Zil sesiyle uyandım. Uykulu gözlerim merak ve kaygıyla saati aradı. Gece yarısını devirmiştik. Kendini duyurmak için ısrar eden zil beni rüyada olmadığıma ikna etti. Tereddütle kaybettiğim zamanı telafi etmek ister gibi hızla ilerledim kapıya.
-Kim o? Dedi ürkek sesim.
-Polis! Diye cevap verdi kapının arkasından hiç de ürkek olmayan bir diğer ses.
Birkaç sert tekmenin kolaylıkla açabileceği kadar eski kapının puslu dürbün camına dayadım gözümü. Evet iki üniformalı erkekti gördüğüm. Yaşadığımız ev sobalıydı. Gecenin ilerleyen saatlerinde sönen sobaya ve sabah insanı buz gibi karşılayan tatsız soğuğa alışmış bünyem, pijamalarımla çıkartmıştı beni yataktan. O halde kapıyı tam açmak istemedim haliyle, aralayıp başımı uzattım.
-Buyrun memur bey, hayırdır inşallah bu saatte?
O yıllar çalıştığım iş sebebiyle polislere aşinayım, onun bir rahatlığı var bünyemde. Yoksa o saatte kapıyı çalan polisin hayırlı bir haber vermesi mümkün mü de hayır diliyorum? İlahi…
Polislerden kısa boylu, seyrek saçlarını gür göstermek için boyamış ve aynı maksatla kabartarak taramış olanı başladı konuşmaya.
-Hanfendi kusura bakmayın. Üç numaradan aradılar. Merdiven boşluğunda kapıları kurcalıyormuş biri. Tornavida gibi bir aletle muhtemelen. Sesini duymuşlar. Karakol çok yakın malum, ihbarın ardından dakkasında buradaydık. Biz gelir gelmez ses kesilmiş. Bodrumda da kimse yok. Demek apartmandan biri bunu yapan. Her daireyi sorguluyoruz. Siz duydunuz mu sesi? Ya da başka şüpheli bir duruma tanık oldunuz mu?
-Vallahi memur bey ben uykudan zil sesiyle uyandım, üzerinize afiyet uykum da ağırdır. Hiçbir şey duymadım. Yardımcı olamayacağım kusura bakmayın.
-Peki, teşekkürler. Bir sıkıntı olursa, ses duyarsanız derhal arayın lütfen. İyi geceler.
-Tabii, mutlaka ararım. İyi geceler.
Kapıyı kapatıp dışarıyı dinliyorum. Belli ki aşağıdan yukarıya her daireye uğruyorlar. Karşı komşumuz da benzer şeyler söylüyor. Üniformalılar üst kata çıkıyor. Bir kapı açılıyor, anlaşılmayan konuşmalar. Açılmayan bir diğeri derken polisler binayı terk ediyor. Kulağım kapıda, bu saatten sonra uyumak ne mümkün? Polislerin çıkıp otomatın sönmesiyle eli tornavidalı caninin işe koyulması bir oluyor. İnanılır gibi değil, yanılıyor muyum diye kulağımı iyice dayıyorum kapıya.
Alt kattan geliyor ses: -Tark tark tarrrk. Tark tark tarrk..
Senkronize çalışıyor bir de. Hayır polisler henüz karakola varmadı, bu ne gözü karalıktır? Bunu yapan o kapıyı açar, o tornavidayı kafamıza da dayar maazallah. Cep telefonları yeni yeni yaygınlaşıyor, henüz takozdan hallice olan cep telefonuma mı, hala aktif kullandığımız ev telefonuna mı koştum hatırlamıyorum fakat ellerimin titreyerek tuşlara basması dün gibi. Bu defa önce ben arayacağım, yaşasın. Sorumlu bir vatandaş olarak ihbarımı yapıyorum. Hemen kapıya koşup caniye kulak veriyorum. İşe devam ediyor. Hadi inşallah bu defa suçüstü yakalanacak. Hay Allah, polislere bir şey olmasa, kan çıkmasa, kimse zarar görmese derken damlıyor cengaverler. Kapının açılması ve otomatın yanmasıyla ses bıçak gibi kesiliyor. Olsun, kahraman polisim koşarak kıstırır eli kanlı tornavidalı caniyi köşeye. Ben de bu arada dinliyorum zaten dışarıyı, kulaklarım iyi duyar.
Aşağı mı indi, yukarıya mı çıktı şıp diye anlar, yönlendiririm onları. Nafile, duyduğum sadece polislerin ayak
sesleri. Bu defa direkt bizim dairenin zilini çalıyorlar, şimdi üç kişiler. Üçüncü epey genç, tüy sıklet, tıfıl bir oğlan.
-Siz mi aradınız? Diyor uzun boylu, irice olanı. İçlerinden en kıdemlisi bu, duruşundan belli.
-Evet ben aradım, arkanızdan eni konu kulak verdim. Siz gider gitmez başladı, apartmana girmenizle beraber aniden kesildi ses.
Birbirlerine bakıyorlar. Yine kısa boylu olan:
-Şu üst kattaki açılmayan kapıyı çalalım bir daha. Yeni de taşınmışlar zaten. Var orada bir iş, olmazsa kırarız.
Ben giriyorum araya telaşla:
-Memur Bey ben tanıyorum o delikanlıyı, zarar gelmez ondan.
-Nereden tanıyorsunuz? Ne kadar eminsiniz?
-Bir süre bizim şirkette çalıştı. Altı ay kadar. Temiz bir çocuk, kefilim ben ona. Duyduğuma göre evlenme
arifesinde, yeni tuttular evi zaten Memlekete gitmiştir hazırlıklar için belki de. Evde yoktur.
-Anlıyorum da hanfendi sonuçta şüpheli şu an apartmanda delillere göre. (Delillere göre, bak sen). Bu kadar kısa sürede kaçamaz. Herkes açtı kapıyı, bir o dairenin kapısı açılmadı. O genç değilse
bile, o daireden biri kesin.
-Haklısınız, diyorum usulca ya, zihnimde o temiz yüzlü çocukcağızı bir kapının önüne yerleştirip eline verdiğim tornavida düşüp duruyor. Yok, hiç konduramıyorum, ama dinlemeyecek bunlar beni belli.
Susuyorum.
Yurdum erkeğinin alametifarikası göbeklerinin elverdiğince hızlı çıkıyorlar yukarıya. Bir yandan zile basıyorlar bir yandan güm güm vuruyorlar zaten bir tekmelik canı olan, suntadan hallice kapıya. Ben de bu arada üstüme sabahlığımı geçirmeyi akıl edip çıkıyorum sahanlığa. Benim gibi birkaç komşu daha, olan bitenin gece yarısından sonra üstümüze boca ettiği adrenalinin galip gelip uykuyu kovduğu meraklı ve korkulu gözlerimizi yukarıya dikmiş bekliyoruz.
Açan yok.
Bir kere daha çalıyorlar zili, bu defa daha sert vuruyorlar kapıya. Az kaldı az sonra parşömen gibi yırtılacak kapı derken bizim oğlan bir telaş açıyor kapıyı. Yüzü al al, panik içinde. ‘Acaba?’ diyorum içimden, yalan değil. Onun ve polislerin bir şey demesine kalmadan, biz hep bir ağızdan:
-Evet bizim komşu bu, diyoruz.
Delikanlı kekeleyerek ‘Buyurun’ diyor.
Kapının dışına çıktı eni konu, polisler girecek diye ödü kopuyor belli. Eyvahlar olsun yine yanıldım gördün mü sen işi?
Annem de dahil tanıdığım neredeyse herkes insanın gözünden ciğerini okuduğunu iddia eder. Bense şu yaşıma geldim, hala tanıyamıyorum insanları. Kefil olduk bir de çocuğa iyi mi? Suça iştirakten kaç yıl yerim acaba? Garip anam onca kederli yıldan sonra yine gün yüzü göremeyecek, bir de bana mahpusta bakacak, don, sigara mı taşıyacaktı?
Ben kendi derdime düşmüşken polis meramını anlatıyor delikanlıya.
-Açmadınız kapıyı, sizden şüpheleniyoruz, diyor.
Sanık (sanık diyeceğim artık, eminim çünkü) kem küm ediyor. ‘Duymadım zil sesini, mesaiden geldim yorgunum’ diyor ama vücut dili de sesi de bağırıyor ‘ben suçluyum!’ diye.
Sanık huzursuz, polisler huzursuz, izleyen gözler huzursuz. Cebren eve girecekler, az kaldı. Sanığın dahiyane bir fikir bulmuş gibi gözleri parlıyor birden ve “Haaa” diyerek gülümsüyor.
Haa ne? Çatlatma bizi çocuk!
-Bizim apartmanda epeydir bir sıçan var. Ben taşınmadan önce de varmış. İşten dönerken karşılaştık biz bununla. Ben de onu su saatlerinin olduğu dolaba kapattım. O çıkmaya çalışıyordur dışarıya, diyor ilk defa kekelemeden.
-Haaa, deyip gülümsüyoruz hep bir ağızdan.
Eee ne olacak? Polisler aşağıya iniyor, ellerine birer süpürge tutuşturuyor komşular. Ben yukarıda kapımı kapatmış, kulağımı dayamış dinliyorum yine. Kapak açılıyor. Tatsız sesler ciyaklamalar, polisin küfürleri. ‘Bu benim işim mi’ler, ‘ Bir bunu yapmadığımız kalmıştı’lar. ‘hakkatten tornavida gibiymiş tırnakları’lar. Pata küte derken ahali dağılıyor. Çözülen gizem, tornavidalı caninin aslında var olmayışının huzuru ve ertesi sabah erken kalkmak gerekliliğiyle uykuya teslim oluyorum tekrar.
Günler geçiyor, apartmandaki sıçandan kurtulmanın hafifliği üzerimizde. Toprağı bol olsun, sıçan hariç herkes mesut. Sıçan deyip geçmeyin, besili bir kedi kadar büyüktü ve herkesi tedirgin ediyordu. Kapanlar, zehirler de fayda etmiyordu namussuza. Gece vakti apartmana girerken önce kapıda durup ayaklarımı yere vurur haşmetmeaplarının aşağıya inmesini beklerdim. Daimi ikametgahı olan bodruma inerken son düzlükte gözlerini diker, kırmızı kırmızı bakardı. Velhasılı polislere ve delikanlıya minnettarız.
Apartman ahalisi bu besili kemirgenden kurtulmaktan mutluydu mutlu olmasına da akıllarda tek soru: O çelimsiz delikanlı nasıl olmuştu da o koca sıçanı havada asılı o küçücük dolaba sokabilmişti? Hadi tuttu diyelim, ki tutulmaz, yağ gibi kayar elindenadamın, ısırır diye hiç mi korkmadı yiğit? Ben de bu kahramanı ucundan kıyısından tanıyorum ya, apartmanda kiminle rastlaşsam bana bunu soruyor. Derken bir akşam
karşılaşıyoruz Deli Dumrul’la, vardiyası değişmiş şükür. Soruyorum merakla:
-Sen o sıçanı oraya sokmayı nasıl başardın? Allah aşkına söyle de çözülsün bu gizem, rahatlasın ahali.
Bizimki utangaç ama gururlu bir gülümsemeyle, “Abla işin aslı” diyor, “Nişanlımla eve geliyorduk o gece. Az kaldı düğüne ama, bir kaçamak yapalım dedik. Kayınpeder duysa kıyamet kopar, uydurduk bir Ali Cengiz oyunu işte sorma. Hafif çakırkeyfiz de. Sarmaş dolaş çıkarken merdivenleri biz bu mahlukla denk geldik üçüncü katta. Çok korktum abla, yüreğim ağzıma geldi. Hayvan daha çok korktu, hatunu hiç sorma. Korkudan bir sarılışı var bana benim diyeni yoldan çıkarır. Serde yiğitlik, gecenin sonunda vuslat var.
Çok seviyorum abla, nasıl diyeyim korktuğumu? Unuttum korkuyu falan. Yaradanıma sığınıp bir hamle yaptım hayvana, can havliyle o sıçradı kutuya ben de aynı can havliyle dolabın sürgüsünü kapatıverdim. Durum bundan ibaret” diyor.
-Haaa, diyorum. Neyse ne. Kurtulduk ya, var olasın.
Anlayacağınız, meğer biz bu delikanlıyı halvette yakalamışız. Tedirginliği o sebeptenmiş. Delikanlının bu cevabını komşulara söylemedim, maazallah adları kötüye çıkıverirdi. Meraklıları, gerçeği hiç öğrenemediler velhasılı. Gençleri sorarsanız birkaç seneye kalmadı boşandılar. Bu aşk geride iki değil, üç ceset bırakmıştı. Aşk uğruna canı yanan bir Ferhat, bir Mecnun, bir Kerem mi sandınız? Bu yolda durduk yere canından olan tüylü bir kemirgeni tarih yazmasa da ben yazdım gitti.
Kıssadan hisse: Hormonların bize oyunudur ama aşk vardır ve gözü kör olduğu kadar karadır da. Öyle bir oyundur ki bir anda çelimsizi Deli Dumrul’a, bir garibi de Niyazi’ye çeviriverir.
Yorum Gönder