KÜÇÜLME PARADİGMASINA GİRİŞ: Kapitalist Büyüme Modeline Bir Eleştiri

Kapitalizmin gelişimi ile birlikte “büyüme” ulus devletlerin temel hedefi haline gelmiştir. Sermaye birikimini her ne pahasına olursa olsun sınırsızca büyütmek sistemin ayakta kalması için elzemdir. Marx kapitalizmi karakterize eden sermaye birikimini “süreç içindeki çelişki” olarak tanımlamıştı. Bu çelişkili süreç büyümesini mantıksal nedenlerle değil sadece kar’ı artırmak için ve işçilerin sırtından sağlanan artı değer sömürüsü ile sürdürür. Bu süreçte insanın emekgücü de doğa da önemsenmez. İkisi de bu sistemde metalaşmış olup kullanım değerlerinden uzaklaşmış, alınır satılır metalar haline gelmiştir. Mübadele değerinin ön planda olduğu sistemin doğal hali budur. Bu bağlamda ekonomik büyüme, kalkınma, gelişme fetiş kavramlar olarak ortaya çıkar ve bunun aksinin dillendirilemeyeceği bir toplumsal iklim oluşur.
21. yüzyılda ortaya çıkan iklim krizi, doğal kaynakların tükenişi ile süregelen toplumsal eşitsizlikler büyüme zorunluluğunun sorgulanmasına yol açmıştır. Büyüme kapitalizme ilişkin bir kavram olmasına karşın kapitalizmi yıkıp sosyalist düzeni kuran ülkelerde de temel amaç olmuştur. Sovyet iktidarında Lenin büyümeyi esas almış özellikle NEP (Yeni Ekonomi Politika) döneminde büyüme daha da ön plana çıkmış hatta işletmelere verimliliği artırmak için Taylorist yöntem kullanılmıştır. Daha sonra iktidara gelen Stalin bu politikayı devam ettirmiştir. Stalin’in dolayısyla Sovyetler Birliği’nin temel politikası (en güçlü kapitalist ülke olan ABD) “yetişmek ve geçmek”tir. Elbette sosyalizm kapitalizmden daha ileri, gerçek anlamda eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir toplumdu. Ama orada bile tılsımlı büyüme kavramı doğrultusunda politikalar geliştirilmiş, çevresel faktörlere gerekli önem verilmemiştir (Tek ülkede sosyalizmin zorlukları, karşı devrim tehlikesi, iç savaş vb etkenlerini de göz önünde bulundurmak gerekli)
İnsanlığın ekosistem üzerinde şu anda oluşturduğu talebi karşılamak için dünyanın kapasitesinin 1,6 katı büyüklüğünde bir gezegene ihtiyaç var. Koyuncu ve Özer’in vurgusuyla, gezegenin kaynakları üzerindeki baskının temel nedeni gelişmiş ülkelerin 1950’den bu yana sürdürdüğü tüketimi merkeze alan hayat tarzıdır. Yaşanan sorunların temelinde büyüme saplantısı ve büyümeye bağımlı tüketim ekonomisi vardır.

Hickel ve Wilk’in belirttiği gibi: insanlar artık şunu fark etti: sermaye birikiminin değil, insan refahı ve ekolojik istikrarı merkeze alan ekonomilere ihtiyacımız var. Pandemiden, daha da büyüyerek çıkmaya çalışmak ters tepecektir. Çünkü iklim krizi gibi daha büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Dolayısıyla aynı anda iki krize birden yanıt vermek zorundayız, bu da ekonomiyi kurgulama biçimini yeniden düşünmemizi gerektiriyor. Hickel ve Wilk’e göre “insan refahının Gayrısafi Yurtiçi Hasıla (GSYH) ile arttığı koca bir yalan. ABD’de kişi başına düşen GSYH 60.000 dolar. Portekiz’de bu rakam bunun % 60’ı kadar olduğu halde yaşam beklentisi ve mutluluk düzeyi ABD’den yüksek”.
Özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde gelişen ekolojik harekete paralel olarak büyüme karşıtı bir anlayış ortaya çıkmıştır: “Küçülme”. 1970’lerde gelişen çevre iktisadi alanından doğan bu politikada 1972’de Roma Kulübü tarafından yayımlanan “Büyümenin Sınırları” raporu bir dönüm noktası olmuştur. 2000’lerin başında Fransa, İtalya ve Katalonya’da etki alanını genişleten küçülme kavramı akademik yazına 2008’de Paris’te düzenlenen ilk küçülme konferansı ile girmiştir.
“Küçülme” esasen Avrupa ülkeleri ve Amerika gibi aşırı büyümüş, emisyon artışı ve materyal kullanımı açısından dünyayı en fazla zorlayan ülkelerin ekonomik büyümelerine sınır koymayı amaçlayan bir yaklaşım olarak ortaya çıktı. Fransa’da ve Güney Avrupa’da konuşlanan eylemcilerin ve bilim insanlarının başlattığı bu hareket, kapitalist toplumsal- ekolojik ilişkilere alternatif olarak buna “küçülme” adını verdi. Küçülme, kalkınmacılık sonrası faydacılık karşıtı literatürden, Georgescu-Roegen’in tespit ettiği büyümenin entropik sınırlarından ve Gorz, Illich, Castoriadis gibi isimlerle alınan 1970’lerin Kıta Avrupa’sındaki post-Marksist ekoloji düşüncesinden beslenir. Sürdürülebilir kalkınma üzerine apolitik uzlaşıya karşı radikal bir çevreciliğin yeniden doğuşuna işaret eder.
Küçülmenin en önde gelen savunucusu, Afrika’daki saha çalışmalarından Fransa’ya dönerken kalkınma eleştirisini beraberinde getiren bir iktisadi antropolog olan Serge Latouche’dur. Ona göre küçülme, muhayyileyi büyümenin sömürgeciliğinden kurtarma projesidir.
Küçülme literatürüne katkı yapan pek çok yazara göre küçülmeden kasıt ekonomilerin hiç büyümemesi meselesi değildir. İlkkaracan’ın vurguladığı gibi, aksine gelirin yeniden dağılımına ihtiyaç duyan grupların mal ve hizmet tüketimlerini artırdığı, ama gereksiz tüketip ekolojik dengelere o gereksiz tüketimle büyük zarar veren grupların tüketiminin azalması meselesidir. Dolayısıyla konu her alanda ve sektörde küçülme değil, belli alanlarda ve hızla büyüyen gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde üretim ve tüketimin doğayı, toplumsal ilişkileri ve gelir dağılımını gözeterek dengelenmesidir. Küçülme, büyüme ekonomisinin sorunlu yanlarını sadece çevreye olan zararları nedeniyle değil daha da derine inerek yaşam kalitesini ekolojik ve toplumsal açılardan ele alarak, farklı toplumsal deneyimlere yol açabilecek bir potansiyel taşıyor.
Gürkan’a göre büyüme ve kalkınma eleştirisi, ekolojik duyarlılık, doğal kaynakların sınırları, bireysel ve kolektif özerklik kanaatkarlık etiği, sınırlı tüketim ve temel maddi ihtiyaçlar ekseninde şekillenen ahlaki toplumsal bolluk ekonomisi küçülmenin kendine özgü belirgin karakterini gösterir. Küçülmenin radikal karşı çıkışında öne çıkan pek çok konu arasında özellikle sadelik, basitlik ve kanaatkarlık gibi değerler yalnızca yerleşik kapitalist üretim, tüketim ve mülkiyet ilişkilerine ve kurumlarına değil, aynı zamanda kapitalizmin genel bilme ve bilgi rejimleri ile bireysel ve toplumsal özneleşme tarzlarına karşı yöneltilen en güçlü eleştirel tutumu oluşturmaktadır. Ancak bunun için kapitalist üretim ilişkilerinin ve yani mülkiyet ilişkilerinin dönüştürülmesine ve kar odaklı değil insanı ve doğayı gözeten kolektif-dayanışmacı bir topluma ihtiyaç vardır.
Yeniev, küçülmenin, tüketimcilik, kapitalizm ve kalkınmacılığa karşı alternatif yaşam biçimleri ve toplumsal örgütlenme yollarının ifadesi haline geldiğinden bahseder. Latouche’nin odağı kültürel ve sosyal değişim üzerinde yoğunlaşır. Bu yaklaşım meseleyi sınıfsal temellere dayandırmak yerine bireylerin aşırı tüketimi üzerinden ahlaki bir zeminde ele alır. Latouche, yerellik, küçük ölçekli ekonomiler ve kendine yeterlik kavramlarına güçlü bir vurgu yapar.
Küçülme hareketini Marksizmden ayıran bir diğer temel unsur anarşist gelenekle olan güçlü bağlarıdır. Bu yaklaşım merkeziyetçilikten uzak, hiyerarşi karşıtı ve devlet otoritesini reddeden bir örgütlenme biçimini savunur. Devlet kurumlarının reforme edilmesini ya da ele geçirilmesini hedeflemek yerine, mevcut sistemin dışında özerk ve alternatif yapılar kurmayı önceler. Gıda ağları, kooperatif konut projeleri ve yerel müşterek temelli ekonomiler bu vizyonun örnekleridir.
Işıkara ve Narin’in vurgusuyla, özerklik projesi sınırlı ve kısmi olumsuzlama yoluyla sermayenin hegemonyasını teyit eder ve böylece bu hegemonyanın bir parçası haline gelir. Bu La Via Campesine, EZLN, veya Rojava’daki kürt özerk yönetiminin paha biçilmez deneyimlerini reddetmek veya küçümsemek değildir. Tüm bu deneyimler özgün nitelikleriyle karakterize olmuştur ve öğrenmeye değer dersler içerir. Ancak, bunların hepsi özerk olmayı amaçladıkları toplumsal, ekonomik ve askeri güçlerle çevrili olma, hatta kuşatılmış olma ortak zeminini paylaşıyor. Piyasa ilişkilerinden ve metalaşmadan kaçınmak (meta üretimini ortadan kaldırmadan kısmi metasızlaştırma), üretim ilişkilerini ortadan kaldırmak anlamına gelmez. Bu nedenle kendi tarihsel olarak spesifik devlet formu da dahil olmak üzere bir üretim tarzı olarak kapitalizmin bütünlüğü sorunu belki bastırılabilir, ancak temelli kaçınılamaz.
Foster, kapitalizmi bu çöküşün sorumlusu olarak gördüğünden çevresel onarım hem işbirliğine dayalı hem de uluslar arası olması gerektiğinden, devletin sosyalist olma zorunluluğunu öne sürer. Ancak yapılması gerekenleri sayarken “süper zenginleri vergilendirmek”ten bahseder. Sosyalist düzende sadece süper değil zengin olamayacağı için sosyalist devletten kastının sosyal demokrat devlet olduğu çıkarsamasını yapabiliriz. Diğer önerileri de; fosil yakıt şirketlerini karbon emisyonunu azaltmaya öncülük eden kamu hizmetleri haline getirmek, ormansızlaştırmayı ortadan kaldırmak, yeniden yabanlaştırma çalışmalarına başlamak, et tüketimini sınırlamak, hava yolculuğunu azaltmak, toplu taşımayı yaygınlaştırmak, yeşil mimariyi zorunlu hale getirmek olarak sıralar ve ekler: bunların gerçekleştirilmesi için böyle bir devlete, hatta böyle devletlerin federasyonuna ihtiyacımız var. Foster’in bahsettiği bu devletler federasyonunun etkili olabilmesi için sınıfların ortadan kalktığı ve yapılanmalarının sönümlenerek kendini gerçek anlamda bir demokratik düzeneğe ve planlı ekonomiye kavuşturmasının zorunluluğu aşikardır.
Küçülme hareketi, ekonomik büyümenin hem ekolojik yıkımın hem de toplumsal eşitsizliklerin başlıca nedeni olduğunu savunarak, büyüme hegemonyasını kökten reddetmesiyle öne çıkar. Çoğu küçülme düşünürü, hem bir olgu hem de bir kavram olarak büyümenin kapitalizmin beraberinde getirdiği bir şey olduğu konusunda hem fikirdir. Hatta büyümenin bir itici güç değil, bir sonuç, altta yatan bir sürecin sermaye birikiminin yüzeydeki görünümü ya da fetişi olduğunu kabul eder. O zaman buna karşı çıkmanın ve alternatif bir toplum tahayyülünün, bir üretim tarzı olarak kapitalizmin olumsuzlanmasına dayanması beklenecektir. Ancak bunun yerine büyüme, tartışmanın odak noktası olmaya devam etmektedir.Küçülme konusunu değişik açıdan savunan akademisyen ve aktivistlerde bütünsel ve yeknesak bir hat olmayıp son derece esnek çözüm ve bakış açıları mevcuttur.
Küçülmeye Marksist Bakış
Giorgos Kallis, Jason Hickel, Stefania Barca, Bengi Akbulut gibi akademisyenler, küçülme ilkeleriyle uyumlu bir sosyalizm tahayyülünü gündeme getirmekte, bu çerçevede kar güdüsünden arındırılmış kullanım değerine dayalı, eşitlikçi ve sömürü karşıtı bir toplumsal düzeni savunmaktadırlar. Bu perspektifte küçülme, büyümeyi bütünüyle reddetmekten ziyade rekabete, kar maksimizasyonuna ve plansız genişlemeye dayalı kapitalist birikim mantığına karşı durur. Küçülme bağlamında eko sosyalist vurgu büyümenin basit ve tek yönlü bir reddinden ziyade dönüştürücü bir toplumsal projeye yönelişi ifade eder. Eko sosyalistler uzun süredir zengin ülkelerde net sıfır sermaye birikimine dayalı bir ekonomi inşa edilmesi gerektiğini ifade ediyorlardı. Ekolojik Marksistler arasında küçülme kavramını radikalleştirecek özellikle iki müdahaleye ihtiyaç duyulduğu konusunda bir uzlaşının oluştuğu söylenebilir. İlki küçülme yaklaşımlarının sistemik bir kopuşa yönelik eksikliğini bir devrim stratejisi ve politik özne analizleriyle tamamlamak, ikincisi ise sosyalist planlama düşüncesine geri dönüş.
Marksistler, küçülme yaklaşımını kapitalizmin yapısal analizinden uzak olmakla ve sınıf mücadelesine yeterince yer vermemekle eleştirirler. Bu hareketin daha çok kalbur üstü kesimlere hitap ettiği ve dolayısıyla ne işçi sınıfı hareketi ne de gelişmekte olan ülkelerdeki halklar için gerçek anlamda işe yarar olacağına inanırlar. Küçülmeciler ise sosyalistleri daha fazla ekonomik büyüme istedikleri ve tüm bunların özgürleştirici bir sosyalist politikanın vazgeçilmez unsurları olduğuna inandıkları için eleştirmiş, sosyalizm altında dahi olsa büyümenin makbul olmadığını ifade etmişlerdir.
Küçülme düşüncesi yalnızca ekonomik büyümeyi değil, büyümeyi toplumsal bir hedef haline getiren ekonomik ideolojiyi de radikal biçimde sorgulayan bir yaklaşım olarak ortaya çıktı. Büyük ölçekli teknolojik sistemlerin ve merkezileşmiş yapıların yalnızca doğaya zarar verdikleri için değil özerkliği ve demokrasiyi zayıflattıkları için de terk edilmesi gerektiğini ileri sürer. Küçülme siyasetinin Marksistler tarafından en çok tartışılan yönlerinden biri ölçek meselesi ve politik stratejinin belirsizliğidir. Özellikle bireysel tüketim tercihlerine yapılan aşırı vurgunun, kapitalizmin üretim ilişkileri ve sınıf mücadelesi perspektifinden kopmaya yol açarak sistemik dönüşümün temel dinamiklerini anlamayı zorlaştırdığı iddia edilir.
Devlet iktidarını ele geçirmeye ve üretim araçları üzerinde kontrol sağlamaya yönelik geniş çaplı bir siyasi strateji olmaksızın büyüme karşıtı alternatif deneyimlerin neoliberalizme dahil edilme riski her zaman vardır. Hareketin parçalılığı, bütünsel ve uzun erimli bir hedefinin bulunmaması, sınıf ilişkilerini dışlaması ve istihdam-çevre ikilemini aşamaması, alternatif hareketlerin yerel ve kişisel bazda gerçekleşmesi ve planlamayı dışlaması bu riskleri büyütmektedir
Sosyalist planlamayı prensip olarak reddetmek, ana akım küçülme düşüncesinin etki alanını ve vizyonunu sınırlayan bir tercihtir. Bu nedenle planlı küçülmeye evrilen bir perspektif daha umut verici bir yaklaşım sunabilir. Sosyalist planlama ile hem toplumun farklı kesimlerinin mağduriyetini önleyecek önlemler alınabilir hem de çevreye duyarlı politikalar geliştirilebilir.
Küçülmenin gerçek hedefi sermayedar sınıfı değil, büyüme ideolojisinin kendisi olarak tanımlandıkça, bu tutum hem büyüme fetişini “büyümeme” olarak tersinden yeniden üretiyor hem de kapitalist büyümeden kimlerin yararlandığını maddi sınıfsal gerçeklikleri bulanıklaştırarak görünmez kılıyor. Çünkü büyümeyi mutlak bir kötülük olarak ilan etmek, aslında büyümeyi mutlak bir iyilik olarak ideolojinin ters yüzüne düşmekten ibarettir. Her iki durumda da büyüme gerçeklikle bağı olmayan boş bir soyutlama haline gelir. Oysa asıl sorun herhangi bir büyüme değil, sermayenin sınırsız birikimine dayanan büyüme paradigmasının sorgulanmasıdır. Dolayısıyla metaların fetiş karakterine bağlı olan büyüme fetişi tarihin çöp sepetine atılarak özgür üreticilerin birliği ve dayanışmasına dayalı, planlı, demokratik ve çevreye uyumlu bir alternatif politika geliştirilebilir.
Üretim ve yeniden üretim alanlarının sermaye birikimi mantığından kurtarılması ve kolektif biçimde toplumsallaştırılması, yalnızca bireysel yaşam tarzı değişikliklerine yaslanmayan, doğrudan sistemik kopuşu hedefleyen bir stratejinin temelini oluşturmalıdır. Küçülme siyaseti üretim ilişkilerini dönüştürmeye yönelik somut bir siyasal programa dayanmadığı sürece, kapitalist sistemin sınırları içinde eritilme ve etkisizleştirilme riskini aşamayacaktır. Bu nedenle planlı küçülme, yalnızca soyut bir büyüme karşıtlığı olarak değil, kapitalist üretim ve birikim dinamiklerine yönelik doğrudan bir müdahale olarak kavramsallaştırılmalıdır.
Küçülme, ancak sosyalist bir geçiş perspektifiyle gerçek bir özgürleşme ve ekolojik yeniden inşa ufku sunabilir. Aksi takdirde büyüme karşıtı bir etik tutumun ötesine geçemeyen ve yapısal dönüşüm kapasitesi sınırlı kalan bir politik tahayyüle mahkum olmaktan kurtulamayacaktır. Bu da sistemin içinde küçük adacıklar ve kurtarılmış bölgeler sağlanarak sistemin yeniden üretimine yarayacaktır.
Sosyalist planlamada, toplumsal emeğin artık pazarlama ve reklamcılık, danışmanlık ve finansal hizmetler gibi dallarda israf edilmeyeceği, planlı eskitme ve gıda israfı gibi birikim stratejilerinin ortadan kalkacağı, ekolojik açıdan yıkıcı endüstriler (fosil, yakıt, silah, özel jet vb üretimi) büyük ölçüde küçültüleceği veya tamamen engelleneceği gerçeği, işsizliğin tamamen ortadan kaldırılması ve tüm çalışan yurttaşların yukarıda tartışılan temel ihtiyaçların üretilmesi ve sağlanmasına katılımı ile birleştiğinde, gereklilik zeminindeki emek süresinin günde sekiz saatten önemli ölçüde daha az olacağı anlamına gelir. Dolayısıyla sadece ekolojik krizler önlenmekle kalmayıp toplumsal hayatın üretimi ve yeniden üretimi de insani koşullarda dönüşecektir.

Küçülme yalnızca bir kavram değil aynı zamanda sınıfsal adaletle ekolojik adaleti birleştiren politik bir projedir. Bu projeyi harekete geçirmek ise sadece teorik değil, örgütsel, stratejik ve toplumsal düzeyde emek-sermaye ilişkilerinin yeniden kurgulanmasını gerektirmektedir. Ancak bu şekilde doğanın ve emeğin müştereklerinin sermaye birikimi mantığından kurtarıldığı dayanışmacı demokratik ve ekolojik bir toplum tahayyülüne yaklaşılabilir.
Küçülme yalnızca yaşam tarzını tüketim alışkanlıklarını değil üretim ilişkilerini de sorgulamalıdır. Emeğin sömürüsü ve artı değer üretimi küçülme tartışmasının merkezinde yer almalıdır. Küçülme yerellikleri ön plana alan ve tabandan örgütlenen yaklaşımları ele alan bir dönüşüm olarak kurgulanır. Oysa Marksizme göre üretim araçlarını mülkiyeti ve devletin rolünü tartışmadan radikal bir dönüşüm olanaksızdır.
Sonuç olarak küçülme ancak üretim araçlarını toplumsallaştırılması ve planlı ekonomiyle ekolojik hedeflerin bütünleşmesi halinde siyasal bir güç kazanabilir. Yani gerçek bir küçülme kapitalizmin ötesine geçmeyi gerektirir. Küçülme hareketi sınıfsal öz kazanıp sosyalist siyasetle birleştiğinde radikal bir alternatif oluşturabilir.

Türkiye’deki Durum
Türkiye’de büyüme söylemi 1950’lerden (özellikle 1980’ler) itibaren dışa bağımlı büyüme modeli üzerine inşa edilmiş olup, bu durum hem çevresel yıkıma hem de sınıfsal eşitsizliklerin derinleşmesine yol açmıştır. Küçülme Türkiye’nin mevcut sınıf yapısı ve devlet biçimi içinde ancak sosyalist bir dönüşüm programıyla anlam kazanabilecektir. Türkiye örneğinde büyüme ideolojisi sadece ekonomi politikalarının değil siyasi meşruiyetin de temelidir. Bu politikalar bir yandan bazı sermayedarların palazlanmasına yol açarken önemli çevresel tahribatlara yol açmıştır. Türkiye’de küçülme meselesi daha çok bölgesel çevre hareketleri ve yerel direnişler üzerinden gündeme gel miş ve sınıf mücadelesiyle bütünleşememiştir. Hatta bazı yörelerde istihdam-çevre arasındaki yapay ikilem içinde karşıtlaşmış ve tartışmalar yol açmıştır.
Türkiye’de küçülme düşüncesini tartışmak, yalnızca küresel çevre krizine alternatif aramak açısından değil aynı zamanda sınıf ilişkileri ve siyasal dinamiklerle daha derinlikli bir temas kurmak adına da önemlidir. Küçülme hareketi başlangıçta ekolojik sınırlar ve tüketim eleştirileri üzerinden şekillense de günümüzde sınıf siyasetine ve emek odaklı dönüşüm taleplerine daha fazla alan açmaya başlamıştır. Bu dönüşüm hareketin yalnızca elit çevrelere hitap eden ahlaki bir çağrı olmaktan çıkarak, işçi sınıfı mücadeleleriyle ve daha geniş toplumsal kesimlerle bağ kurabilmesini mümkün kılmaktadır. Türkiye bağlamında küçülme düşüncesini sınıf mücadelesiyle birlikte ele almak, hem toplumsal meşruiyetini artıracak hem de büyüme ideolojisinin yerleşik hegemonyasına karşı daha güçlü ve köklü bir alternatifin inşasına katkı sunacaktır. Bu nedenle küçülme yalnızca bir çevre politikası değil, aynı zamanda emek, eşitlik ve kamusal refah ekseninde yeniden inşa edilecek bir toplumsal tahayyül olarak değerlendirilmelidir.
Yeniev, sosyalist hareketlerin çevre mücadelesine sınıfsal bir perspektif katamamasının çevre hareketlerinin toplumsal tabanını genişletilmesini engellediğinden bahseder. Bunun yerine daha teknik ve apolitik taleplerin öne çıktığı bir çevrecilik anlayışı yerleşir. Bu eleştiri haklı olmakla birlikte çevreci hareketin de sınıfsal analizden ve siyasetten azade olması konusu göz önünde bulundurulmalıdır diye düşünüyorum. Çevreciler tarafından ekolojik kriz ağırlıklı olarak kapitalizmin sonucu olarak görülmez. Ve mücadeleler de tekil ve yaşam alanını kurtarmaya yönelik olup bütünsel bir yaklaşımdan uzaktır. Yani çevre hareketinin politikleşememesinin sorumluluğu hem sosyalistlerin hem de çevrecilerin üzerindedir. Yeniev’in de değindiği gibi çevre hareketleri kapitalizmi aşacak bir siyasal program üretemedikleri için sınıfsal temelden yoksun dağınık ve örgütsüz yapılara dönüşmüş, bu yüzden topluma nüfuz edememiştir.
Türkiye’de çevre hareketleri yerel kesimde filizlenmiş ve genellikle kırsal bölgede yaşayanların alanlarını koruma amacını taşımıştır. Projelere karşı tepkisel biçimde ortaya çıkan hareketler sistemsel alternatifler üretememiştir. İşçi sınıfının gündelik ekonomik mücadelesine odaklanarak uzun vadeli tahayyülleri arka plana atan bazı sosyalist oluşumların hareket tarzıyla benzerlik taşıyan bu durum küçülme hareketinin sınırlı ve etkisiz hale gelmesine neden olmuştur.
Türkiye’de çevre hareketlerinin mülksüzleştirme süreçlerine odaklanıp işçileşme dinamiğini göz ardı etmesi mücadelelerin toplumsal tabanını sınırlamakta bu mücadelelerin iktidar tarafından kalkınma karşıtlığı olarak lanse edilip hegemonik strateji olarak işlev görmesine neden olmuştur. Çevre hareketlerinin, sadece ekolojik tahribatı değil, aynı zamanda işçilerin haklarını istihdam koşullarını ve geçim kaynaklarını da gündemine alması iş ya da çevre ikileminin aşılmasını sağlayabilir. Hem çevresel dönüşümü hem de istihdam olanaklarını kapsayan bütüncül bir yaklaşım işçi sınıfının çevre hareketlerine desteğini artırabilir ve aynı zamanda karşı hegemonyayı kırabilir.
Küçülme yalnızca çevresel değil aynı zamanda toplumsal eşitlik ve emek politikaları ile ilişkilendirildiğinde bir anlam ifade edebilir. Küçülmenin sosyalizmle kurduğu diyalog ekolojik sürdürebilirlik arayışına ilaveten toplumsal eşitlik, üretim araçlarının demokratikleştirilmesi ve kolektif yaşamın yeniden inşası yönüne doğru çekilebilirse tarihi ve politik bir fırsat sunabilir.
Küçülme sadece ekonomik büyümenin reddi değil, insan ihtiyaçlarının ekolojik sınırlar içinde karşılanmasına dayalı bir toplumsal örgütlenme modelidir. İklim krizinin ve diğer çevresel yıkımın büyüdüğü günümüzde sosyalist ve eko sosyalist stratejilerle birlikte düşünülmesi gereken bir çıkış noktasıdır.
Küçülme paradigması, kapitalist büyüme ideolojisine karşı önemli bir karşı çıkış sunmaktadır. Ancak sınıf mücadelesinden bağımsız düşünüldüğünde, ekolojik reformculuğa indirgenme riski taşır. Marksist siyaset küçülmeyi sadece üretim ve tüketim miktarının azalması değil, aynı zamanda mülkiyet ilişkilerinin, sınıfsal iktidarın ve toplumsal örgütlenmenin dönüşümü olarak kavrar. Bu nedenle küçülme sosyalist bir stratejinin ekolojik ayağı olarak yeniden tanımlanmalı ve sistemsel ve bütünsel yaklaşımla bağlantılandırılmalıdır.
KAYNAKÇA
Dildar Yasemin, Ekolojik Krizin Eşiğinde: Planlı Küçülme ve Sol Alternatiflerin Yeniden İnşası, Cogito, Sayı:117, Yapı Kredi Yayınları, 2025
Foster Hal, İradenin Ütopyacılığı, Cogito, Sayı:117, Yapı Kredi Yayınları, 2025
Gürkan Ceyhun, Küçülme ve Ötesi: Postkolonyal Politik İktisat ile Diyalog, Cogito, Sayı:117, Yapı Kredi Yayınları, 2025
Hickel Jason, Wilk Paulina, Büyüme Bizi Öldürüyor: Jason Hickel ile Bir Söyleşi
Işıkara Güney, Narin Özgün, Küçülme ve Sosyalizm: Bazı Kritik Kesişim Noktaları Üzerine Notlar, Cogito, Sayı:117, Yapı Kredi Yayınları, 2025
Kallis Giorgos, March Hug, Umut Tahayyülleri: Küçülme Ütopyacılığı, Cogito, Sayı:117, Yapı Kredi Yayınları, 2025
Koyuncu Murat, Özar Şemsa, Büyümemek Mümkün mü? Ekonomik Küçülme Üzerine Tartışmalar, Kalkınma İktisadının Penceresinden Türkiye’ye Bakmak, Fikret Şenses’e Armağan, Der: Hasan Cömert, Emre Özçelik, Ebru Voyvoda, İletişim Yayınları, 2017, 312 sayfa.
Yeniev Gökçe, Sınıfsız Bir Çevreciliğin Sınırları: Küçülme Hareketive Türkiye’deki Çevre Mücadelelerinin Arasındaki Paralelliklere Eleştirel Bir Bakış, Cogito, Sayı:117, Yapı Kredi Yayınları, 2025