YÜZLEŞME ZAMANI

Hayat bazen insanı öyle bir yere sürükler ki, nereden geldiğini unutur, nereye gittiğini bilemez hale gelir. Yürüdüğünü sanırsın ama aslında sadece kaçıyorsundur. Kendinden, geçmişinden, düşünmekten, hissetmekten… Ama yolun bir yerinde durmak zorunda kalırsın. Çünkü bazen kaybolmak, hatırlamanın tek yoludur.
Yolun başı, ne zaman yola çıktığını bile anımsayamayacağı kadar uzaklarda kalmıştı. Buraya kadar nasıl geldiğini fark etmemişti bile. Aklından geçen, hiçbir anlam ifade etmeyen bölük pörçük düşünceler… Gözünün önünden geçen, birbiriyle ilişkisi olmayan belirsiz görüntüler… Ayırdına varamadığı sesler… Hepsi bu yolda ona eşlik ediyordu.
Her şey paramparçaydı. Her şey eksik. Her şey bilinmez ve duyulmaz olmuştu.
Hava oldukça soğuktu. Eldiven giymeyi hiç sevmezdi. Parmaklarını hissetmiyordu artık. Ellerini ceplerine sokarak ısıtmaya çalıştı. Tüm vücudu uyuşmuştu. Ne kadar süredir yürüdüğünü bilmiyordu ama yürümeye devam etmek istiyordu.
Durup düşünmeye vakti vardı belki, ama bunu istemiyordu. Çünkü düşünmek, kendisiyle karşılaşmak; kendisiyle hesaplaşmak demekti. Hele ki ince ince düşünmek… İncelikler yüzünden incinmekti. Ne gerek vardı ki?
Zaten en çok bundan korkuyordu. Yüreğinin değil, yolun götürdüğü yere gitmek daha kolaydı.
Hava kararmaya başlamıştı. Şöyle bir etrafına baktı. Ne kadar çok ağaç vardı! Yürürken çevresinde bu kadar büyüklü küçüklü ağaç olduğunu fark etmemişti bile. Hava iyice soğumuştu. Akşam olmuştu. Birden paniğe kapıldı.
Yürürken kendini unutmuştu.
Peki ya şimdi?
Bulunduğu bu yer… Burası neresi?
Etrafa dikkatlice baktı. Sanki tanıdık gibiydi. Ama hayır, bilmiyordu. Bu yolun onu getirdiği bu yer neresiydi?
Kafası iyice karıştı. Etrafta sorabileceği kimse yoktu.
Galiba bir ormanın içinde kaybolmuştu.
Yolun başı, çok ama çok uzaklarda kalmıştı.
Nereye gideceğini bulmak istiyorsa, nereden geldiğini, yaşadıklarını, yaşattıklarını anımsamak zorundaydı.
Düşünmeden, fark etmeden yürüdüğü bu yolun sonunda kaybolmak istemiyorsa, durmalıydı. İnce ince düşünmeliydi. Ve hiç nefes almadan, sadece yürüyerek geldiği bu yoldan nereye gitmesi gerektiğini bulmalıydı.
Yaşadığı her şeyi, her yeri anımsamaya çalıştı. Her bir yaşanmışlığa yalnızlık hissi damgasını vuruyordu.
Kaçmıştı hep kendinden.
Ve yol onu buraya, bu ormana getirmişti.
Artık incelikler yüzünden incinmeden, anımsama zamanıydı.
Ormanda yalnız bir ağaç olduğunu fark etme zamanıydı.
Yüzleşme zamanıydı.
Gerçekten yaşamış mıydı?
“Bir ağaç gibi tek ve hür,
Ve bir orman gibi kardeşçesine…”
Bir ormanda, bir başına, ama belki de ilk kez bu kadar kendine yakındı..