza Şirince geldi ve oraya doğru yola çıktık . Motosikletle bir ön hazırlık olmaksızın harekete geçebiliyorsun. Sabah yola çıkacaktık, Meryem Ana’nın evini ziyaret edip dağa geçip doğrudan Şirince yapmayacaktık. Yolda farklı yerler gördük bisikletle gidince. Şirince’de çok güzel bir gün geçirdik.

(…)

P: Evet bu başlangıç. Bu başlangıç temelinde portreni yapmaya başlayacağım. İki yerin ölçüsünü almak istiyorum. Çok fark etmez ama asıl olana yakın olmak için ölçmeliyim. (Pergel gibi bir alet ile kafamdan iki mesafenin ölçüsünü alır.) Okulda okurken pek çok kez ölçü aldık. Her kısmın ölçüsünü alırdık. İşimizi ölçme aletleri ile yapardık. Öğrencilerimden her zaman 3cm’ yi göstermelerini isterim. Eğer bununla ilgili bir geçmişin yoksa yanlış yapacaksındır. Eğer 3 santimetreyi her gün gösterirse o zaman 1mm’ lik yanlış belki yapar ama fazlasını değil. Sonuçta göz algısı gelişmeli. O zaman sadece gözlerimle çalışabilirim ve yeterli olur. Elbette yanlış yapabilirim gözümle ama aradığım özellikleri yakalayabilirim.

G: Burasını çok yapma. Gıdı ile daha şişko gözüküyorum.

P: Daha oraya gelmedim boynunun payını ayırdım. Burada daha kemiğin özelliklerini vermeye çalışıyorum. Burası çenenin alt kısmı. İstersen şimdi yemeğe gidebiliriz ve sonrasına tekrar devam ederiz. Sonra seni bir kez daha çağırmak istiyorum son rötuşları yapabilmek için. Sergiye hazır hale getirmek için seni 1 saatliğine daha davet edeceğim bu hafta içinde. Belki Cuma.

Yemekten sonraki kısımlarda kayıt cihazını kullanmadım. Gerçi sohbet etmeye devam ettik. Arada uyukladığım daha sonra meditasyon yaptığım bir kısım da oldu. 30 yılı aşkın süredir Transandantal Meditasyon yapan bir kişi olarak Pavel’in beni meditasyon yaparken ölümsüzleştirmesi büyük bir mutluluk kaynağı oldu. Eline sağlık Pavel Usta.  Pavel’in bu söyleşi esnasında yarattığı eserin adı “Meditating Güçlü San” yani “Meditasyon yapan Güçlü San” oldu

P: Bazen işlem bitince bir durmalı. Sonra tazelenince tekrar gelip bakmalısın.

G: Aynı şey Go oyununda da vardır. Bazen bir hamle yaptıktan sonra durup bir uzaklaşmalısın. Sonra geri geldiğinde doğru hamle daha rahat görünür olur.

P: Hocam bazen eseri kaplayıp bir süre bırakmalısın derdi. O zaman her hatayı görürsün derdi.

G: Birebir kopyalama ve heykeltıraşın eli ile aşama aşama heykeli ilerletmesi arasında bir fark var demiştin bunu açar mısın

P: Bunu tekrar söylemek zor olacak ama deneyeceğim. Eğer ki yüzü bir kalıpla yapmaya kalkarsanız bu mekanik bir kopyalama işlemidir. O zaman bu birinin elle yaptığı kadar size benzemeyecektir. Orada işleme ne katıyor tam bilemiyorum. Çok iyi bir heykeltıraş olmasa dahi kalıp alarak yüzü birebir kopyalamaya göre daha canlı bir ifade kazandıracaktır.

G: Şu an tam olarak bunu hissetmekteyim. Heykele can verdin resmen.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir