Badem yine cırt cırt sesleriyle öğle uykumdan uyandırdı beni. Salonda, üzerinde uzandığım kanepenin altına yatmış, kanepenin kumaşını tırmalıyordu. O kanepeye bir çuval para vermiştim zamanında. Mobilya mağazasındaki görevliye neden bu kadar pahalı olduğunu sormuştum, ‘bu kanepenin dolgu malzemesi kaz tüyünden, diğer kanepelerinki gibi sünger, elyaf ya da pamuk değil, kaz tüyü, o nedenle biraz pahalı’ demişti. ‘Önceki müşterilerden mi yoldunuz o tüyleri’ deyivermiştim ben de, kendimi tutamayarak. Mağaza görevlisi renkten renge girmiş ama benim kanepeye ilgimi ve yolunacak yeni kaz olduğumu gözlerimden anlayıp, kasaya girecek parayı, o gün ödenmesi gereken çekleri düşünüp ağzından dökülecekleri diliyle damağı arasında çevirip yutmayı tercih etmişti. Şimdi bu kaz tüyü kanepeyi bademin tırnaklarına kurban edecek değildim ya! Badem’e bir iki şişt pişt dedikten sonra kanepeyi ve uykumu başka türlü kurtaramayacağımı anlayıp uzun saplı süpürgeyle Badem’i oradan çıkarmaya çalıştım ama nafile. Badem direndi. Kanepenin bir o tarafına bir bu tarafına kaçtı ama kanepenin altından çıkaramadım onu. Çareyi kanepeyi bir kenarından tutup kaldırmakta buldum. Niyetim onu balkona kovalayıp kapıyı da üstüne kapatmaktı. Deneyimli bir kedi olan Badem başına gelecekleri anlayıp oradan kıvrak bir manevrayla kaçtı; sırayla televizyon sehpasının altına, orta sehpanın altına, derken masanın, tekli koltuğun, ikili koltuğun, sandalyelerin, berjerin altına kaçıp oraların tozunu aldıktan, ben de bu hengamede dizimi, kaval kemiğimi, dirseğimi sağa sola çarptıktan sonra, sıra bütün bu eşyaların üstünde oradan oraya zıplamaya geldi. Vazgeçtim. Badem’i salona kapattım, gittim yatak odasına yattım.
Yatak, ‘ne işin var bu saatte burada, gece yarısından önce gelmezdin sen buraya’ dedi homurdanarak. ‘Bizim de bir dinlenme saatimiz var, değil mi’ diye ekledi. Yatakta sağdan sola dönerken fesupanallah çektim. Uyumaya çalıştım. Tam uykuya dalacaktım ki yatak yine dırdıra başladı. ‘Çek git buradan, giderken kapıyı da kapat, o lanet kediyi gözüm görmesin. Yedi bitirdi beni. Her tarafım çizik içinde. Biriniz vakitli vakitsiz gelir üstüme atlar, öteki canı sıkılınca gelip eteklerimde tırnaklarını törpüler, öf, bıktım sizden.’ ‘Kes sesini, kırarım bacağını’ dedim. Uyumaya çalıştım ama artık pek mümkün görünmüyordu. Uykum da kaçmıştı zaten. Kalktım, kapıyı açık bırakıp salona döndüm. Canım kahve istedi, mutfağa gittim. Çaydanlığı ocağa koydum. Çaydanlık, ‘demliğe çay koymayı unuttun’ dedi. ‘Çay yapmayacağım, kahve için su ısıtıyorum sadece’ dedim. Çekmeceyi açıp kahvenin yanına bir parça bitter çikolata çıkardım. Şimdi de çekmece başladı, ‘kilona hiç dikkat etmiyorsun, daha biraz önce iki kurabiye yedin, şimdi de çikolata, ne olacak bu işin sonu, ye babam ye, valla kilo alıyorsun bak, kahvenin yanına bir de sigara yak tam olsun, git şekerine kolesterolüne baktır yarın, yine tavan yapmışlardır.’ Kahvemi alıp salona geçtim, Badem’i kovalarken her yeri dağıttığımı farkettim. Sehpa korkudan kollarını bacaklarının arasına sıkıştırmış, tekli koltuk kolçaklarını indirmiş, masa kanepenin arkasına saklanmıştı. Kaz tüyü kanepe ise gülmemek için kendisini zor tutuyor gibiydi. Hepsine sırtımı dönüp balkona çıktım, bir sigara yaktım. Sigaram bittiğinde kararımı vermiştim.
Evden eve nakliyat şirketini aradım. Çok acil deyince keşif için hemen geldiler. Ertesi gün kamyon kapımdaydı. Kanepe dışında ütün eşyayı üç saatte kamyona yüklediler. Kamyonu beş yüz kilometre uzaktaki hayali bir adrese gönderdim. Eve döndüm. Kaz tüyü kanepeye uzandım. Biraz sonra Badem kucağıma gelip guruldamaya başladı. Uyuduk.
İki saat sonra, Badem yanımdaki koltukta, ben direksiyonda başka bir hayali adrese doğru yol alıyorduk
Yorum Gönder