RÖNESANS ÇAĞINDA BİR DEREBEYİN SAĞLIK TURİZMİ

Derebeylik şatosundan Roma vatandaşlığına, kaplıcadan Belediye Başkanlığına: Michel de Montaigne
İnsanlar, tarih boyunca yakın-uzak diyarlara şifa aramak amacıyla seferler düzenlemişlerdir. Tıbbın bu kadar organize olmadığı modern zamanlar öncesinde sağlık turizminin ana gövdesini, din adamlarının dualarına dayanan inanç temelli olanlar bir yana bırakıldığında, yararlı bitkiler ve şifalı sular oluşturuyordu. Zaman içinde hangi/neredeki şifalı bitki ve suyun hangi hastalıklara iyi geldiği konusunda bilgi ve deneyim birikimi oluşmuş ve kuşaktan kuşağa aktarılmaya da başlanmıştır. Milattan önce 12. Yüzyılda gerçekleştiği düşünülen Truva savaşından hileli bir zaferle dönen Agamemnon’un yaralı askerlerini şifaya kavuşturmak için uğradığı İzmir-Balçova’daki kaplıcalar hala onun adıyla anılmakta ve işlevsel konumunu korumaktadır. Belki de bilinen tarihteki bu ilk örneğinden bugüne sağlık turizmi, kitlesellik ve uygulamalar bakımından değişkenlik gösterse de her devirde kendisi ve yakınları için şifa arayan insanların belirli bir zorlukla ulaşılabildikleri bir hedef olagelmiştir. Montaigne’in yaşam serüvenindeki gibi.
MONTAIGNE: DERVİŞ Mİ, FİLOZOF MU?

Dünya edebiyatına romandan önce deneme türünü kazandırmasıyla tanıdığımız Montaigne (1533-1592) ayrı zaman dilimlerinde yazdığı üç cilt, türe de ismini kazandıran “Denemeler”i dışında edebi ya da düşünsel bir eser vermemiştir. Yalnızca birazdan bahsedeceğimiz, kısmen yazımına katıldığı yolculuk notları “Denemeler”den birkaç yüzyıl sonra bazı tesadüfler sonucu bulunarak “Dünya Kültürel Mirası”ndaki yerini alabilmiştir.
Büyük biyografi üstadı Stefan Zweig’ın son yolculuğuna çıkmadan önce son durağı sayılabilecek Brezilya’nın Persepolis kentinde yazdığı Montaigne biyografisi, bazıları hatalı bilgi/yorumlar içerse de Montaigne’in hayatı ile birlikte, kendisinin ve Avrupa’nın düşünsel evrenini de tanımamızı sağlar.
Montaigne bir “halk adamı” değildir; gerçek anlamda bir “filozof” da değildir. İnsanlığın o zamana kadar oluşmuş kültürel ve düşünsel mirasına ulaşabilme ve okuyabilme imkanına sahip olan ve bunun sonucunda, Rönesans çağının bu anlamdaki zenginliklerinin etkisiyle “insancıl bir bilge”ye dönüşmüş feodal bir beydir. Doğal olarak yaşamı elitisttir; iniş ve çıkışlarla doludur. Davranışları, kendisinden üçyüz yıl sonra yaşamış büyük yazar ve toprak ağası Tolstoy’a benzetilebilir.
Zweig’ın yazdığı biyografisinden okuduğumuz kadarıyla onun bir elit olarak yetiştirilmesi konusunda fikir veren bazı örnekler etkileyicidir: Montaigne’in kendisi de dahil, baba tarafından ailesi üç-dört kuşaktır “soylulaşma” derdindedir. Aslında balıkçılık-nakliyecilikten gelen ve zenginleşmekte olan bir burjuva ailesi olmakla birlikte; soyluluk yolunda adlarını değiştirmiş (Montaigne ismi onların geleneksel aile ismi değildir), babası bu yolda o zamanlar soylu bir şövalye mesleği olarak görülen askerliğe geçiş yapıp Kral I. François’nın İtalya seferine katılmıştır. Aile, soyluluk yönünde bir ileri aşamaya geçişin göstergesi olarak başpiskoposluğa ait bir mülk olan, Montaigne’in yaşamının önemli bir kısmının geçtiği şatoyu satın almıştır. Çocuk Montaigne’in o zamanın yükselen kültürel değerlerine ulaşmasının anahtarı olan latince ile donanabilmesi için, onunla yalnızca latince iletişim kuracak bir yabancı hoca getirtilmiş, aile bireyleri hatta şato çalışanlarının onunla yalnızca latince konuşmasına izin verilmiştir. Zweig, bu “komik ve oyunsu” eğitim sonucunda “geleceğin büyük Fransız yazarının, altı yaşına geldiğinde anadilinde tek bir cümleyi bile doğru dürüst söyleyemezken; zorlanmaksızın, kitapsız ve sadece oyun oynar gibi öğrendiği Latinceyi en arı ve en yetkin şekilde konuşabildiğini” anlatır.
Yine, çocukların sabahları “ansızın ve zorla” uyandırılmasının çocuk beyni üzerinde zararlı olduğu şeklindeki eğitimci görüşü yüzünden, küçük Montaigne’in her sabah yatağı çevresinde doğru zamanı bekleyen flüt ve keman sanatçılarının çalmaya başladığı yumuşak ezgilerle uyandırıldığı da yazılıdır Zweig’in biyografisinde. Zaten Montaigne de kendisinin aşırı düzeyde özenli ve elitist bir eğitim aldığını inkar etmez; “bana hizmet edilmediği hiç olmadı” diye yazar.
MEŞHUR “DENEMELER” NASIL YAZILDI?
Montaigne’in elitist yaşamı ve eğitimini borçlu olduğu, I. François ile çıktığı İtalya seferi sonrasında soylu bir unvan ile ödüllendirilen ve Bordeaux şehri belediye başkanlığına kadar yükselen babası, Montaigne 35 yaşındayken vefat eder. Montaigne’in o zamana değin tüm yaşamı, ağırlıklı olarak soylu çocuklarının gittiği ilköğretim okulu dışında bir derebeylik şatosunda “sorumsuz ve uyuşuk” olarak geçmiştir. Birden ailenin ve şatonun sorumluluklarını, en büyük erkek evlat olarak üstlenmek durumunda kalır. Buna ancak üç yıl dayanabilir. Otuzsekiz yaşındayken bu yükümlülükler dolayısıyla yorgun düşmüş ve kendisini artık yaşlı ve (kendisinden önceki kuşaklara oranla) başarısız hisseden Montaigne, her şeyden elini eteğini çekip şatosunun bir kulesindeki kitaplara sığınmaya karar verir. Bir kısmı zamansız ölen dostu Etienne de la Boetie’den ona kalan, o zaman için büyük sayılabilecek, bin kitaplık kütüphanesi artık zamanın önemli kısmını geçirdiği mekânıdır. “Kitaplığım benim krallığımdır ve burada mutlak bir kral gibi saltanat sürmeye çalışıyorum” diyen Montaigne on yıl süreyle sürekli okur, önceleri notlar şeklinde başlayan yazı deneyimini ileride “deneme” adı alacak bir forma dönüştürür.

Bu yazıların bir konu bütünlüğü de, sistematiği de yoktur; birbirini izleyen yazılar çok farklı esin kaynaklarına sahiptir; kendisi de onlara bir düzen vermeye çalışmamıştır. Almış olduğu özel eğitim programlarının etkisiyle dogmalardan ve ezbercilikten hep uzak durmaya çalışan Montaigne yazılarında –bazıları çok basitmiş gibi görünen- günlük yaşam deneyimlerini fazlasıyla özgür bir bakış açısıyla yorumlamaya çalışmıştır. İki yüz yıl sonra yaşanacak aydınlanma çağına kadar Avrupa’yı bir “dinler savaşı” kasıp kavururken Montaigne yaşamında ve yazılarında sanki bu ortamdan hiç etkilenmiyormuş gibidir. Özüne, kendisine dönmüş; çevresinden ve toplumdan kendisini soyutlamış, bir anlamda inzivaya çekilmiştir. Bu nedenle “Denemeler”i “inziva yazıları” olarak okumak uygun olacaktır.

Bu yazıların bir diğer özelliği de, Montaigne’in çocukluk döneminde eğitimini aldığı çok sayıda Latince kaynaklardan alıntılar içermesidir. Hatta bu alıntıların fazlalığı nedeniyle eleştirilen Montaigne, “Eğer onlardan daha iyi ifade edeceğime inansaydım, alıntıladıklarımı kendim yazardım. Daha iyisi ifade edilmişken, hem edebiyata hem de diğer yazarlara haksızlık etmek istemedim” şeklinde cevap verir.
On yıllık inziva döneminde yazdığı, daldan dala atlayan konuları içeren bu yeni tür yazılarını Montaigne 1580 yılında Bordeaux’da iki cilt halinde “Essais/Denemeler” başlığı ile bastırır ve türün adı konmuş olur.
Montaigne birazdan bahsedeceğimiz “hayatının büyük yolculuğu”ndan evine ve şehrine döndükten sonra da “Denemeler”e yeni bölümler ekler; eskiden yazdığı bölümlerde eklemeler ve düzenlemeler yapar. İlk üç baskısı iki cilt olarak yapılan “Denemeler” Paris’te yapılan dördüncü baskıdan itibaren üç ciltlik nihai şeklini almış olur.

“Denemeler”in yayınlandıktan sonraki seyri (her ne kadar bu yazının ilgi alanı olmasa da) ilginçtir: Başlangıçta, Montaigne’in o zamanın krallarıyla yakınlığının etkisiyle Fransız soyluları arasında oldukça popüler metinler haline gelir. Özellikle kadınların beğendiği “dekoratif bir salon eşyası” işlevi de görür. İlk denemelerin yazılmasından yaklaşık yüz yıl kadar sonra (1676), Katolik Kilisesince ”dinsizliği yaydığı” gerekçesiyle yasaklanır. “Aydınlanma Çağı”nın dünyada egemen hale geldiği ikiyüz yıl boyunca gizlice basıldıktan sonra ancak 1854 yılında kilisenin koyduğu yasağı kaldırması sonucu, yeniden “dinen de makbul” kitaplar arasında yer alır.
YOLCULUĞA ÇIKIŞ KARARI
Bugün elimizde, Avrupa’nın o zamanki çeşitli ülkelerini kapsayan günü gününe tutulmuş bir yolculuk güncesi bulunan Montaigne, sürekli gezilere çıkan, gezileriyle tanınan bir kişi değildir. Hayatının önemli kısmını Bordeaux şehri ve yakınındaki şatosunda geçirmiştir. Hukuk eğitimi aldığı Toulouse şehri ve idari işler nedeniyle gittiği Paris dışında ülkesini ve dünyayı gezip tanıma konusunda çok da istekli görünmemiştir. On yıllık inziva döneminin ardından iki yıla yakın bir süre şatosundan, ailesinden, hatta ülkesinden ayrı kalacağı bir yolculuğa çıkış kararı alır. Yolculuğa çıkışı Avrupa’daki sosyal, siyasal ve tıbbi koşulların oldukça olumsuz olduğu bir döneme denk gelir. Bu yolculuk, Montaigne’in ülkesi dışına çıkacağı ilk (ve tek) yolculuğudur. Bu “büyük yolculuk” sonrasında hayatı; yine şatosu, Bordeaux şehri ve zaman zaman “çeşitli” nedenlerle yolculuk yapacağı Paris’te geçmiştir.
Bu yolculuğa çıkmasının görünüşte birden çok nedeni vardır. İlk ve en önemli olarak, bu yolculuk Vatikan’a yapılan bir “hac” yolculuğudur; yani bir “din turizmi”dir. Ardından kırksekiz yaşında olmasına karşın kendisini yaşlı ve sağlıksız (gerçekten çeşitli kronik sağlık sorunları vardır) hisseden Montaigne yolu üzerindeki ya da yol değiştirilerek ulaşacağı o zamanın tanınmış “sağlık turizmi” merkezlerinde şifa bulmayı ummaktadır. Montaigne, okuduklarıyla fazlasıyla bilgi sahibi olduğu ama o güne değin hiç görmediği tarihi ve kültürel yerleri ziyaret ederek kültür turizmi” de yapmak istemektedir. O çağın soylularındaki “Eski çağ hayranlığı” ve Rönesansın da etkileri nedeniyle Roma’ya yapılacak yolculuk yaygın bir eğilim olarak görülmektedir. Görünmeyen ama belki de en belirleyici olan neden ise; on yıllık inzivanın ardından kendisini “yeterince içine kapanmış” hisseden Montaigne’in “yuvadan kaçış” ihtiyacını duymasıdır. Aslında bu yolculuğun hedefi Roma olarak gözükmekle birlikte; Bordeaux’dan Roma’ya en kısa ve en meşakkatsiz yol olan Akdeniz sahillerine ulaşıp sahil yollarını takip etmek yerine, önce kuzeye Paris’e, oradan Fransa’nın doğusuna, ardından İsviçre’ye, kuzeye Almanya’ya, oradan bugünkü Avusturya üzerinden İtalya’ya uzanan bir yolculuk gerçekleştirilmiştir. Bu yolculuğun ne kadarının baştan itibaren belirlendiğini bilemiyoruz. Ancak o zamanın çok bölünmüş Avrupa’sında bu yolculuk, çok çeşitli din, dil ve sağlık koşullarına sahip bölgelerden geçiş gerektiren, fiziki ve biyolojik riskleri yüksek bir yolculuktur.
YOLCULUK ve EKİBİ
22 Haziran 1580 tarihinde şatosundan Paris’e doğru yola çıkan Montaigne’e kendisinden yirmisekiz yaş küçük erkek kardeşi, eniştesi (vefat etmiş olan kız kardeşinin eşi) ve birkaç soylu arkadaşı eşlik etmektedir. Yolculuk at sırtında yapılır. “Uzun yolculuklarda kendinizi bir arabacının eline bırakmaktansa kiralık atları zaman zaman bir yerlerde değiştirmek bana daha uygun geliyor” diyerek neden at arabalı bir yolculuğu tercih etmediğini açıklar. “Denemeler”in 3.cildinde bahsettiği üzere “onuruna yaraşır şekilde atlarla ve uşaklarla yolculuk yapmaya alışık olduğundan” ekipte (Montaigne yolculuk notlarında onlardan hiç bahsetmese de) çok sayıda (muhtemelen 7-8) hizmetli de bulunmaktadır.
Yolculuğun ilk hedefi, Paris’tir. Nedeni ise, o sıralarda protestanların elindeki bir kaleyi kuşatmakta olan Kral III. Henri’ye yeni basımı yapılmış “Denemeler”in iki cildini sunmaktır. Eylül başlarında Paris’ten yola çıkan ekip, yol üzerindeki tanınmış-tanınmamış şifa merkezlerine uğrayarak Basel, Konstanz, Augsburg, Münih, Tirol, Verona, Venedik, Bologna, Floransa üzerinden Aralık ayı başında Roma’ya ulaşır. Orada uzunca sayılabilecek bir süre kalır, papanın Noel ayinine katılır, onun tarafından kabul edilir. “Denemeler”in yolculuk boyunca taşınan ve Roma şehrine girişte el konarak sansürden geçirilen diğer iki cildi papaya sunulur. Sembolik bir önem taşışa da kendisinin “hiç olmazsa egemenliğinin eski şanı ve dinsel anıları için” önem verdiği anlaşılan Roma vatandaşlığına törenle kabul edilir. Roma, o zaman için oldukça kozmopolit görünen yapısı ile Montaigne’i en çok etkileyen ve “memnun eden” şehir olarak gözükmektedir.
Çıktığı bu uzun din-sağlık-kültür turizmi yolculuğunun geri dönüşü 1581 yılı Eylül ayı başlarına denk gelir. Dönüş nedeni ise, notlarında hiç belli etmese de beklemekte olduğu anlaşılan, yokluğunda Bordeaux belediye başkanlığına seçildiği haberini almasıdır. Zweig, biyografisinde Montaigne’in belediye başkanlığı görevini pek beklemediği, hatta istemediği şeklinde yorum yapmaktadır. Ancak yolculuk notlarında Montaigne’in bizzat kendisi “beklediğim mektup/haber geldi” diyerek, daha öncesinde bu konudan hiç bahsetmese de beklentisi olduğunu belirtir ve mümkün olan hızlı bir şekilde dönüş yolculuğunu gerçekleştirir. Bu sefer kısa yoldan yolculuk yaparak 30 Kasım 1581’de onyedi ay sekiz gün sonrasına şatosuna ulaşmış olur.

YOLCULUK NOTLARI YAZIMI
Yolculuğa çıkıncaya kadar Bordeaux kenti ve şatosundan pek ayrılmayan ve günce tutmak gibi bir alışkanlığı da olmayan Montaigne, bu yolculuğu günü gününe kayıt altına almak ister. Babası da Kral I.François ile çıktığı İtalya seferi sırasında günce tutmuş, seferden bu günceyle dönmüştür. Bu amaçla yolculuk ekibine kimliği bilinmeyen bir yazıcı dahil edilir. Yolculuğun Paris’ten sonraki kısmında ekibe dahil olan yazıcı, başlangıçta Montaigne tarafından dikte ettirilen metinleri kaleme almaktadır. Yazıcı yolculuğun Roma’ya kadar olan yaklaşık iki aylık kısmının notlarını tutar. Roma’da bilinmeyen bir nedenle (ya kendisi ayrılmak ister ya da Montaigne tarafından gönderilir) yazıcının notları sona erer. Roma’dan itibaren yolculuk notlarını (Notların yarısından fazlasını oluşturur) bizzat Montaigne’in kendisi önce Fransızca, sonrasında çocukluğundaki Latince eğitiminden kalan kaba bir İtalyanca ile kaleme almaya başlar. Ta ki dönüş yolculuğunda Fransa sınırına kadar. Fransa topraklarına girildikten sonra, kısa bir bölümü oluşturan notları yine Montaigne, ama artık Fransızca olarak yazmıştır.
MONTAIGNE’İN SAĞLIĞI
Zweig, Montaigne için yazdığı, ancak tamamlayamadığı biyografisinde hatalı olarak Montaigne’in özellikle inziva döneminde hareketsizliğe bağlı olarak “o zamanın bütün düşünce insanlarının çektiği hastalıkları” olduğunu, Erasmus gibi, Calvin gibi safra kesesindeki taşlardan dolayı sancılar çektiğini yazmaktadır. Oysa Montaigne, safra kesesindeki değil, böbreklerindeki taşlar ve kum nedeniyle sıkıntı çekmektedir; at sırtında yapılan yolculuk bu yakınmalarını fazlasıyla arttırır.
Yolculuk boyunca Montaigne çeşitli sağlık sorunlarından mustarip olur. Bunların başlıcası böbrek taşı ve kum problemleridir. Yola çıkmadan önce de var olan böbrek taş-kum sorunlarından kurtulabilmek için yol üzerindeki kaplıca ve içmelerde uzun süreli terapi amaçlı konaklamalar gerçekleştirir. At sırtında yapılan yolculuk, idrar yollarındaki taşların hareketliliğini çok etkilemekte; zaman zaman şiddetli sancılar çekmesine, zaman zaman da değişik boyutlarda taşlar düşürmesine neden olmaktadır. Düşen taşların sayısı ve boyutları da ayrıntılı olarak “Yol Günlüğü”nde not edilmiştir. Zweig, biyografisinde, muhtemelen kaynaklarındaki hatalı bilgilendirmeye bağlı olarak, bu taşların safra kesesi kökenli olduğunu yazmaktadır. Montaigne, ayrıca çeşitli mide-barsak yakınmalarını da giderebilmek için kaplıca ve içmelerden yararlanmaya çalışmıştır. Yolculuğun sonuna doğru eklenen nevraljiye benzer baş ve diş ağrıları da Montaigne’i fazlasıyla rahatsız etmiştir. Montaigne notlarında bu ağrıların nasıl seyrettiğini çok ayrıntılı olarak tarif etmiş; tedavide kullanılan yüksek alkol içeren ilaçlarla rahatladığını yazmıştır.
Montaigne’in yol üzerinde terapi amaçlı ilk uzun süreli konaklaması, Fransa topraklarından çıkmadan önce Plombieres kaplıcalarında on gün süreyle gerçekleşir.

Daha sonra İsviçre’de Baden’da ve Roma’da bazı kaplıcalara uğrar. Ancak yolculuk boyunca en uzun süreli kaplıca terapisini, İtalya’nın Lucca kenti yakınlarındaki La Villa kaplıcalarında yapar. Burada ilki kırk gün, ikincisi otuz gün süren kaplıca seansları yolculuk notlarında ayrıntılı olarak tarif edilir. La Villa kaplıcalarındaki gayet oturmuş sistemden oldukça etkilenen Montaigne, notlarına “burada şifa bulamayacak hiçbir hasta yok” diye yazar. Kırk gün kadar kaldığı kaplıcalardan ayrılarak Floransa ve Pisa’yı ziyaret eden Montaigne ardından tekrar aynı kaplıcalara geri döner. Aslında bu banyo ve içme seansları artık onu sıkmaya da başlamıştır. Ama “dört aydan beri Fransa’dan beklediği ve bir türlü gelmeyen haber” nedeniyle terapi seanslarını uzatmak zorunda kalır. Beklediği haber, o zamanın ulaşım ve iletişim koşullarının el verdiği şekilde ancak kırk günde eline ulaşır.

Montaigne’in sağlık sorunları nedeniyle gittiği her yerde, her zaman gözettiği “soyluluğu” sayesinde o zamanın önde gelen hekimlerine ulaşabilme ve o çağın en gelişmiş tıp anlayışından yararlanabilme imkânı bulmuştur. Buna karşın, zaman zaman beklediği sonuçları alamayınca tedavi sistemi ve genel olarak tıp konusunda olumsuz görüşler dile getirmekten kaçınmaz: “Tıp ne kadar boş bir şey!” diye yazacak kadar güvensizliğe kapılır. Tedavi seanslarını, önerilen şekilde değil de kendi kafasına göre düzenlemeye başlar. “Denemeler”inde de tıbbı, “bilimlerin en kararsızı, en bulanığı ve en çok değişime uğrayanı” diye karalayacaktır.
Ne yazık ki, bu kapsamlı ve uzun sağlık turizmi yolculuğu, Montaigne’in böbrek ve idrar yollarındaki sorunlarına çözüm getiremez. Yaşamının sonraki yıllarında da bir yandan veba salgınından kendisi ve ailesini uzak tutmaya çalışırken bir yandan da böbrek taşı ve kum dökmeye devam eder. Kesinlik olmamakla birlikte, 1592 yılındaki ölümünden de böbrek taşı ve ona bağlı komplikasyonlar sorumlu tutulmaktadır.
YOLCULUK NOTLARI
Montaigne’in tuttuğu ve tutturduğu notlarda bazı konular düzenli olarak not edilmiştir. Bunların ilki yol güzergâhına ilişkin bilgilerdir. Geçilen, konaklanan köyler, kasabalar, şehirler; (her ne kadar değişken ölçütler kullanılmışsa da) mesafe ölçütleri. İkincisi yapılan harcamalar, konaklama ve yemek harcamaları değişen para birimleri ile de olsa düzenli olarak not edilmiştir. Konakladıkları kentin yeme-içme adetleri, yedikleri yemeklerin ve şarapların içerikleri, bolluk derecesi, lezzet düzeyi ve doğal olarak ücretleri ayrıntılı olarak verilmiştir. Montaigne genel olarak Alman şehirlerini (Fransız şehirleri ile kıyasladığında) daha bakımlı, ancak biraz daha pahalı; İtalyan şehirlerini ise daha bakımsız, yeme-içme kalitesi ve miktarı bakımından kötü ama daha ucuz bulur.
Bunlardan sonra düzenli olarak kaydedilen diğer bilgiler arasında şifa merkezlerinde uygulanan terapilerin süre ve dozlarına ilişkin bilgiler yer alır. Şifalı sulardan kaç bardak içildiği, kaç banyo yapıldığı, şifalı çamurların içinde ne kadar süre ile kalındığı, suların lezzeti, sıcaklığı ayrıntılı olarak not edilmiştir.
Montaigne’in yolculuk notlarına yazdığı-yazdırttığı konular arasında gittikleri kentin ileri gelenleri ile kurulan ilişkiler, kilise ve kütüphane ziyaretleri de ayrıntılı olarak yer almaktadır. Yörenin mimarisi, kentlerin güzelliği ve farklı yaşam alışkanlıklarını hep gözleyerek not eder. Fransa’daki örneklerle karşılaştırır; yetersiz ve üstün gördüklerini belirtir. Örneğin; İtalya’da duvar saatlerinin çoğunlukla olmamasını garipser; İtalya’da çok geç uyanıldığı için bu ülkenin “tembeller için güzel bir ülke” olduğunu düşünür, “meydanlarının sayısı ve büyüklüğü ile sokakların ve evlerin güzelliği” bakımından Roma’yı Paris’ten üstün bulur.
Montaigne’in yolculuk notlarında düzenli olarak aktardığı konulardan biri de, uğradıkları yerlerdeki kadınların güzellik düzeyine ilişkin görüşleridir. Örneğin, Augsburg kentine ilişkin notlarda “Tek bir güzel kadın bile görmedik” diye yakınmaktadır. Venedik’te de kentin kadınlarına atfedilen “ünlü güzelliği” bulamaz. Hatta ve hatta Roma’daki kadınların güzelliği konusunda dünyanın bütün diğer kentlerine üstünlük veren ününe yakışır hiçbir özellik bulamaz. Uzun süre kaldığı (belki de Fransa’dan gelecek haberi beklediği) kaplıcalarda düzenlediği ve kadınların katılımına büyük önem verdiği danslı eğlenceyi uzun uzun anlatır. Eğlenceye katılan soylu ve güzel kadınları memnun edebilmek için aldığı tedbirleri dile getirir. Tabii, her zaman olduğu gibi bunların kendisine kaça mal olduğunu not eder; ucuza bir iş yaptırmışsa bu sevincini satırlarına yansıtmayı ihmal etmez: “”…bütün gün yedirdiğim ve hepsi için bir ekü ödediğim beş flütçü tuttum; buna çok sevindim, çünkü bu kadar ucuza bulamazsınız.”
Montaigne’in notlarında yolculuk sırasında rastlantısal olarak katıldığı ve ona ilginç geldiği için ayrıntılı olarak anlattığı bazı faaliyetler de yer alır: Roma’da bir suçlunun idamı, bir Musevi ailedeki sünnet töreni gibi.….
Notlarda bazı konuların çok az yer alması ya da hiç yer almaması da ilgi çekicidir. Örneğin bir yılı aşkın bir süre boyunca tutulan notlarda, Montaigne’in bir evi, ailesi olduğu sanki unutulmuş; Montaigne sanki geri dönüşü olmayacak bir yolculuğa çıkmış gibidir. Karısından ve kızından bütün notlar arasında yalnızca tek bir yerde, o da evinden ayrılışından yaklaşık olarak on ay sonra bahseder. İtalya’da dini bir merkezi ziyareti sırasında, gelenekler uyarınca Meryem Ana ile birlikte kendisi, eşi ve kızının diz çökmüş gümüşten tasvirlerinin olduğu bir tabloyu adak olarak sunmasını anlatır. Başka hiç bir yerde onlar, herhangi bir iletişim, haber, merak veya özlem konusu olarak bile yer almazlar. Onlardan gelen, onlara gönderilen herhangi bir haber notlarda hiçbir şekilde yer bulamaz. Çağının en büyük hümanistlerinden birisi olarak görülen Montaigne’in ailesine karşı duyarsızlık derecesinde ilgisizliği dikkat çekicidir. Notlarda yer alan “…bu güzelliklerden tek başıma haz almak ve onları paylaşamamak durumunda olduğumdan, sadece istediğim gibi bir arkadaşın eksikliğini duyuyordum” cümleleriyle karısını ve ailesini kast ettiği çok şüphelidir.
Üstüne üstlük; hiç de küçük sayılamayacak yolculuk kafilesinde yer alan, içinde akrabalarının ve soyluların da bulunduğu diğer bireylerin varlıkları, onların yaptıkları sanki göz ardı edilmiş gibidir. Yolculuk öyküsü yalnızca Montaigne’in yaptıkları ve gözlemleri üzerinden anlatılmaktadır. Diğer kişiler, yalnızca değişik yerlerde ve çeşitli nedenlerle yolculuk ekibinden ayrılırlarsa notlarda yer alabilirler. Yolculuk notlarını tutturan, yalnızca kendisini not ettirmiştir.
Ama bazı konular notlarda hiç beklenmeyecek düzeyde “fazlaca” yer almaktadır: Zweig’ın biyografide yazdığı gibi “Venedik’te olduğu gibi Roma’da da ilgisinin ağırlık noktasını fahişeler üzerine toplamaktan kendisini alıkoyamaz. Bu kadınların özelliklerine ve yaşam biçimlerine güncesinde Floransa Katedralinden ve Sistin Şapelinden daha fazla yer verir.” Floransa’da da “sadece vakit geçirmek amacıyla her isteyene kendilerini gösteren kadınlar”ı görmeye gider. Hatta Montaigne bu hanımların yalnızca “konuşmak” için, “sundukları öteki hizmetler”den daha yüksek ücret istediklerini harcama notları arasında belirtmiştir.
Montaigne’in notlarında Türk/Osmanlı varlığı, arka fonda da olsa, özellikle İtalya’daki günleri sırasında zaman zaman yer alır. Tabii ki Türkler, Montaigne’in notlarında “bağbozumu döneminde bile” saldırgan, insanları ve hayvanları alıp götüren, kendilerine karşı savunma tedbirleri alınması gereken güçler olarak tanımlanır. Özellikle Pisa’da konakladığı sırada Türk korsanlarının aktivitelerini çok yakından hissettiğini notlarına yazar.
“Yol Günlüğü”nde bütün bu uzun süreli yolculuğun finansmanının nasıl taşındığına ve korunduğuna dair bilgiler de eksiktir. Çok sayıda faaliyet (konaklama, yeme-içme, giriş-geçiş ücretleri, bağışlar, hediyeler….) için ödemeler yapılması gerekmektedir. O çağda şehirler ve ülkeler arasında güvenilir para veya altın transfer sistemi ve bu konuda bağlantıları sağlayacak iletişim altyapısı bulunmadığı için yolculuk boyunca gerekli olacak tüm finansmanın yanlarında taşınmış olması gerekmektedir. Zweig biyografisinde, at sırtında özel sandık(lar)da taşınan altın sikkelerin önemli bir kısmını Montaigne’in yol boyunca güzel kadınlara dağıttığı konusunda spekülasyonda bulunmaktadır.
Yine bu uzun ve çok farklı coğrafyalarda geçen yolculuğun güvenliğinin nasıl sağlandığı da notlarda anlatılmamaktadır. Yanlarında hiç azımsanmayacak kadar yüklü miktarda maddi kaynak taşıyan ve içinde soylu kişilerin yer aldığı bir kafile o zaman için önemli bir güvenlik riski taşımaktadır. Montaigne notların başından itibaren hiçbir yerinde, kafilenin güvenliğini sağlayan silahlı korumalardan bahsetmez. Muhtemelen tanımlanmayan ekip elemanları arasında bu işle görevli olanlar bulunmaktadır. Aksi takdirde sınırların birbirine karıştığı çok bölünmüş bir coğrafyada can ve mal güvenliği böylesi bir yolculuk için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
YOLCULUĞUN ARKA PLANINDAKİ AVRUPA
İki büyük dehşetli olay, yolculuğun ve notların arka planındaki Avrupa’ya hakimdir: Dini bölünmüşlük ve din savaşları ile veba salgınları.
1500’lü yıllarda, o zamanlar “Kutsal Roma Germen İmparatorluğu” olarak adlandırılan Almanya’da ortaya çıkan, Katolik inancında reform yapılması yönündeki hareket ve ardından Protestanlığın bir mezhep olarak ortaya çıkışı Batı ve Orta Avrupa’da uzun süreli kanlı mezhep savaşlarını başlatmıştır. Montaigne’in yola çıktığı dönemde Almanya ve İsviçre’de 1555 yılında sağlanan Augsburg Barışı sayesinde Katolik-protestan din savaşları açısından göreceli olarak bir sakinlik yaşanırken, mezhep çatışmaları Fransa’da bütün hızıyla devam etmekteydi. Roma şehrine girişte “alim keşişler” tarafından incelenmek üzere alıkonan kitaplarından bir tanesine, çevirmeninin “sapkın mezhebi” yani protestan olması nedeniyle el konur. Montaigne Fransa’da ve İtalyan şehir devletlerinde hakim mezhep olan Katolikliği benimsediğini ve ona uygun davrandığını belirtse de Protestanlık karşısında olumsuz bir tavır sergilemekten kaçınmış; zamanın koşullarının el verdiği ölçüde “orta yolcu” davranmaya çalışmıştır. Bu tutumu ona, her iki taraftan da üst düzey yöneticilerle bağlar kurabilme, arabuluculuk yapabilme gibi çeşitli imtiyazlar kazandırmıştır.
20.yüzyıla kadar insanlığı ve Avrupa’yı en fazla tehdit eden bulaşıcı bir hastalık olarak veba salgınları, o dönemde de Avrupa’yı kasıp kavurmaktaydı. Montaigne de en yakın dostu ve görüşlerinin oluşmasında çok büyük etkisi olan Etienne de la Boetie’yi genç yaşında veba nedeniyle kaybetmiş; iki dönem seçildiği Bordeaux şehri belediye başkanlığını veba salgını nedeniyle garip bir şekilde bırakmak zorunda kalmıştı. O zamanın tıbbi koşullarında veba ile mücadelede en sık kullanılan yöntem o çağın koşullarına özgü bir şekilde “karantina” uygulamasıydı. Veba salgınının baş gösterdiği kent-kasabalarla tüm ilişkiler kesilir; ya da kendini veba tehdidi altında hisseden kentler, dışarıdan hiçbir yabancının kente girmesine izin vermeyecek şekilde önlemler alırdı. Montaigne de yolu üzerindeki bazı kentlere bu nedenle alınmamış, bazılarına girmekten de kendisi özellikle kaçınmıştır.
Bu iki önemli “yaşamsal” arka planın dışında, yolculuk boyunca Rönesans Avrupa’sının feodalitenin son dönemine ilişkin aşırı bölünmüşlüğü dikkat çekicidir. Birbirine komşu köyler (kimi zaman beylerinin dinsel-mezhepsel tercihlerine göre) farklı farklı, küçük-büyük beylik ve devlet-çik-lerin, bazen de dini yapıların egemenliği altındadır. Bu bölünmüşlüğün en belirgin olduğu yer o zamanki İtalya’dır. Ülkenin bazı bölümleri papalığın, bazı bölümleri Avusturya ve İspanya devletlerinin, bazı bölümleri de şehir derebeylerinin kontrolü altındadır.
NOTLARIN BULUNUŞ ÖYKÜSÜ
Montaigne yaklaşık bir buçuk yıl süren uzun yolculuğundan üçyüz sayfaya yakın yolculuk notları ile dönmesine karşın, ne Montaigne’in sağlığında, ne de ondan sonraki iki yüz yıl içinde bu notlar gün ışığına çıkmaz. Montaigne’in “Yol Günlüğü”nü Türkçeye çeviren Ömer Bozkurt’tan öğrendiğimize göre Montaigne’in yolculuk notları, yolculuktan yaklaşık ikiyüz yıl sonra, 1770 yılında eski belgeler peşindeki bir rahip tarafından Montaigne şatosunun o zamanki sahibinin oluruyla yapılan arama-araştırma faaliyeti sırasında bir sandık içindeki evraklar arasında ilk sayfaları yitirilmiş olarak bulunur. Bu yol güncesi, uzun süren hukuki ve bürokratik sürecin ardından 1774 yılında yayımlanabilmiş ancak önemli bir ilgi oluşturamamıştır. Kraliyet kütüphanesine teslim edildiği belirtilen orijinal el yazmaları bilinmeyen bir şekilde ortadan kaybolmuş ve bugüne dek bir daha ortaya çıkmamıştır.
MONTAIGNE’İN SONBAHARI
Montaigne, Bordeaux kentinin belediye başkanı olarak çıktığı büyük yolculuktan döndüğünde evini Bordeaux şehrine taşımaz; şatosunda kalmaya devam eder. 1583 yılında bir kez daha kentin belediye başkanlığına seçilir. Din savaşlarının Fransa’yı kasıp kavurduğu, kraliyetin devrini tehdit ettiği ve iç savaş riskinin ciddi bir şekilde yaşandığı bu dönemde Montaigne, kendisinden beklendiği gibi, “fanatik taraftar” değil, “bilge arabulucu” rolünü oynar. O dönemde Avrupa’yı kasıp kavuran veba salgınlarının yeni bir dalgası sırasında yaşananlar onun belediye başkanlığını sürdürmesine engel olur. Sonradan Katolikliğe geçerek Fransa kralı olan IV.Henri, protestan olduğu ve bu nedenle zor zamanlar yaşadığı bir dönemde onu maiyetiyle birlikte şatosunda misafir eden Montaigne’i sarayda hizmetinde çalışması için ikna etmek için muhtemelen iyi bir maddi öneride bulunur. Montaigne’in ona cevabı “Hiçbir zaman hükümdarların lütfuyla maddi yararlar sağlamadım; böyle bir şeyi ne istedim ne de hak ettim… Ben, majesteleri, zaten olmak istediğim kadar zenginim” şeklinde olur ve ekler: “Savaşta ve barışta yalnızca benim olanla yaşadım; hiç kimseden karşılığını yeterince vermeksizin bir hizmet istemedim… Çünkü benim, yargılarına boyun eğdiğim kendi yasalarım ve kendi mahkemem var.”
Bu bilgece sözlerin sahibi, ömrünün sonbaharında en küçük kızı ile aynı yaşlarda olan, Montaigne’in kitaplarına tutkuyla bağlanmış soylu bir ailenin genç kızına âşık olur. İnsanlığa bıraktığı kültürel bir hazine olan ”Denemeler”in ölümünden sonraki basımını ona miras bırakarak ellidokuz yaşında yaşama veda eder.
