ŞERİF GÖREN’DEN SİNEMAMIZA ÇOK KIYMETLİ BİR ARMAĞAN: DERMAN (1983)
Yönetmen: Şerif Gören, Eser: Osman Şahin, Senaryo: Ahmet Soner, Kamera: Erdoğan Engin, Müzik: Yeni Türkü, Selim Atakan, Oyuncular: Hülya Koçyiğit, Tarık Akan, Talat Bulut, Nur Sürer, Sırrı Elitaş, Gülşah Film (Selim Soydan)
Derman, Gören ile Osman Şahin’in 1982 tarihli Tomruk’un ardından giriştikleri ikinci iş birliği. Ve Tomruk ile seksenli yılların Türk sinemasına önemli bir yapıt armağan eden çalışkan yönetmenimizin başarılarına eklenen başka bir halka daha diyebilirim Derman için. Üstelik de daha büyük bir halka.

Bugün hayranlık ve şaşkınlık içinde bu bol karlı, bol maceralı Doğu filmini izlediğimizde yapıtın başarısını 1983 Antalya Film Festivali’nde ikincilik (laf aramızda, birincilik ödülünü kapan Faize Hücum’dan kat be kat iyi bir ürün Derman), Valencia’da Jüri Özel, Karlovy Vary’de Uluslararası Sinema Eleştirmenleri, 4. Uluslarası Şam Şenliği’nde En İyi Film ödüllerini kazanmasıyla ilişkilendirmenin yetersiz olacağı kanısındayım. Çünkü yineliyorum seksenli yılların başları büyük festivallerin dünyanın uzakta kalmış, itilmiş kakılmış ülkelerinin filmlerine kucak açtığı, önünde saygıyla düğme iliklediği yıllar değildi henüz. Ve Derman, söz gelimi iki binlerde üretilmiş olsa büyük festivallerin ışıltılı ödüllerini kolayca götürüverirdi. Söylemek bile fazla Metin Erksan, Osman F. Seden, Natuk Baytan, Atıf Yılmaz, Yılmaz Güney, Şerif Gören gibi yaratıcılarımız sadece ve sadece yirmili, otuzlu, kırklı yıllarda doğdukları için küreselleşen dünyanın nimetlerine ulaşamamış, aydınlığa çıkamamış, haksızlığa uğramış ustalardı.

Derman yine çok zor koşullarda, Ağrı’nın kırsalında çekilmiş bir çalışma. Gözün alabildiğine karlar içine gömülmüş bu ıssız topraklarda yaşayan bir avuç insan, hayvan ve nesne Gören’in kamerasına yansıdığında ilk bakışta hepimize kımıltısız, aşırı durağan gözüken bu sarp evrenin devinimlerine, çalkantılarına, kavgalarına, aşklarına tanık oluyoruz.

Gören bu zahmetli ve yorucu çalışma için yeniden Erdoğan Engin’i seçmiş görüntü yönetmeni olarak. Yol’daki yetenekli yol arkadaşı da elindeki ilkel alet ve edevata karşın mucizeler yaratarak mükemmel bir görüntü şöleni sunmuş ustasına. Filmin, 1983 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Müzik Ödülü’nü almasını sağlayan Selim Atakan (Yeni Türkü) ezgilerinin, özellikle Mamak Türküsü’nün de bu etkileyici atmosferi güçlendiren, büyük katkısı var elbette.
Filmin başlığı olan Derman yapıtın başkişisini betimliyor (Koçyiğit). Bir takma ad bu. Dertlere çare bulan, kadınları doğurtan, ama bununla yetinmeyip karşılaştığı bütün hastaları, ihtiyar, çocuk, kadın, erkek demeden iyileştirmek için gün boyu, gece boyu çalışan, ter döken ebe Mürvet’in takma adı.
Öykünün başında Mürvet’i karlı bir günde minibüsle Ağrı’nın bir köyüne giderken izliyoruz. Mürvet bir ebe ve burs alarak okumuş Türk devletinden. Şimdi tayini yapılmış bu İran ile burun burun olan Türk köyüne. Otuz beşine varmış, deneyimli bir ebe.
Mürvet’in bu minibüs yolculuğu sırasında bir an gördüğü, heybetli, sakallı, yanında kangal köpeğiyle dolaşan biri dikkatini çeker. Şehmuz (Akan) derler minibüstekiler onun için. Esrarengiz ama yiğit bir adamdır, derler. Hakkında bir şey bilmeyiz ama sürekli yer değiştirir, bir gün buradadır, başka bir gün başka bir yerde, derler.
Motorlu araçların artık giremeyeceği bir noktaya geldiğinde köy yolculuğuna atların çektiği bir kızakla devam eder Mürvet; kızağın sürücüsü ise köylü Tahsin’dir (Bulut). Tahsin’in köyüne ulaştıklarından ebeyi bekleyen bir sürpriz hikayenin gidişini değiştirecektir. Çünkü tipi başlamıştır ve tayin çıkan köye gitmek artık olanaksızdır bu koşullarda. Tahsin evine konuk eder onu. Babası, karısı (Sürer), biri erkek, biri kız iki çocuğu (ikisi de olağanüstü yetenekli Ağrılı köylü çocukları) hep bir arada yaşarlar bu avuç içi kadar mekanda.

Hava koşulları ilerleyen günlerde de değişmeyince, yani kar ve tipi olanca gücüyle bastırmayı sürdürünce ebe köyde kalmaya devam eder. Çocuklarla arkadaş olur, günlük tutar, sevgilisine mektup yazar, kitap okur. Haliyle Tahsin ve karısıyla da iyice yakınlaşır. Şehmuz bir gece konuk gelir aralarına, hatta küçük bir iletişim doğar aralarında. Mürvet öksürüp duran bu kocaman adama hap verir, içsin diye.
Bu arada Mürvet’in doğurma zorluğu çeken bir köylü kadına yaptığı ebelik köylülünün göz bebeği yapar onu. Ama gitme zamanı gelip çatmıştır sonunda ve kızak hazırlanır, Şehmuz önderliğinde yola koyulurlar. Ama çıkan kar fırtınası kafileyi perişan eder. Donma tehlikesini güç bela atlatıp köylerine dönerler. Özellikle Mürvet çok etkilenmiştir soğuktan. Ama evdeki sıcak hava, dayanışma duygusu, çocukların yaşama neşesi kendine getirir onu.
Bu yaşananlar ebeye köyde kalma düşüncesi verir. Artık kapısında kuyruklar oluşmakta, yoksul insanlar çeşitli nesne ve hayvanlar hediye ederek Mürvet’e ödeme yapmaktadır. Ona güzel bir ev inşa ederler, Şehmuz da bir tuvalet yapar buzdan, evin dışına, çorbada tuzu olsun ister.
Bütün bunlar güzeldir de, Tahsin, gül gibi karısının yeniden hamile olmasına karşın gönül düşürür bu sevecen, çok şirin gülen ebeye. Ona ‘kardeş’ değil, Tahsincan diye seslenmesini ister, aşkını dile getirir bir gün. Ama Mürvet’in bir sevdiği vardır ve köyün tamamına sunduğu dermanı bu iyicil gençten esirgemek zorundadır. Fakat aşkın sonu acıklı olacak, kadına gaz almak için, hem de karlı havada ilçeye inen Tahsin’in donmuş ölüsü köyde bomba etkisi yaratacaktır.
Mürvet’in tek aşığı bahtsız Tahsin değildir. Şehmuz da ebenin köye geldiğini görür görmez ayağını çekmemiştir bu topraklardan. Oysa firarda bir katildir o; çok sevdiği karısını ve çocuklarını öldüren ve evini yakan düşmanlarını tek tek hakladığı için devletçe aranan bir kanundışıdır. Bu nedenle sık sık yer değiştirir.
Olayların çözülüşü Tahsin’in dul eşi Bahar’ın çocuk doğurması sırasında olur. Kalçaları dar olduğu için çocuğu dünyaya getiremeyen kadını Ağrı merkezdeki hastaneye götürmek için zorlu bir uğraş başlar. Üç kişilik kafile yola koyulur, kızaktaki Bahar ile birlikte. Yolda başlarına gelen kalmasa da, üzerlerine çığlar yağsa da, fırtınada, borada karların içine devrilseler de, dağlarda bayırlarda kızak ellerinden kaysa da amaçlarına karşılarına çıkan kar açan makineleri sayesinde ulaşırlar. Şehre zamanında varırlar ve sağ salim doğar bebe.
Final çok buruktur çünkü ebenin üstelemesiyle kanun güçlerine teslim olan Şehmuz, hapisanede görüştüğü Mürvet ile hüzünlü bir ayrılık sahnesi yaşar. Ona elveda der genç kadın, kendi yoluna yürür gözyaşları içinde.
Gören bu başarılı çalışmasında doğayı mükemmel kullanmış, ortalığı kaplayan bembeyaz karlı mekanlarda etkileyici resimler sunmuş. Özellikle oyuncularından istediği verimi alması da bu başarıda asal etken olmuş. Hülya Koçyiğit belki de meslek yaşamının en başarılı işine imzasını atmış (1983 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde kazandığı En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü fazlasıyla hak etmiş). Koçyiğit çok yalın bir oyunculuğu seçmiş Mürvet’te. Hiç abartmamış, görevine bağlı ve uyumlu ebede. Tarık Akan ise aynen Yol ve Herhangi Bir Kadın’da olduğu gibi yine düzeyini tırmandırmış yukarlara doğru. Acımasız, çok güçlü, zor doğa koşullarının yarattığı bir dev olmanın ötesinde özellikle son sahnede aşkını sadece bakışlarıyla ifade eden Şehmuz’u mükemmel canlandırmış. Bir alkış da ona. Aynen kokulara düşkün, aşka düşmeye pek meyilli kızakçı rolünü ustalıkla canlandıran Talat Bulut (bu filmle 1983 Antalya Altın Portakal Festivali En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü sahibi) gibi.
Müthiş yetenekli iki çocuk ne oldu, merak ettim doğrusu! Bugün büyük olasılıkla büyükanne ve dede olmuş bu iki sessiz kahraman filmin kopyasını dvd’lerinde ya da televizyon kanallarında rastladıkça izliyorlar mı acaba?