FOTOĞRAFIN CAZ SAATLERİ – 9

GELİNCİKLERLE UYANMAK
Yazı: Cevat Çapan (Şair, Çevirmen, Akademisyen) / Fotoğraf: Lütfü Dağtaş
Çocukluğumda, Nisanın ortasına doğru, yaşadığımız sahil kasabasında külrengi bulutların, fırtınalı denizin, kış uykusunun uyuşukluğundan bizi kurtaran kırlangıçların gelip saçakların altlarına yuvalarını yapmaları kadar bizi doğayla birlikte yeniden canlandıran kırlarda açan gelincikler olurdu. Kırlarda, tarlalarda, tepelerin yamaçlarında değişik renkteki yeşillikler arasında topraktan fışkırırcasına ortaya çıkan bu kan rengi çiçekler doğanın da uyanışı, bitkilerle birlikte yalnız çayırlarda boy gösteren yeni doğmuş canlı varlıkların değil, toprak altında gün yüzüne çıkmayı bekleyen bütün börtü böceğin de bu şenliğe katılması demekti.
İlkokul yıllarında öğrenci arkadaşlarla fırsat buldukça, baharın bu başlangıç günlerinde kırlara koşar, topladığımız gelincikleri bir şişeye doldurur, sonra bu şişeleri birer iple evlerimizin pencerelerinden sallandırarak gelincik şurubu yapmaya çalışırdık. Gelinciklerin bizi heyecanlandıran özelliği yalnızca hayatımıza renk katması değildi elbet. Biz eğer bu çiçeklerden elde edeceğimiz şurubu başkalarıyla paylaşabilirsek, ağzımızın tadını da arttırmış olacağına inanırdık. Gelinciklerin kırlardaki yeşilliklerle yarattığı buluşma yalnız doğanın değil, doğa içinde onun devinim zenginliğini yaratan insanlara da, öbür canlı varlıklara da bir coşkunluk getirirdi.
Bu coşkunluğun ya da bu canlılığın başka ülkelerde, başka insanlarca da paylaşıldığını zaman içinde değişik olaylarda ve sanat yapıtlarında da gördüm. Örneğin bir film yönetmeni ele aldığı bir konunun nasıl bir ortamda, ne ölçüde bir canlılıkla yansıtılacağını belirlemek için olayın geçtiği mevsimi ve çevreyi çoğu zaman doğanın coğrafı güzelliklerini kırsal dünyanın renklerinden ve görümlerinden yararlanarak gerçekleştiriyordu. Bu konuda özellikle izlenimci resim geleneğinin eşsiz örneklerinden yararlanan Fransız sinema yönetmenlerinin filmlerini ve o filmlerde gelinciklerin nasıl öne çıktıklarını örnek olarak gösterebiliriz.
Gelinciklerin duygusal çağrışım gücünü yansıtan bir tarihsel olay da bazı ülkelerde savaşta ölenler için düzenlenen anma törenlerinde gelinciğin dökülen kanların simgesi olarak kullanıldığını da unutmamamız gerekir. İngiltere’de Birinci Dünya Savaşı’nda ölen askerler için her yıl Kasım ayından düzenlenen törenler zamanla özellikle üniversite şehirlerinde bir yas töreni olmaktan çıkmış, “Gelincik Günü” adıyla coşkun bir şenliğe dönüşmüştür.
Çağımızın sanayileşme ve kentleşme yüzünden giderek doğadan uzaklaşan insanları bile bugün baharın geldiğinin farkına varabilirlerse, doğaya, kırlara, korulara koşuyor, oralardaki renk renk çiçeklerin, özellikle de kırmızı gelinciklerin canlılığıyla kışın ve şehirlerin kasvetinden ve uyuşukluğundan kurtulmaya çalışıyorlar.