ERKEN DÖNEM FASSBINDER SİNEMASINDA GÖÇMENLİK VE YABANCILAŞMA: KATZELMACHER

“Alman orta sınıfının çelişkilerini —ikiyüzlülüklerini, korkularını ve düzen maskesinin ardındaki şiddeti – göstermek istiyorum.” Rainer Werner Fassbinder, 1974, Sight and Sound dergisi ile yapılan söyleşiden.
Rainer Werner Fassbinder’in 1969 yapımı filmi Katzelmacher, Batı Almanya’nın ekonomik mucizesi (Wirtschaftswunder) ve bu sürecin parçası olan göçmen işçi (Gastarbeiter) akınının yarattığı toplumsal dinamiğe yönelik keskin, minimalist bir eleştiridir.
Katzelmacher, ekonomik mucizenin gerçekleşme sürecinin son dönemlerinde ve göçmenlerle ilgili yerel toplumdaki rahatsızlığın arttığı yıllarda çekilmiştir. Film, savaş sonrası dönemin kentsel yabancılaşmasını, yabancı düşmanlığını ve ekonomik olarak gelişmiş olsa da sosyal olarak muhafazakâr ve önyargılı kalan bir toplumdaki derin gerilimleri yansıtır.
“Katzelmcher” özellikle Bavyera Almancasında yer etmiş argo bir ifade. Sorun çıkaran kişi anlamında ve yabancı işçi veya göçmen erkek için aşağılayıcı biçimde kullanılır. “Katzelmacher”in “kedi yapıcı/kedi fabrikası” şeklinde Türkçeleştirilebilecek kelime anlamı ise Alman kadınlarını baştan çıkaran, onlardan çocuk yaparak çoğalan, asalak yabancı erkek klişesine bir etikettir.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Batı Almanya, gerek – yaşadığı büyük yıkıma rağmen – kendi endüstriyel altyapısı gerekse Marshall Planı çerçevesinde aldığı destekle hızlı bir iyileşme ve büyüme gerçekleştirdi. Kapitalist sisteme entegre olduğu bu dönemde Batı Almanya, büyük ölçüde işgücüne ihtiyaç duyduğundan önce İtalya (1955), ardından Türkiye (1961) ve daha sonra Yunanistan, Yugoslavya ve İspanya gibi ülkelerle yaptığı anlaşmalarla ülkesine göçmen ve konuk işçi getirmeye başladı. Batı Almanya gibi hızla gelişen diğer Avrupa ülkelerinde de, işverenler için yabancı işçi çalıştırmak, onları ucuz emek olarak kullanarak rakipleri alt etmek ve böylece kârlarını artırmak yaygın bir uygulamaya dönüştü. Fakat özellikle göçmen işçi alımının son dönemlerinde ve başlangıçta geçici (konuk) kabul edilen işçilerin çalıştıkları ülkelerde kalıcı olmaya başlamalarıyla, bu uygulamanın sınıf içi bölünme, kültürel dışlanma, uyumsuzluk, ırkçılık, göçmen karşıtlığı ve gettolaşma gibi sonuçları ortaya çıktı.
Filmimize dönersek, Yunanlı Jorgos ucuz emeğin temsilcisidir; filmin bir noktasında tarzanca anlatmaya çalıştığı gibi kendi ülkesinde ekmeğini kazanamadığından karısını ve çocuklarını bırakıp gelmiştir ve yeterli parayı kazandıktan sonra dönmeyi düşünmektedir.

Şehrin alt-orta sınıf mahallesinde yaşamakta olan Alman karakterlerimizin rutin yaşamları Jorgos’un gelmesiyle hareketlenir. Bu topluluk hiçbir üretken eylemde bulunmayan, boş gezen, ilişkilerinde sevgi, şefkat ve duygudaşlık barındırmayan, soğuk ve edilgen kişilerden oluşur. Marksist terminolojideki yedek işgücü ordusu veya lümpen proletarya şeklinde adlandırılabilecek kişi özellikleri gösterirler. Kendi aralarında samimiyetsiz, mekanik ve rutin ilişkiler kuran bu gençler bireysel gelişim göstermez, gündelik hayatın durağanlığı içinde savrulup durur ve her gün bir apartmanın önünde buluşur.

Kent terk edilmiş gibi bir izlenim sunar. Kapı önünde buluşan gençler genelde suskundur. Çok az diyalog vardır aralarında. Sıkılanlar bazen bara gitmek için ayrılır; barda da uzun sessizlik içinde oturur veya içeriksiz kısa diyaloglarla iletişim kurar ya da bazen kağıt oynayarak zaman harcarlar. Erkekler kadınlara yönelik cinsiyetçi ve kontrolcü davranışlar sergiler. Kadınlar erkeklerin hakaret ve duyarsızlıklarını edilgenlikle kabullenir. Ya da bazı menfaatler çerçevesinde tavırlarından hoşlanmadıkları, haz almadıkları erkekle birlikteliklerini sürdürür.
“Yabancı”nın gelişi genç grupta merak, kıskançlık, öfke, nefret gibi duygular uyandırırken bir yandan da anlamsız ve hedefsiz hayatlarına bir anlam katmıştır.
Jorgos ucuz işgücü olmasına karşın, kaldığı odanın kirasını düzenli, hatta peşin ödeyerek, aylak takımından farkını gösterir. Hiçbir karakterin tek başına ayakta kalamadığı bir dünyada, ancak birbirinden maddi-manevi faydalanma bağı içinde varoluşlarını sürdürebilen bu grubun özellikle erkekleri için Jorgos bir tehdit oluşturur. Bu tehdit iki boyutludur. İlki Jorgos’un kendi ülkelerindeki işleri ellerinden alan, diğeri ise seksüel ve duygusal yetersizliklerini görünür kılan kişi olmasıdır. Kadınlara zorbalık sergileyen, hatta grup içi ilişkilerinde, kız arkadaşlarına fiziksel şiddet uygulayan erkeklerin bu maço tavırları Jorgos’un kibar ve anlayışlı halleri yüzünden iyice belirginleşir. Kadınlar Jorgos’a fantezi nesnesi olarak bakar. Jorgos’un dili, kültürü, görünümü farklıdır. Arzu nesnesi haline gelme nedeni bilinmez ve ulaşılmazlığından kaynaklanır biraz da. Grup içinde Jorgos’un penisinin büyüklüğü dahi tartışılır. Onunla birlikte olma arzusu duyan bir kadın kendisine tecavüze yeltendiğini iddia eder, v.b.
Onun varlığı grubun gerek bireysel gerek toplumsal yetersizliklerini görünür kılmaktadır. Alman gençler Jorgos’a, Foucault’nun söz ettiği anlamda bir mikro iktidar, hatta mikro faşizm sergiler. Ötekinin inşası, benliğin çürümüşlüğünü gizleme aracı olur ve kolektif bir hınca yol açar.
Pek çok eleştirmenin hemfikir olduğu bir değerlendirme, Fassbinder sinemasında göçmenin, burjuva toplumunun bastırdığı sınıf kininin bir aynası olduğu yönünde. Ona vurarak, kendi beceriksizliklerine duydukları öfkeyi meşrulaştırdıkları hususunda biz de hemfikir olabiliriz.
Fassbinder ilk filminde (daha önce tartıştığımız ve aynı yıl çekilen Aşk Ölümden Soğuktur) olduğu gibi burada da hareketsiz kamera ve uzun çekimler kullanmış. Oyuncular kadraja girip çıkıyor, kamera onları takip etmiyor. Karakterler genellikle yan yana oturuyorlar ve karşılıklı oturduklarında da konuşurken pek göz teması kurmuyorlar. Filmde kameranın hareketli olduğu az sayıdaki sahnede (ki minimalist bir piyano ezgisi eşliğinde son derece akılda kalıcı sahneler bunlar) karakterler ikili / çift şeklinde, hep aynı boş sokakta konuşarak ağır ağır yürüyor. Bu sahne bana sıklıkla hapishane avlusunda volta atan mahkumları düşündürdü. Sokağın bir ucunun parmaklıkla kapalı izlenimi vermesi de bu hissi pekiştiriyor. Temponun yavaşlığı adeta karakterlerin ruhsal boşluğunu yansıtıyor. Zaman durmuş gibi.
Fassbinder’in oyuncularıyla yönetmen olarak kurduğu ilişki, Brecht’in epik tiyatro ilkeleriyle paralel. Seyirci empati kurmak yerine düşünmeye zorlanıyor. Yani seyirci duygusal özdeşlikten uzaklaştırılarak konuyu analiz edici ve sorgulayıcı bir konuma getiriliyor. Fassbinder bu filmini kendi tiyatro oyunundan (yazdığı ilk oyun) uyarlamış; hemen her filminde tiyatro atmosferi ve Brecht etkilerini görüyoruz.
Jorgos rolünde Fassbinder var. Marie ve Elizabeth rollerinde, yönetmenin yirmiden fazla filmde birlikte çalıştığı yol arkadaşları Hanna Schygulla ve Irm Hermann yine göz dolduruyor.

On günde çektiği “Katzelmacher” filmi gerek sinema dili gerekse teknik özellikler açısından Aşk Ölümden Soğuktur ile benzerlikler taşıyor. İki film de siyah beyaz çekilmiş, hareketsiz kamera ve minimal dekorlu, grinin ağırlıklı tonlarda olduğu mekanlar kullanılmış. Teatral etki, uzun ve durağan sahneler, zamanın durduğu hissi, derin sessizlikler, karakterlerin iç sıkıntısı ile özdeşleşen kasvetli ortamlar iki filmde de ortak öğeler olarak öne çıkıyor. Tüm bu ögeler yabancılaştırma etkisini güçlendiriyır. Her iki filmde de toplumsal dışlanma, şiddet, cinsellik, iktidar, toplumsal normların çöküşü ve yabancılaşma temaları ön planda.
Katzelmacher Fassbinder’in ilk dönem sinemasının tüm minimalist ve deneysel unsurlarını yansıtan bir film. Yönetmen sinema serüveninin çok verimli ikinci evresine, yine göçmen, yabancı, öteki ve burjuva ikiyüzlülüğü meselesine değinerek, bu kez kendine özgü biçemiyle yeniden geliştirdiği melodramlarla damga vurmuş. Bu dönemin en yaygın bilinen ve sevilen filmi Ali: Korku Ruhu Kemirir (1973) de ele alacağımız bir sonraki filmimiz olsun.