DİNLEDİKLERİMİZ

DOKTOR KURUMLU’DAN 2024’ÜN EN İYİLERİ – SEÇMELER

FRANK LONDON WITH MARCUS ROJAS / JOSH ROSEMAN / JAVIER DIAZ / ONEL MATOS / KENNY WOLLESEN, BRASS CONSPIRACY,

Tzadik etiketinin yayınladığı albüm mahallemizin devlerinden Bediz Baysal abimizin senenin en iyileri çizelgesinde kafalarda durarak Zeytinoğlu’nda bayağı ilgi uyandırmıştı. London çok üretken bir trompetçi, ama klavyeli çalgılarla da haşır neşir. 1958’de New York’da doğmuş, çocukluk ve gençliği bu kentte ve Connecticut’ta geçmiş. New England Conservatory’de Afro-American müzikler konusunda yüksek lisans yaparak iyi bir eğitim görmüş. 1985’te yeniden New York’a dönüp yoğun çalışmalara girişmiş. Bugünlerde kanser bu nedenle Bediz abi iyi dileklerini gönderiyor ustaya. London’un geçmişine baktığımızda, bayağı ışıltılı isimlerle, yaratıcı guruplarla çalıştığını görüyoruz.

London mahallemizde de alkış toplayan the Klezmatics, the Klezmer Conservatory Band, ve Hasidic New Wave gibi gurupların da kurucularından. LaMonte Young, Itzhak Perlman, John Cale, Allen Ginsberg, Gal Costa, Lester Bowie, Iggy Pop bir arada olduğu yıldızlardan birkaçı.

London’un yaratıcı tasarısı özellikle pirinç üflemeli çalgılar ağırlıklı. Ancak hep bir arada gördüğümüz gibi geleneksel ile yenilikçi anlayış kardeş kardeşe burada da. Ve vurmalı çalgılar pirinç üflemelilerle şahane bir kaynaşım içinde, enerji pompalıyor. Albümü Latin, New Orleans, film müzikleri, Ragtime ve çağdaş çoksesli Avrupa müziğinin bir bireşimi olarak tanımlayabiliriz herhalde.

GREGOIRE MARET/ROMAIN COLLIN/BILL FRISELL, AMERICANA

Murat Asil’in mahallemiz gençlerine elinde sopasıyla hararetle tavsiye ettiği, yayınladıkları her albümü pür dikkatle dinleyip şaşmaz belleğine kaydettiği Almanların Act etiketinin Zeytinoğlu garibanlarına ulaştırdıkları Americana için senenin en iyilerinden biri demek herhalde abartılı olmaz. Üçlü üç usta isimden kurulu. Armonikasını konuşturan Maret, piyanistler arasında seçkin bir konuma kurulmuş olan Collin ve seksenlerden bu yana üretkenliği ve farklı enlem boylamlarda sergilediği yetenek genişliğiyle (Paul Motian, John  Zorn filan) şaşırtıcı bir görünüm sunan gitarcıların en alçakgönüllüsü Frisell bunlar. Üçlünün uyumu ve birbirini tamamlaması çok olumlu. Collin ve Marret’nin imgelemleri açık ve melodi yaratmakta çok mahir olmaları bu ilginç tasarıyı bir utkuya taşımış. New York’ta rastlaşan iki kafa, Amerika’nın soul müzik denen, kanları kıpırdatan mecrasına dalıp bir taptaze, yepyeni bir görünüme bulanmış bir ürün sunmak istemişler. Doğaçlama ve intibak yetileri yüksek Frisell’i seçmişler yanlarına. Dağarcığa da hiç beklenmedik inciler koymuşlar. İskoç aslına karşın, Amerikan tarihine ilgi duyan Mark Knopler’in Brothers in Armsı gibi, Frisell’in iki şirin bestesi gibi (Small Town, Rain Rain), Jimmy Webb’in Wichita Linemani gibi, Justin Vernon’un Re: Stacks’ı gibi. Ama Maret ve Collin’in besteleri de bunlardan gram eksik değil. Sözün özü Americana hem üçlünün eski şarabı yeni bardaklarda ve taptaze tatlarla sundukları bir güzellik, hem de değerli saksofoncu ve bestecimiz Asil’in yanlış ata asla oynamadığının somut bir göstergesi.    

IVO PERELMAN, EMBRACING THE UNKNOWN

Mahakala etiketinin piyasaya çıkardığı Embracing the Unknown, tenor saksofoncularının en üretkenlerinden Brezilya kökenli Perelman’ın gerçekten de şahane bir çalışması. Kozanlı Tugi Baba’nın da bunun senenin en iyi albümlerinden biri olmasını söylemesi boşuna değil kuşkusuz. Ivo Perelman tenor saksofon,  Chad Fowler stritch ve saksello, Reggie Workman konturbas ve vurmalılar ve Andrew Cyrille davulda yer almış bu çalışmada. NYC’ye yerleşen ve ressam olarak da adını duyuran sanatçının, Kozanlı bilgenin dediğine bakarsak doksanların başından bu yana 150 kadar albümde üfürdüğünü biliyoruz. Özellikle iki bin sonrası Korkunç Evan’dan bile daha çok çalışmaya mührünü basan sanatçının son senelerde daha özenli, daha yazı/doğaçlama dengesine özen gösterdiği işlerde arzı endam etmesi ise Zeytinoğlu yiğitlerini sevindirmişti doğrusu. Ayrıca Chad Fowler (etiketin de patronu) ile iki ustanın yan yana gelişi, düşünce ve duygu birlikteliği albümü bayağı yükseltmiş bulutlara doğru. Embracing the Unknown albüme adını veren bir güzellik. Sakin başlıyor, müzikçilerin ruhsal derinliklerini sergilemesine izin veriyor. Workman’ın vurmalıları da bu ruhani havayı pekiştiriyor. Saksofonların konuşması dostça. Sonlara doğru işlerin kızışması ise doğal. Su hemen kaynamıyor çünkü, doğa yasası. Soul Searching’in girişinde Workman’ın yayladığı bası, İvo’nun derinlere dalışı, iki saksofonun cümlelerinin birbirini kusursuzca tümleyişi yine çok şirin. Bir alkış da parçaları pırıl pırıl, cam gibi kaydeden ses mühendisi Jim Clouse’a gelsin, o da olan biten her şeyi net algılamamıza yardımcı olmuş çünkü. Kozanlı bilge, serbest doğaçlamanın soğuk ve manasız olduğunu sanan sersemlere kapak olsun demişti albüm için.

JOHN ZORN, LOVE SONGS LIVE

Babür Bentürk abimiz her ne kadar Zorn’un yetmişlerin ikinci yarısından doksanların ikinci yarısına uzanan dönemde hiç durmadan sunduğu ürünlere biraz burun kıvırarak da baksa, ne Ennio Moriccone, ne Ornette’e adanan yapıtlara, ne Masada albümlerine, ne Naked City tasallutlarına teveccüh gösterse de, iki bin sonrası ellerini aynen yetmişlerde ve seksenlerde göğe kaldırarak yaradana yakaran Arabesk devlerimize (Müslüm, Ferdi, Hüseyin Altın filan) öykünerek, Teslim oldum, demişti. Tzadik’ten gelen bombardımana, altocunun farklı işlerine, özellikle de çağdaş klasik dağarcığa kattığı incilere. Bu nedenle Babür abinin senenin en iyileri çizelgesine Love Songs Live’yi ilave etmesi gözüme hiç de şaşırtıcı gelmiyor. İşte örneği sabırla dışkılamak koşuluyla mermerin delinme öyküsü. Tzadik etiketinden gelen bu çalışma başlığın da imlediği gibi bir dinletinin ürünü. Besteler (ustanın yanında Jesse Harris, Petra Haden, Brian Marsella, Jorge Roeder ve Ches Smith yer alıyor) Zorn ve Jesse’in kan damlayan kalemlerinden çıkma. Aşk şarkılarının yorumları Petra’nın seslendirmesiyle, gurubun damardan, içe dokunan çalışıyla çok etkileyici. Babür abi özellikle beste bağlamında sunulan icraları yirminci yüzyılın atalarımıza mutluluklar yaşatan Sondheim, Weill, Bacharach gibi ustalarının yapıtlarıyla karşılaştırmış, karşımızda bir başyapıt olduğunu söylemişti. Dahası Babür abinin söylediklerine karşı söylem geliştirmesiyle aramızda hep bir gerilim yaratan Selçuk Toker abimizin de albümü senenin en iyilerinde sıralaması Love Songs Live’ın önemini vurguluyor.       

KAMASI WASHINGTON, FEARLESS MOVEMENT, 2024

2015’te Brainfeeder etiketinin yayınladığı The Epic ile mahallemize bomba gibi düşen, Heaven and Earth (2018) ve Becoming Music (2020) ile istikrarını sürdüren, Amerikalı saksofoncu, besteci, gurup önderi Washington (18 Şubat 1981, Los Angeles, California) bu korkusuz devinilerini başlıkta haykırdığı çalışmasıyla bir kez daha mahallemiz garibanlarının gündemine oturuyor. Londra’da bizlere çağdaş tınıları özellikle teklilerle sunmayı adet edinmiş Young etiketinden  çıkan albüm ikili ve nedense sanatçı bunu vinil olarak sevenlerine hediye etmeyi yeğlemiş (sanki herkesin evinde pikabı var! Kim uğraşacak ithal malı kafalar, iğneler, antistatiklerle!). Albümde 12 adet inci yer alıyor. Washington alto ve tenor saksofon çalmış bu parçalarda. Ama kayıtlara katılan o kadar çok yiğit var ki say say bitmez. Washington’un paleti çok geniş, etkilenmediği şey yok sanki. Besteleri Covid 19 salgınının tüm dünyayı yere serdiği 2020-2021 senelerinde yapmış evinde sıkıntıdan çıldırmamak için. Bir de o sıralarda dünyaya gelen kızı Asha’ya armağan olsun diye. Washingon’un erdemi türlerin kaynaşımında bence. Post bop, modalite, bol vurmalılarla destekli neşeli bir akışkanlık, wah wah pedallı gitarlarla sunulan tatlı bir funk duygusu, Quinn ve biladerler Taj ve Ras Austin gibi şarkıcıların yaptıkları sağlam bir r&b anlayışıyla yüklü vokaller, önderin gürbüz, çok eril tenoruyla kulaklarımızın Korkunç Evan’ın ve Brötz’ün salyalarıyla kirlenmiş pasını alması, D Smoke’un bizi rap sevdiren anırışları, Dream Stateta hayretle algıladığımız Steve Reich’e özgü minimalist yaklaşım, hatta yer yer yükselen Afrika esintileri. Benim için doruk ise 13 dakikalık süresinin rüzgar gibi akıp geçtiği ve elektronika, caz ve funk’un şehvetle öpüştüğü Road to Self.   

PATRICIA BRENNAN SEPTET, BREAKING STRETCH

Pyroclastic Records’un yayınladığı albümü Selçuk Toker abimiz senenin en iyileri arasında gösterirken mahallemiz sakinleri de nerdeyse söz birliği etmişçesine kafa sallamış, onaylamışlardı bu seçimi. Öyleyse hemen sıralayayım kadroyu: vibrafon ve elektroniklerde, tüm bestelerin de müsebbibi olan Patricia Brennan, alto ve sopranino saksofonlarda Jon Irabagon, trompet ve elektroniklerde Adam O’Farrill, tenor saksofonda Mark Shim, vurmalı çalgılarda Mauricio Herrara, basta Kim Cass, davulda Marcus Gilmore. Selçuk abi Brennan bacıyı hem bir kişilik ordu kimliğiyle, hem de farklı gurup çalışmalarında sayısız dinlediğini ve hepsinde de çok etkilendiğini söylüyor. Bu sanatçının üçüncü önderlik deneyimiymiş. Kapak notlarına baktığımızda kendisine esin veren unsurların Latin gurupları ve yetmişli yılların üflemeli ağırlıklı toplulukları olduğunu belirtiyor. Blood Sweat and Tears ve Chicago gibi adları sıralıyor. Bu bağlamda Adam O’Farrill ve Mauricio Herrera gibi Latin müzikçilerin varlığı rastlantısal değil kuşkusuz. Yani Dizzy Gillespie orkestrasında kırklarda ilk örneklerini işittiğimiz Afro-Cuban biçemine yetkin bir örnek bize sunduğu. Los Otros Yo doruklardan biri. Elektroniklerle üflemelilerin uyumu ve elde edilen akışlılık gerçekten de kusursuz. Breaking Stretch bir başkası. Mark Shim’in tenor solosu, vibrafonun da desteğiyle ışıl ışıl parlıyor. 555 ise önderin vibrafon solosuyla dikkat çekiyor. Bir başka doruk ise basçı Kim Cass’ın eşliksiz şahane solosuyla ayaklarımızın yerden kesildiği Palo de Oros. O’Farrill’in trompet solosu da bir o kadar parlak. Blue Coral Dreams ise oda cazına yapılmış önemli bir katkı, önderin yazısı övgüye değer.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir