YAZMASAN DELİ OLURDUK, USTA. . .

Bir insan türküsüdür Sait Faik’in söylediği; insanın var oluşu, mucizevi yaşam tutkusu üzerine. . . Bu türkünün tükenmezliğidir öykülerinde dile getirdiği.
İstanbul sokaklarının röntgenini çeker. Kimsenin görmediği, göremediği her şeyi gözlemler. İstanbul’un denizini, kıyılarını, vapurlarını, pastanelerini, Beyoğlu’nu, Dolapdere’yi, Kumkapı’yı, surları, simitçileri, boyacıları . : .
Tüm yaşamıyla kuşatmıştır Sait Faik’i öykülerini İstanbul şehri. Canlıdır. Her an soluk alıp verir. Kahvehanelerde oturup, meyhanelerde demlenir. Beyoğlu’nun arka sokaklarını zihninin derinliklerine kaydetmiştir sonradan canvermek için onlara. . .
Kurgu değildir sanki yazdıkları; yazarın kendisi gibidir her anlattığı. Yaşadığı çağa inat, kalıplara, akımlara karşı durmuş, halkın içinden, gündelik yaşamın içinden olaylar, insanlar. . .
Yaşamın tanığı sesler doldurur sayfaları; insan sesleri. İnsanı anımsatan, yaşatan, duyuran; bize insanı getıren sesler. Bir insanı sevmekle başlayacağını bilir o her şeyin ve okuruna bunu hatırlatırken de bir o kadar şefkatlidir. Bir o kadar yalnızdır; bir çocuk gibi. Tuhaf bir tek başınalık hissi sarmıştır hikâyelerini buram buram. Resmi çevrelerden bucak bucak kaçmış, Burgaz Ada’daki köşkün rahat hayatına bir türlü alışamamış; balıkçılar, simitçiler, boyacılar gibi küçük işçi ve esnaf arasında geçirmiştir daha çok ömrünü. Adadaki ahbapları; onlarla yıllarca arkadaşlık eden, balığa çıkan bu garip halli adamın ünlü bir yazar olduğunu ölümünden sonra öğrendiklerinde nasıl şaşırmasınlar?
18 Kasım 1906 da Adapazarı’nda doğar. Dört yaşındayken Karamürsel’e taşınırlar. Sait’in deniz aşkı ilk orada filizlenmiştir. Öykülerinde bu engin mavilikler devamlı yer alacaktır. Okula başlayınca Adapazarı’na dönerler. Bu arada anne ve babası ayrılır, küçük Sait babası ve babasının ailesiyle yaşamına devam eder. 1924’te eğitimi için İstanbul’a taşınıp, İstanbul Erkek Lisesi’nde eğitimine devam eder. Süleymanıye’de bir eve yerleşmişlerdir. O günlerini ve çevresini Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabında anlatır. Burgaz Ada’ da yazlık kiralamaya başlarlar. Balıkçısı, fırıncısı, çocuğu, kadını, erkeği, kuşu, böceğiyle hikayelerinde ölümsüzleşecek olan ada böyle girmiştir hayatına.
Başı bulutlu çocuk, liseyi çift dikiş okuyup, üniversiteye 22 yaşında başlayabilir ancak. İstanbul Edebiyat Fakülte’sini yarıda bırakıp ekonomi öğrenimi için 1931 yılında İsviçre’ye gider. Gönlünce yaşar. 1935 de geri döner. Babasının ona açtığı zahire dükkanını kısa sürede batırıp kapatmak zoruda kalır. İlk kitabı Semaver bu yıllarda çıkar. Bir süre öğretmenlik yapıp kısa sürede bu işi de bırakmıştır. Gazetecilik sevdası başlamıştır bu dönemlerde, güçlü röportajları yayınlanmıştır gazetelerde. Bundan sonra da gönlünce yaşamaya devam eder. Onun aklı öykülerde, romanlardadır. Annesinden ve babasından kalan gelirle hiç çalışmasa da geçimini sürdürür.
Edebiyatımıza kazandırdığı en güzel hikayelerinden biri “Haritada bir Nokta” dır. Kahramanımız, insanlardan, hırstan, şöhretten kaçıp bir adaya sığınmıştır. Yazı yazmak bir hırstan başka nedir ki , der. . . Artık tek bir satır bile yazmayacaktım, diye devam eder. Ama sonra balıkçılar arasında yaşanan bir haksızlığa tanık olur. Bunun üzerine yazmaya dair o müthiş cümlesiyle bitirir öyküsünü, Koştum tütüncüye, kağıt kalem aldım. Kalemi yonttum, öptüm, yazmasam deli olacaktım.
Bu bize, yazma eyleminin nasıl bir ilaç olduğunu; hem yazar hem okur hem de insanlık bağlamında açıklayan bir durumdur.
Sait Faik’i çağdaşlarından ayıran en büyük özelliklerinden biri taklit edilemezliğidir. O kadar doğaldır ki, benzemez kimselerinkine onun üslubu. Öğrenilmiş bir edebiyatın değil, kendi olan, kendi izini bırakacağı bir edebiyatın peşine düşmüştür. Ama bunu herkesten farklı olmak için değil, gerçekten buna ihtiyaç duyduğu için yapmıştır. Onun yalınlığı gerçek yalınlıktır. Gerektiği kadar diyalog (duyguyu verecek ölçüde) kullanır; gerekli olmayan sıfatlar, imgelemler yer almaz yazılarında ve bu yalınlığın içinde bir şiirsellik yakalamayı başarır.
Vazgeçemediği tutkulardan biri de doğadır. İnsana nasıl tutkunsa doğaya da öyle. Tek başına doğadan söz etmek neye yarar, doğa insan içindir; insanla değer kazanır. Son Kuşlar hikayesi doğa için yazılmış bir manifestodur sanki.
İnsana karşı şefkatlidir; çok sevecendir. İnsanlık hallerinde, iyi insana, hatasını normalleştiren bir sevgiyle yaklaşır hep. Öykülerindeki kadınlar etkisiz eleman degildir; doğal ve hayatın içindendirler; hikâyelerinde Rumları ve Türkleri nasıl birbirlerinden ayrı görmüyorsa, kadın ve erkeğe de öyle yaklaşır.
Süphe dünyasında, paranoya senaryolarıyla yaşadığımız günümüzde, gördüğümüz şeyin olduğu kadar olduğunu; gördüğümüzün ardında başka bir şey olmadığını, insan olmanın tüm hallerini Sait Faik sunabilirdi ancak, bütün sadeliği ve içtenliğiyle,
Başı hülyalı; aşkları imkansız; sözü dobra; derdi gücü sevmek, aramak, hayal etmek, hayatla inatlaşmak olan bu adam 11 Mayıs 1954’te kapar mavi gözlerini sonsuza dek.
Annesi, ölümünden sonra Sait Faik Hikaye Ödülü’nü kurmuştur; bu ödülün yönetimi ve kitaplarının geliri Darüşşafaka Derneği’ne bırakılmıştır.
Açıp bir hikaye okuyun ondan yatmadan önce; öyle hakiki bir anlatıcı ki, öyle yitirdiğimiz bir zamandan geliyor ki sesi; sert seslerin egemen olduğu bu dünyada. Ben Menekşeli Vadi’de buldum o dinginliği .
Türk sinemasının en güzel örneklerinden biri olan Vesikalı Yarim de Menekşeli Vadi‘den esinlenmişti, biliyorsunuz. Hiç vakit kaybetmeden seyredin bu güzelliği.