Çiçek nakışlı keten masa örtüsünü düzeltiyor önce ellerin. Teninin kırışıklığını da düzeltmek ister gibi kavuşuyorlar ikisi. Bu çabayı nafile bulmuş olacaklar ki, vazgeçip yüzüne düşen kır bukleleri geriye atıyorlar usulca. Yemyeşil bir bahçedeyiz, ortancaların arasına bir masa kurmuşsun şerefime. Sağ
tarafımdaki beş basamağın sonu evine varıyor. Akşama doğru bu merdivenlerden ben koşarak sense yavaş adımlarla çıkacağız ve mutfağına giren üç küçük fındık faresini beraberce kovalayacağız.
An’da her şey dingin.
Bir kadın seksen üçünde ancak bu kadar güzel olabilir Sakino. Geride bıraktığın deli hayatı ne çok sevdiğini anlatırken, dudaklarını sıklamene boyamış bir genç kız gözlerinde dans eden. Çok sevmiş,
sevdiğinden çok sevilmiş, güzelliğini başka dillerden yeterince duymuş olmalısın. İltifatlarındaki cömertliğinden anlıyorum, çünkü ancak güzelliğinden emin bir kadın başka bir kadına böyle
iltifat edebilir. Gerçek adın değil bu. Ayrıcalıklı bir Kuzey ülkesinde Alexandra olarak doğmuşsun. Sonra sen, ömrünü geçirdiğin farklı coğrafyaların birinde Sakino olmaya karar vermişsin.
‘Güzel yaşadım’ diyorsun. Öyle olmalı, kaçımız bize uygun görülene razı olmayıp kendi ismini seçebilecek cesareti gösterebiliyor? ‘Şimdi yalnızlığımı bunca yadırgayışım mazimin kalabalığından olsa gerek. Gün oldu her şeyden vazgeçip sadece küçük bir valizle başka bir ülkeye yerleştim, dilini
bile bilmediğim. Hiç korkmadım yeniden başlamaktan, hiç. Herkes böyle yaşamalı bence, hesapsız. Aşık olmalı ve asla bir kez değil.
Kız kardeşim, o da benim gibiydi. Biz hayat arsızlarıydık. O bir pop grubunun solistiydi, birazdan bir plağını çalarım senin için. Çok erken öldü. Şarkı sözü gibi: ‘Genç ve güzel.’ Annem ve büyükannemden almıştı yeteneğini. Onlar da müzikle uğraşırlardı. Büyükannem bir opera sanatçısı, annemse müzik öğretmeniydi, piyano çalardı. Viyana’daki evimiz, baharla birlikte sokağa açılan
geniş pencerelerden dışarıya taşan bu iki kadının sesi ve parmaklarından yayılan müziğin sihri… Ne kadar uzak bir hatıra, oysa sonsuza dek sürecek gibiydi. Ailem, dostlarım, aşıklarım, hiçbiri hayatta değiller. Çok özlüyorum, özlemeyeceğimi zannettiklerimi bile özlüyorum. Bu kadar uzun yaşayacağımı ummamıştım doğrusu, herkesi uğurlayanın ben olacağımı.’ (Gözlerinde dans
eden genç kadın nereye kayboldu?)
İnsan sevdiği birini kaybettiğinde, gidenin yerinde kocaman, değerli bir boşluk açılır. Gidenin değil kendimizin yasını, gidenle yaşadıklarımızı bir daha yaşayamayacak olmanın yasını tutarız aslında. Hani rivayete göre kırk mum yanar da o büyük acıyla, her gün biri söner. Kırkıncı mumsa ebediyete kadar yanar, yanar. İşte o mum, onlarcası içimde. Ben, şimdi, bir boşluktan bir boşluğa yaprak gibi savruluyorum, anılara tutunmaya çalışarak. Herkesi, ama en çok babamı özlüyorum’ derken gözlerinde küçük bir kız çocuğu beliriyor. Uzun uzun babanı anlatıyorsun. Seni dinlemiyorum o an Sakino, seni görüyorum ama. Demek böyle oluyor, demek kaç yaşına gelirse gelsin insan
babasından bahsederken küçük bir çocuk. Demek bazı kız çocukları sonsuza dek babasının prensesi. ‘Öldüğümde mezarımı ziyaret edecek kimsem kalmadı benim, yakılmayı vasiyet ettim yarı yaşımdaki dostlarıma’ sözlerinle irkiliyorum. Gözlerini zapt eden yaşlı kadına kayıtsız kalmak zor, onu avutabilecek kelimeleri arıyorum. Bulamıyorum.
‘Ah keşke affetmenin o yumuşak göğsüne gençken de yaslayabilse başını insan Sakino. Başını yaslayamadığı bütün göğüslere inat o ferahlığı bahşedebilse kendine. Olmuyor. Hayat Sakino, hayat. Bazen ne kadar hüzünlü, değil mi? Serzenişlerimizi hak etmeyecek kadar adil belki de, belki de
hiç değil. Onun da bizi sevip sevmediğini düşünmeden sevmemiz gereken hırçın, güzel ve efsunlu bir sevgili gibi. Vazgeçemediğimiz. Hadi gel bunun şerefine bir fincan daha kahve içelim’ demiyorum. Fazladan içilen kahvenin sana çarpıntı, banaysa uykusuzluk yaptığı yaşlardayız. Bunlar seni avutur muydu bilmiyorum ama, ertelediklerimden, vaz geçtiklerimden, tutmam gereken, vakti geçmiş ve en çok ondan mahrum bırakıldığım bir yastan da söz etmiyorum sana. Muhatabına edil-e-memiş bir sitemin ve fazladan içilmiş kahvenin kime, ne faydası var?
Onun yerine, artık ilk gençliğindeki zarafet ve pürüzsüzlükten çok seninkilerin bilgeliğine yakın ellerim, güzel mavi gözlerini silmekten mütevellit nemli ellerini tutuyor. Bir parça daha turta istiyorum senden. Güneş batıyor. Sen, rujunla aynı renk şalını yorgun omuzlarına atıyorsun Sakino. Sıklamen.
Hayat Sakino, hayat. Bazen ne kadar muzip değil mi? Neredeyse farklı yüzyıllarda, farklı coğrafyalarda doğmuş başka iki kadın az sonra An’da aynıkaderi paylaşacağız. Kovalamakla alıp beslemek arasında kararsız bırakacak kadar sevimli, minik ilk fare merdivenleri tırmanıyor. Göz göze geliyor ve birbirimize gülümsüyoruz.
Sonrası toz duman…
*Japonca “yardım” anlamına gelen 佐 (sa), “umut” anlamına gelen 希 (ki) ile iyelik eki olan 乃 (no)
birleşiminden türetilmiştir
Yorum Gönder