BİR ŞEHİR, BİR SANATÇI, BİR MÜZE

Büyüleyici bir şehir Prag, bu şehirde insanı etkileyen o kadar çok şey var ki, binalar, köprüler, müzeler, katedraller, heykeller. . . Nereye bakacağını, hangisine daha çok vakit ayıracağını şaşırıyor insan. Avrupa’nın, tarihi doku anlamında en iyi korunmuş kentlerinden biri burası. İkinci Dünya Savaşı’nda fazla zarar görmemesinin de payı var bunda. Adeta açık hava müzesi olan bu şehri her görüşümde Alphonse Mucha’nın resimleri, posterleri geliyor aklıma. Şehir, aynı onun resimlerindeki gibi rahat, özgür, renkli ve gizemli. . . Son gidişimde öncelikli amacım onun resimlerini ve posterlerini incelemekti. Bu amaç, Prag’ın güzelliğine güzellik katan o müzeye ve o müzenin yaratıcısı Alphonse Mucha’ya götürdü beni. Art Nouveau hayranları Alphonse Mucha adını hemen bileceklerdir, bilmeyenler bile resimlerini ya da resimlerinin taklitlerini görmüşlerdir mutlaka. Eserlerinde genellikle kadın figürleri, çiçek motifleri ve detaylı süslemeler yer alır. Mitolojik ve sembolik ögelerle bezeli kompozisyonlar, güçlü renk kullanımı ve estetik uyum dikkat çekicidir. Sadece Art Nouveau akımının değil, grafik sanatlarının ve reklamcılığın da öncü isimlerinden biri olarak kabul edilir dünyada.

Bu kadar yaratıcı bu kadar üretken, bu kadar farklı alanda öncü olmuş bu sanatçı kimdir, nasıl bir hayat yaşamış, nasıl bu kadar ünlenmiştir? Biraz bakalım istiyorum bunlara. Sevdiğim sanatçıların hayatını merak ederim hep. Bilmek etkiliyor beni, yapılan işler daha anlamlı hale geliyor gözümde. Mucha’yı okumaya başladığımda sanatçının milliyetçi yapısıyla karşılaştım, gördüm ki Çek kökenleri onun için çok önemli. Oldukça tutucu ve geleneksel yapıya sahip insanların yaşadığı küçük bir yerleşim yeri olan Morovya’nın İvancice kasabasında doğmuş ve büyümüş olması onu etkilemiş olmalı, çocukluğundan itibaren, dinin ve milliyetçi kavramların etkisiyle şekillenmiş karakteri. Uzun yıllar katedral korosunda şarkı söylemiş, resme de müziğe de yetenekli olmasına rağmen ailesinin maddi durumu nedeniyle sanat eğitimi alamamış. Liseyi bitirdikten sonra dekoratif boyama işlerinde çalışmaya başlamış, geçimini çoğunlukla tiyatro dekoru yaparak sağlamış. Fakat 1879 yılında Viyana’daki bir tiyatrodan öyle büyük bir teklif almış ki, yaşamını değiştirecek bir dönüm noktası olmuş bu. Sanatçı bu teklifle Viyana’ya taşınmış, burada çalıştığı sürece hem çok başarılı işler yapmış, hem de resmi hızla ilerlemiş.
Evet, çok çalışır, başarılıdır, her şey çok güzel gider, ta ki, 1881’de tiyatroda çıkan bir yangın binayı yerle bir edene kadar. . . Yangın sonrası tiyatro kapanınca tekrar Moravya’ya dönmek zorunda kalır. Serbest dekoratif işler ve portre resimleri yapmaya başlar yeniden. Bu süreçte yaşamına yön verecek yeni bir insan çıkar karşısına ve her şey değişir yine. Kont Karl Khuen’in desteğiyle yeni bir dönem başlar yaşamında. Karl Khuen, kale duvarlarına resimler yapmasını istemiştir Mucha’dan. Çalışmanın sonunda ortaya çıkan duvar resimlerinden o kadar etkilenir ki, Mucha’nın Münih Güzel Sanatlar Akademisi‘nde resim eğitimi alması için sponsor olur. Böylece önce Münih Güzel Sanatlar Akademisinde resim eğitimine başlar, ardından Paris‘e taşınır, Académie Julian’da eğitimine devam eder. Burada bağımsız bir Çek ulusu hayaliyle, bir Slav örgenci grubu kurar. Eğitim hayatı boyunca arkasında hep Kont Karl Khuen vardır.

1894 yılı yine bir dönüm noktasıdır onun için, Paris’te yaşayan ünlü oyuncu Sarah Bernhardt‘la tanışır, ona hazırladığı bir posterle bir gecede meşhur olacaktır. Ünlü yıldızın Gismonda isimli oyunu için, alışılmadık büyüklükte, ince, uzun bir çalışma tasarlar. Sarah posteri çok beğenir ama yalnızca o değildir beğenen, tüm Paris halkı bayılır postere. Posteri almak için duvardan sökmeye çalışanlar, poster asan kişiye rüşvet vererek satın almak isteyenler, matbaaya gidip posteri almak için yalvaranlar… Yani o kadar beğenilir ki, bir gecede sansasyon yaratır. Bu, ona büyük ün ve başarı kazandırır. Bu başarının ardından 6 yıllık bir sözleşme imzalarlar, artık Sarah’nın tüm afiş, sahne ve kostüm tasarımlarını o üretmektedir. Sarah, dünyaca tanınan çok meşhur bir oyuncudur, Mucha’nın yaşamı ona yaptığı afişlerle değişir ve giderek tüm dünyada tanınmaya başlar. Öyle ki, sanatının temel taşlarını bu afişler oluşturmuştur diyebiliriz.
19. yy. sonları Art Nouveau adı verilen yeni bir sanat akımının ortaya çıktığı yıllardır. Resimden mimariye, günlük eşyalardan dekorasyona kadar çok geniş bir alanı etkileyen Art Nouveau hareketi, sanatın insan hayatına girmesini amaçlıyordu. Bu akım, estetik ve işlevselliğin, sanat ve zanaatın birleştirilmesine vurgu yapıyordu. O yıllarda Mucha’nın arkadaşı Jean Lahore tarafından ortaya atılan bir görüş vardı; “Halk için Art Nouveau.” Bu görüşün takipçileri, gri şehirleri ve o şehirlerdeki kasvetli binaları parlak renklerle donatmayı amaçlıyorlardı. Binaları renklendirmenin şehirde yaşayan insanlara iyi geleceği düşüncesiyle yola çıkmışlardı.. Art Nouveau sanatçılarının ortak teması ise kadın ve doğaydı. Kadında ilk göze çarpan özellik bol, rahat, uçuşan ve hafif giysilerdi. Eskiden kadınları sıkan, hareketini ve özgürlüğünü kısıtlayan giysiler ortadan kalkmıştı. Kadın giyimi konusundaki özgürlük, kadın özgürlük hareketine paralel ilerliyordu aslında. Yoğun ve abartılı saçlar, kadın imgesiyle çiçek imgesi arasında kurulan bağ, bitkisel motifler, kıvrık hatlar, çizgisel ve akışkan formlar… Hepsi bu döneme özgüydü. Mucha da, Art Nouveau akımına katıldı, yükselişine katkı sağladı fakat kendini bir Art Nouveau temsilcisi olarak tanımlamadı hiçbir zaman.



O, sanatın her yerde olması gerektiği ve her şeyin sanat olabileceği fikrinden yola çıkmıştır. İşte bu nedenle, reklamlardan dekoratif panolara, duvar kağıtlarından mobilya tasarımına kadar her şeye el atar, yaptığı her iş de çok beğenilir. Hatta, Mucha’nın iyice ünlenmesi ve yapıtlarının saygınlık kazanması sonucu “Art Nouveau” akımı yerine “Mucha Stili” deyimi sıkça kullanılır hale gelir. Paris’te açtığı 1900 Evrensel Sergisi de, Mucha stilini uluslararası platforma taşımaya yardımcı olmuştur. Serginin ardından Amerikan İllüstratörler Derneğinin davetiyle ABD’ye gider. Orada kısa bir süre yaşadıktan sonra, Prag’a dönen sanatçı artık çok ünlüdür. Tüm dünyada tanınmaktadır ama yine de, Prag Güzel Sanatlar Tiyatrosu için yaptığı dekoratif çalışmalarına, belediye binası ve şehrin diğer simge yapılarına duvar resimleri yapmaya devam eder.

O yıllar, Çekoslovakya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan çıktığı ve bağımsızlığını kazandığı yıllardır. Yeni devletin birçok yeni tasarıma ihtiyacı vardır; yeni posta pulları, ilk banknotlar ve diğer hükümet belgeleri… Bunların çoğunun tasarımı sanatçı tarafından yapılır. Artık sanayi devriminin etkileri giderek belirginleşmeye başlamış ve bu durum çok şeyi değiştirmiştir, yeni ihtiyaçlar ortaya çıkmıştır. Üretimin artması sonucu, kitleleri tüketime yöneltmek gereklidir. Bu nedenle reklama ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç, afiş sanatının yükselişini de beraberinde getirir. Mucha’nın afişleri, posterleri daha da önem kazanır. Sürekli poster üreten bu yetenekli sanatçı, reklam ihtiyacı duyan sanayicilerin dikkatinden kaçmayacaktır elbette. Mucha, posterler, takvimler, taş baskılar ve diğer çeşitli reklam materyalleri için çok daha fazla sipariş almaya başlar. O yıllarda fotoğraf ve film çalışmalarının yeni yeni başladığı, televizyon ve internetin olmadığı düşünülürse, kitleleri yönlendirmede afişlerin ne kadar etkili olduğu anlaşılacaktır. Mucha, yaptığı afişlerle dünyanın en önemli afiş sanatçılarından biri olarak literatürde çoktan yerini almıştır. Aynı zamanda mücevher, tekstil, bronz eserler ve mobilyalar da tasarladığı ürünler arasında dikkati çekmektedir.

Sanatçının geride bıraktığı tüm eserlere bakıldığında, çok farklı alanlarda çalışmalarına devam ederken resim yapmaktan hiç vazgeçmediğini görüyoruz. Mucha’nın resimlerinde kadın başrolde hep, genellikle başlarının arkasında haleler bulunan kadınlar bunlar. Uçuşan giysiler içinde, etrafı çiçeklerle donatılmış, güzel, sağlıklı genç kadınları çizmiş sanatçı. Güçlü bir kompozisyon, doğadan etkiler, yumuşak kıvrımlar, zarif dekoratif unsurlar, çiçekler ve doğal renkler… Sanatçının hemen hemen her resminde bunları görmek mümkün.
Mucha’nın başyapıtı olarak kabul edilen “Slav Destanı” ise, tüm resimleri arasında ayrı bir yere sahip, çünkü hiç vazgeçmeden, yıllarca bu resim dizisi üzerinde çalışmış. Genel olarak Çek ve Slav halklarının tarihini anlattığı bu yirmi büyük resmi bitirdikten sonra Prag şehrine armağan etmiş. Sanatçı, Slav Destanı’nından söz ederken; “Çalışmalarımın amacı yıkmak değil, inşa etmek, köprüler kurmaktır, çünkü hepimiz insanlığın daha da yakınlaşacağı umuduyla yaşamalıyız. İnsanlar birbirini tanırsa bu daha da kolay olacaktır,” demiştir. İşte bu değerli seri, 1963’ten itibaren Moravský Krumlov’da bir şatoda sergileniyor. Yine 1930’ların başında tasarladığı Prag’daki St. Vitus Katedrali‘nin ünlü Mucha penceresi de en önemli eserleri arasında, her yıl Prag’ı ziyaret eden binlerce insan buradaki vitrayları hayranlıkla izliyor.
Dünyada hiç bitmeyen şey değişim elbette. 1930’ların sonlarına gelindiğinde çok seyin değişmiş olduğunu görüyoruz Yükselen faşizm dalgası giderek etkisini artırmış. Faşizmin yıkıcı, baskıcı, şiddete dayanan etkisi herkesin hayatına dokunduğu gibi Mucha’nın hayatına da dokunmuş. O da, birçok sanatçı gibi yoğun baskılara maruz kalmış, eserlerine yasaklar getirilmiş. Üzerindeki baskılar sanatçıyı o kadar yıldırmış ki, Mucha’nın psikolojisi alt üst olmuş. Alman birlikleri 1939 baharında Çekoslovakya’ya girdiğinde, Gestapo tarafından ilk tutuklananlar arasında o da varmış. Tutukluluk boyunca yapılan sorgulamalar sırasında zatürreye yakalanması sanatçıyı iyice zora sokmuş. Bir süre sonra serbest kalsa da bu olayın gerginliğinden ve olumsuz etkilerinden sıyrılamamış. 14 Temmuz 1939’da akciğer enfeksiyonundan hayatını kaybetmiş ve o çok sevdiği Prag’da defnedilmiş.

Birçok sanatçının ölümünden sonra eserlerine sahip çıkılmıyor maalesef. Ne mutlu ki, Mucha’nın ailesi onun sanatsal mirasına sahip çıkmış. 1992 yılında Mucha Vakfı‘nı kurmuşlar. Ünlü Mimar Eva Jiricna ise Prag’daki en önemli Barok saraylardan biri olan Savarin Sarayı‘nda olağanüstü bir müze yaratarak, Mucha’nın mirasını Çek gençlerine ve dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen ziyaretçilere sunmuş. Müzeye gitmeden önce sanatçı hakkında bolca okumuş, resimlerini incelemiştim. Hemen hemen tüm resimlerini biliyordum, buna rağmen her birini yeni görmüş gibi hayranlıkla seyrettim, bakmaya doyamadım. Tümünde kadınların güzelliğini yansıtmış, onun resimlerinde çiçek desenleri arasındaki kadınlar son derece şık zarif ve gizemli. Sanatçının hayatını değiştiren, üne kavuşmasını sağlayan Gismond oyunu için yaptığı o ünlü poster de burada yer alıyor. Müze, dünyaca ünlü Çek sanatçının yaşamına ve eserlerine adanmış ve Mucha’nın kişisel anılarını, resim, fotoğraf, poster, desen ve litograflarından oluşan bir seçkiyi sanatseverlerle buluşturmuş. Öyle güzel olmuş ki, ben çok sevdim, Prag’a yolunuz düşerse, Mucha’nın eserleriyle tanışın ve şehrin ortasında yer alan bu müzeyi görmeden dönmeyin derim.
Yazınızı bir solukta okudum, umarım benim de sergiyi görme imkanım olur.