BEYAZ PERDEDEN

SİSTEMLİ BİR ÇÖKÜŞÜN MELODRAMI: DÖRT MEVSİM TACİRİ’NDE AİLE, SINIF, ERKEKLİK KRİZİ

Rainer Werner Fassbinder’in Dört Mevsim Taciri (Handler der vier Jahreszeiten, 1972) filmi kapitalist sistem, yabancılaşma, aile ve erkeklik krizine dair çok katmanlı bir eleştiri örneği sunuyor. Fassbinder bu filmde hem sınıf meselesine odaklanmış, hem de bireylerin duygusal ve varoluşsal çöküşünü incelemiştir. Birey, toplum ve cinsiyet krizi melankolik, yabancılaştırıcı, yapısal ve toplumsallıkla bağlantılı biçimde teatral olarak anlatılmıştır.

Bu filmden önce Fassbinder ondan fazla sinema ve TV projesine imzasını atmış ve emin adımlarla yeni Alman Sineması’nın en yetkin isimlerinden biri olma yolunda ilerliyordu. Dört Mevsim Taciri gerek ulusal gerekse uluslararası tanınırlığını pekiştiren ve yönetmenin üslup olarak da gelişimini imleyen önemli dönüm noktalarından biri.

Fassbinder, filmlerindeki asıl amacın sosyal bir gerçekliği, bireylerin yaşantısı üzerinden politik bir çerçevede anlatmak olduğunu ifade eder. Bunu yaparken de, daha deneysel tasarladığı ilk dönem filmlerinin ardından, özellikle, seyirciyi en çok etkileyeceğini düşündüğü tür olan melodramı kullanır. Ancak klasik anlamda, eskiyi devam ettirmeye; insanları sınırları içerisinde kalmaya teşvik eden melodramı farklı bir alana çeker. Bu farklı alan sistem eleştirisini içerir. Melodramın doğasına aykırı olan bu yaklaşım, beraberinde bir takım değişimleri de getirir; kadınlık ve erkeklik rolleri bu değişimlerin en önemlileri arasındadır. Algılara, yaşantılara ve sanata dek sirayet etmiş cinsiyetçi ideolojiler deşifre ve tersyüz edilir (Salim, 2017). Toplumsal cinsiyet meselesi de sınıf ilişkileri ve kapitalist sistem ile bağlantılı bir şekilde ele alınır.

Film geçmişte paralı asker ve polis memuru olarak çalışmış Hans Epp’in (Hans Hirschmüller) sıkıntıları, toplumsal ve duygusal dışlanmışlığı,  kopuk ve anlamsız bulduğu yaşamını konu alır. Hans, Fransız Yabancı Lejyonu’nda görev yaptığı için annesi tarafından aşağılanmış ve dışlanmıştır. Daha sonra polis olarak çalışırken, ifadesini almaya çalıştığı bir kadın tarafından baştan çıkarılmış ve bu ahlaki zaafından dolayı işten atılmıştır.  Arkadaşlarına bir barda olayı anlatan Hans, bir yandan kendini bir yandan da yakalandığında tokat attığı ve aşağıladığı kadını suçlar. Ancak iyi polis olduğunu ısrarla belirterek kovulmayı hak etmediğini belirtir. Hans, sevgi göstermediği; kendisine soğuk davranan karısından (Irm Hermann) ve küçük kızından oluşan ailesinin geçimini sağlamak için sokaklarda meyve satmaya başlamıştır. Bu arada alkolün dozunu giderek artırır.  

İşçi sınıfını geniş anlamda ele aldığımızda, toplumsal proletaryaya mensup olan Hans, yeni mesleği meyve satıcılığı ile hayata tutunmaya çalışır. Yeni işi onu küçük burjuvazi gibi ara sınıfta konumlandırmıştır. Klasik marksist yabancılaşma teorisindeki yabancılaşma biçimleri insanın kendine (emeğine), ürününe, sürece ve diğer insanlara yabancılaşması biçiminde ortaya çıkar. Hans’ın maruz kaldığı yabancılaşma biçimi bu şemaya tam olarak uygun olup, bunlara ek olarak polislikten kovulmasıyla iş değişikliğinden kaynaklanan yabancılaşmayı ekleyebiliriz.

Hans’ın karısına karşı davranışları despotiktir. Toplumsal öfkesini ataerkil düzenden aldığı güçle eşine yöneltir. Aralarında sevgi bağı ve saygıdan söz edilemez. Hans’ın fiziksel şiddet uyguladığı bir gün  karısı evi terk eder ve Hans’ın ailesine sığınır. Hans eve gittiğinde boşanmak istediğini söyleyen ve avukatını arayan karısının bu davranışı sonucu fenalaşır ve kalp krizi geçirir. Sonrasında Hans’ın donukluğu, yabancılaşması ve ilgisizliği daha da artar. Sağlığı nedeniyle işinde daha edilgen konuma çekilmesi duyarsızlığını artırmıştır. Üstelik bir de evin geçimini sağlama misyonu gereği oluşan eril rolü zedelenmiş ve bu da erkeklik krizine yol açmıştır.

Lacan’a göre, insan öznesi eksiklik üzerinden kurulur. Arzu kendi isteğinden çok başkalarının arzusuna tabi olmayı içerir. Hans’ın trajedisi toplumun arzusuna (statü, onay, itibar) erişememesinde yatar. Arzusu, büyük ötekinin (toplum ile devlet) diliyle şekillendiğinden onaylanma ihtiyacı içinde çaba gösterir. Ve bir türlü eksikliğini gideremez. Bu durum da onu bunalıma sürükler. Hans’ın annesi Lacancı anlamda “otoriter Ötekidir” Hans’ı yetersiz, küçük, değersiz görür. Oğlunun mesleğini arkadaşlarına söylemekten utanır. Hans’ın ataerkil düzen içindeki konumu da böylece kırılmış, otoritesi sarsılmışır. Hans, dünyaya karşı soğuktur ama onu çevreleyenler (karısı, kızı, annesi ve kız kardeşi) de Hans’a karşı soğuktur. Sistem herkesi birbirine karşı sevgisizleştirmiş ve aralarına mesafe koymuştur. Sevgi kapitalist toplumda bir yatırım biçimidir ve kimse Hans’a duygusal yatırım yapmaz.     

Filmin kadrajları önceki filmlerinde olduğu gibi genellikle sabit ve sık sık uzak açılarla tasarlanmış. Fassbinder’in bu filmindeki görüntü yönetmeni yine Dietrich Lohmann. Oyuncular çok az hareketli; bakışlar boşluğa yönelik, diyaloglar arasında bol sessizlik hâkim. Bu Brechtyen yabancılaştırma tekniğinin seyircinin duygusal özdeşliğini kırmak ve olguları düşünsel bir mesafe ve sorgulayıcı bir yaklaşımla kavramasını sağlamak için kullanıldığını daha önceki Fassbinder incelemelerimizde de ele almıştık. Filmde mevsimsel renk geçişleri duygusal atmosferin değişimini yansıtmaz. Donuk ve tekrarlayan bir yaşam döngüsünü sergiler. Karakterlerin donukluğu ve duygusuzluğu kameranın hareketsizliği ile paralellik yansıtır. Ne karakterle özdeşleşme ne de duygusal bir anlatım deneyimleriz. Fassbinder, klostrofobik iç mekanlar ve sabit kamera açılarıyla karakterlerin kapana kısılmışlığının adeta altını çizmektedir.

Fassbinder’in Münih’te erken yaşlarda başlayan tiyatro tutkusu nedeniyle filmlerinde teatral etkiler belirgindir. Dekor, giysi ve ışık anlayışında tiyatrodan gelme açık etkiler göze çarpar. Işığın yönlendirilmesinde ve renk seçiminde, dramatikleştirmeye uygun öykülerde bile sadeleştirme ya da dramdan arındırma yaklaşımıyla, heyecan ve duygusallığın en yoğun olması beklenen anları donuklaştırmayı başarır. Melodrama Brechtyen öğeleri de ekleyerek bunu kendine özgü bir alaşım haline getirir. Ancak ortaya çıkan bu alaşımın nasıl yorumlanması gerektiği konusu izleyiciye bırakılmaktadır (Kafalı, 1999, s.31).

Tüm film boyunca satıcının sokaklarda dolaşmasına karşın fonda görünen hep pastel renklere sahip sokak duvarları ya da donuk renklerle perdelenmiş olan kapalı mekanlardır. Korku Ruhu Kemirir filminde olduğu gibi yönetmen yine gökyüzünü göstermekten olabildiğince sakınır ve film boyunca insana özgürleşme duyumunu veren gökyüzünü hiç göstermez. (Kafalı, 1999, s.33). Bu durum sıkışmışlık unsurunu daha da pekiştirir.

Filmin sonunda Hans Epp’in hikâyesi sessiz ama yıkıcı bir sona ulaşır. Kendisi hastanedeyken karısıyla sevişmiş olan Anzell’in, ardından Lejyon günlerinden arkadaşı olan Harry’nin Hans’ın yanında çalışmaları ve ondan beklenen rolleri üstlenmeleri adeta Hans’ın bu dünyadan silinip yok oluş sürecinin altını çizer.

Çevresinde hayat olağan akışında sürerken; Hans doktorun tavsiyelerini göz ardı ederek barda içmeyi sürdürür. Son anlarında ne dramatik bir patlamaya ne de duygusal bir yüzleşmeye tanık oluruz — sadece sessiz bir kendini tüketme sürecidir bu. Ölümü neredeyse sıradan bir olay gibi sunulur; toplumun ağır beklentileri altında ezilen sıradan hayatlardan bir başkasının kaybı olarak geçiştirilir.

Bu son, Fassbinder’in savaş sonrası Batı Almanya toplumuna yönelik karanlık eleştirisini özetleyen bir kapanış gibi de düşünüebilir. Toplumsal uyumun görünmeyen şiddetini ve modernleşen ama duygusal olarak çoraklaşmış bir toplumda işçi sınıfı erkeğinin silinip gitmesini de temsil eder. Hans ne klasik anlamda bir trajik kahramandır ne de edilgen bir kurban; aksine, aile baskısı, ekonomik beklentiler ve toplumsal cinsiyet rolleriyle törpülenip yok olmuş sıradan bir insandır. Ölümü, tüm olayların kaçınılmaz ve mantıklı bir sonucudur: İç dünyasını dış dünyanın talepleriyle uzlaştıramayan bir adamın sessizce ve yavaşça silinip gitmesi.

Toplumsal eleştiri ile varoluşsal trajedinin paralelliği Fassbinder’in bu filminde de etkili bir biçimde sergilenmiştir.

Kaynakça

Doç. Dr. Nadi KAFALI, Alman Sinemasının Büyük İsmi Reiner Werner Fassbinder, 1945-1982, Kurgu Dergisi, S: 16, 29-39, 1999.

Feyza SALİM,  Fassbinder Melodramlarında Toplumsal Cinsiyetin Yeniden Yorumlanması Üzerine,  2017.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir