KİTAPLAR, OKUDUKÇA

IZA’NIN ŞARKISI: Modernleşmenin Sessiz Çığlığı

Ebeveynler ile çocukları arasındaki ilişki modern yaşam geliştikçe sorunlu bir hal almıştır. Bir yanda modern hayatın getirdiği çalışma mecburiyetini ve bir arada, sıkıştırılmış zamanlarda yaşama zorunluluğuna tabi özel hayatları, öte yanda anne babaya karşı yerine getirilmesi gereken yükümlülükleri dengeli bir şekilde yönetmek kolay değil. Zamanımızın büyük bölümünü kaplayan sistemin dayattığı ücretli kölelik durumu özel ve kamusal hayattan özveride bulunarak yerine getirilebilen etik sorumlulukları sınırlıyor.

Macar edebiyatının önemli isimlerinden Magda Szabo’nun (1917-2007) Iza’nın Şarkısı (İza’s Ballad, 1963) adlı kitabı modern dünyada rasyonel akıl ile bakım etiği arasındaki paradoksu anne-kız ilişkisi üzerinden kurmaktadır. Kitapta modernleşmenin ve etik çözülmenin yıkıcı etkisi sorgulanır.

Dul kalan yaşlı Ettie, kızı Iza’nın talebiyle taşradan Budapeşte’ye kızının evine taşınır. Bu taşınma beraberinde kültürel ve duygusal bir yabancılaşma sürecini getirir.  Ettie’nin taşradan getirdiği alışkanlıkları, ritüelleri, gündelik hayat düzeni modern kentli yaşamın pratikleriyle uyuşmaz. Aynı zamanda kızıyla ilişkileri de bambaşka bir hal alır. Bu uyuşmazlık anne ile kızı arasındaki sevgi bağını zedeleyen, aralarına mesafe koyan, kırılganlıklar yaratan temel bir gerilime yol açar.

 Iza başarılı ve disiplinli bir hekimdir. Annesine gösterdiği sevgi, şefkatten çok görev bilinci ve rasyonel kontrol çerçevesinde biçimlenir. Iza için annesinin ihtiyaçları ve bakımı organize edilmesi gereken işlerden ibarettir. Annesine karşı sevgisi sıcak değil; mekanik, planlı ve aşırı korumacıdır.

Romanın başından sonuna kadar derin bir yalnızlık ve sessizlik duygusu hâkim. Ettie hem kent yaşamının getirdiği yabancılaşmayı hem de kızı ile çatışma yaşar. Szabo, Ettie’nin temsil ettiği geleneksel kadın rolü ile Iza’nın temsil ettiği modern kadın rolünü karşı karşıya getirir. Anne ile kızı arasında, büyük kavgalardan değil, paylaşılamayan yemeklerden, anlamını yitiren ritüellerden, söylenmeyen sözler ve bastırılmış duygulardan kaynaklı bir uçurum doğar. Sadece Macaristan’da değil modernleşme sorunları yaşayan bütün toplumlarda gelenek ile modernite arasındaki uçurum bireylerin ruhlarında böyle derin yarılmalar yaratmıyor mu?

Romanın trajik boyutu, büyük olaylardan değil, gündelik yaşamın ayrıntılarından inşa edilmiş. Ettie’nin kendi mutfak alışkanlıklarının Budapeşte’de bir anlam taşımaması, Ettie ile evdeki hizmetçi arasındaki gerilim, İza’nın annesi için hazırladığı düzenli ve kontrollü hayatın (ki bu hayat Ettie’nin hiç bir evi işi yapmayıp bir köşede oturmasını gerektiriyor) Etti’ye yabancı gelmesi, sıradan görünen ama derin bir kırılmaya işaret eden sahneler. Szabo, bu sahnelerde karakterlerin yalnızlığını, onu neredeyse görünmez kılarak okura sezdirir. Szabo’nun edebi gücü, bu gündelik yaşamın ayrıntılarından evrensel bir yalnızlık ve yabancılaşma duygusu çıkarmasında yatıyor.

İza’nın Şarkısı, anne-kız ilişkisini ele alırken, aslında edebiyatın en zor sorularından birine yanıt arıyor: Farklı kuşaklar (hatta genelleştirirsek İnsanlar)  birbirlerini gerçekten anlayabilir mi? Szabo’nun yanıtı olumsuz. Çünkü roman boyunca Ettie ile İza aynı dili konuşmalarına rağmen aynı dünyayı paylaşmaz. Szabo, okuruna edebiyatın gücünün hatırlatıyor: Sessizliklerden bir roman kurmak, basit görünen ayrıntılardan trajedi yaratmak, gündelik hayatta saklı kalmış yalnızlığı görünür kılmak. Ettie’nin kendi mutfak alışkanlıklarının Budapeşte’de işe yaramaması, Iza’nın annesi için hazırladığı düzenli hayatın Ettie’ye yabancı gelmesi gibi sahneler Çehov’un “küçük olaylardan evrensel bir trajedi yaratma” anlayışını hatırlatıyor.

Edebiyat tarihçisi, Franco Moretti’nin dediği gibi modern, sıklıkla “kaybın hikayesidir”: kaybolan ritüeller, duygular, anlamlar. Iza’nın Şarkısı tam da bu kayıplar üzerine kurulu. Ettie’nin kimliği ve dünyası alışkanlıklarıyla birlikte çözülürken, Iza’nın dünyası soğuk bir düzenlilik içinde eksik kalır, sahicilikten ve duygusallıktan uzaklaşır. Ettie, yalnızca toplumsal olarak değil, varoluşsal düzeyde de yabancılaşmaya uğrar. Modern kentin ortasında geçmişinden ve kendinden kopmuş bir fazlalık haline gelir. Iza’nnı annesine gösterdiği mesafe ise yalnızca bireysel bir sorun değil, toplumsal etik değerlerin çözülüşünün göstergesidir. Ettie’nin sabrı, edilgenliği ve suskunluğu ahlaki direnişin bir biçimi olarak yorumlanabilir. Varoluşunu sessizce sürdürerek modern kentin etik boşluğunu görünür kılar.

Iza’nın Şarkısı, yalnız Macar edebiyatının değil, modern dünya edebiyatının en incelikli eserlerinden biri. Szabo, bireysel dramları aşarak yabancılaşma ve etik sorumluluk ekseninde evrensel bir soruna işaret ediyor. Kapitalist modernleşmenin yarattığı aidiyetsizlik, etik boşluk ve yalnızlık Ettie ve Iza’nın trajik ve gerilimli öyküsünde somutlaşıyor. Bu bakımdan roman, hem edebiyatın toplumsal işlevi hem de ahlaki sorumluluk üzerine düşünme imkanı sunuyor. Okura, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde şu soruyu yöneltiyor: Ötekine karşı sorumluluklarımızı yitirirsek insan kalabilir miyiz?

Magda Szabo, Iza’nın Şarkısı, çeviren: Hakan Tansel, Yapı Kredi Yayınları, 2017, 223 sayfa.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir