Yirmi iki yıl olmuş. Büyük bir kitapevinin ‘ağır kitaplar’ bölümünde dolaşıyordum. YKY’nın ‘en ağır başlı kitaplar’ dizisinden yayınlanmış, ciddi bir kapağı olan, bilmediğim bir yazarın duymadığım bir kitabına takıldım: Gecenin Sonuna Yolculuk. Yazar Louis-Ferdinand Céline. Kitabı raftan alıp biraz karıştırdım. Fransa’da 1932 yılında ilk basımı yapılan eser Yiğit Bener tarafından Türkçeye çevrilmiş ve 2002 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından basılmış. İki ay sonra ikinci baskısı yapılmış. Elimdeki bu ikinci baskıydı. Kitabı karıştırırken Céline’in hekim olduğunu öğrenince ilgim arttı. Bir de Ferit Edgü kitaba yazdığı önsözde

“Céline’de bir yazarda aradığım hemen her şey var: Kendini olduğu gibi benmerkezci, bencil, çıkarcı, korkak olarak ortaya koymaktan çekinmemek… O yirminci yüzyılın yeni bir dil yaratmayı başarmış birkaç romancısından biridir” dediğinden kitabı okumak farz oldu. Yazar hakkında bir şeyler okuyunca daha önceden bir tanışıklık olmasa da bir yerde birbirimize teğet geçtiğimizi fark ettim: Taksitle Ölüm diye de bir romanı varmış. Bu tanıdık geldi. Bir şiirden:
Ölümle şaka olmaz diyenler
Kıyasıya yanıldılar bu çağda
Taksitle Ölüm diye bir roman yazıldı artık
Önce Öl/Sonra Öde denilmek suretiyle
Aşılıp geçildi bu roman da
İsmet Özel’in Üç Frenk Havası şiirinde geçen bu Taksitle Ölüm adlı roman da meğer Céline’in romanıymış.
Kitabı, yani Gecenin Sonuna Yolculuk’u okumaya başlayınca önce çok yadırgadığım bir üslupla karşılaştım. Devrik cümleler, yarım cümleler, tek sözcüklü cümleler, argo sözcükler, küfürler, oradan oraya atlayan, yarım kalmış mevzularla dolu hırçın, bıçkın, alaycı, kaygısız bir anlatım. Kafaları iyi sokak serserilerinin muhabbetine denk geldik sandım. Beş-on sayfa okuyunca üsluba alıştım. Öğrenmek gerekiyormuş. Bazı yazarların ne anlattığını anlamak için üslubunu çözmek gerekir, bazen bunu çözmek zor olur, bunu biliyoruz ama burada başka bir durum vardı. Okumaya devam ettikçe anladım. Mevzu üslupmuş. Céline, yazarlıkla ilgili derdini izah ettiği Profesör Y ile Konuşmalar adlı kitabında, üslubuna dair görüşlerini şöyle anlatmış,
…bunlar ciddi mevzular!… çok zahmetli iştir ‘coşkun dokulu’ bir roman yazmak… yakalamak istiyorsan coşkuyu, konuşma dilinden geçeceksin, başka yolu yok!… konuşma dilinin hatırasıdır kağıda dökülen! Sonsuz bir sabır ister! Defalarca yazacaksın, düzeltip baştan yazacaksın! Ölme eşeğim ölme!……daha bir bok anlamamışsınız!… su gibi ezberlemeniz gerek bunları!… kafanız basmıyor sizin, kafanız!… o kadar anlattık, daha neden bahsettiğimden haberiniz yok!… anca hık mık sabahtan beri!… tekrar edeceksiniz şimdi!… önce ben, sonra siz!…
Coşku, yalnız ama yalnız, bin bir cefaya karşılık, ‘konuşulan sözün’ içinden yakalanabilir… bu yola baş koyan, mecburdur coşkuyu ‘konuşulan sözün’ içinde kovalamaya… ve o coşkuyu yazı dilinde yeniden üretmek, sizin gibi bir dallamanın aklının ucundan dahi geçiremeyeceği kadar gayrete, zahmete ve sabra mal olur…
Bu alıntılar yazarın üslubuna dair bir fikir vermiştir sanırım. Céline’in Türkçeye çevrilip yayınlanan üç kitabı var: Gecenin Sonuna Yolculuk, Taksitle Ölüm, Profesör Y ile Konuşmalar. İlk iki kitap, neredeyse otobiyografik birer roman. Üçüncüsü ise sanat ve edebiyata dair kendi görüşleri hakkında hayali bir editörle yaptığı söyleşilerden oluşuyor. Asıl adı Louis-Ferdinand Destouches. Céline, çok sevdiği büyükannesinin adı. Edebiyat dünyasında Céline adını kullanmayı tercih etmiş. 27 Mayıs 1894 tarihinde doğmuş. 1 Temmuz 1961’de ölmüş. İlkgençlik yıllarında aile işi olan

mücevher tamirciliği, matbaacılık gibi işlerde çıraklık yaptıktan sonra Birinci Dünya Savaşı öncesinde gönüllü olarak askere gidiyor. Savaşta yaralanıp terhis edildikten sonra, Afrika’daki Fransız sömürgelerinde bir şirketin temsilciliğini yapıyor. Savaş sonrası ülkesine döndüğünde tıp eğitimi alıyor, 1924’te mezun olup Paris’te doktor olarak çalışmaya başlıyor. Sonraki yıllarda Avrupa ve Amerika kıtasındaki değişik ülkelere iki yıl kadar iş ve inceleme gezileri yapıyor. Bu gezilerden ülkesine döndüğünde hekimlik yapmaya ve öğrencilik yıllarında başladığı yazarlık kariyerine devam ediyor.
Céline ilk büyük eseri Gecenin Sonuna Yolculuk’u 1929 yılında Paris’in banliyölerinden birinde hekimlik yaparken yazmaya başlamış. Birkaç yayınevi tarafından geri çevrildikten sonra 1932 yılında yayınlanmış. Çok beğenilmiş ama romanı yerden yere vuranlar da az değilmiş. Şimdi ise yirminci yüzyılın en değerli on romanın arasında kabul ediliyor. 1936 yılında yayınlanan Taksitle Ölüm de yayınlandığı yıllarda genel olarak beğenilmemekle birlikte günümüzde hiç de az olmayan sayıda eleştirmen tarafından Gecenin Sonuna Yolculuk’tan daha iyi bir roman olarak kabul ediliyor. Bana göre ikisi de harika romanlar. Profesör Y ile Konuşmalar, biçimsel olarak roman olmamakla birlikte diğer romanlardan aldığınız lezzetten sizi mahrum bırakmayacak bir kitap. Céline okuyun. Pişman olmazsınız. Dönüp dönüp okursunuz.
Céline hakkındaki en tartışmalı konu ise edebiyatçı yönüyle değil de siyasi tavrıyla ilgili. Nazi Almanyasına verdiği açık destek, Nazilerin Fransa’yı işgalinde ülkesinin yanında değil de Nazilerin yanında yer alması ve açık açık Yahudi düşmanlığı yapması, bu konulardaki aktif, militan tutumu, günümüzde de devam eden bir tartışma konusu.
Bir yazarın, sanatçının ya da bilim insanının siyasi, sosyolojik, etik tutumuna uzaklığımız ile yapıtlarına duyduğumuz yakınlık arasında yaşadığımız ikilem, bu durum karşısında nasıl bir etik tavır takınmalıyız sorusunun yanıtını zorlaştırıyor.

Bu iki yanı birbirinden ayrı tutmak gerektiği görüşüne katılmakla birlikte, bu iki yanın ayrılamayacağı, çünkü Céline gibi çok büyük bir yazarın bu insanlık dışı tutumunun tam da bu nedenle ve bu ölçüde büyük sonuçları olduğu görüşüne de hak vermemek mümkün değil.
Céline, bu Nazi yanlısı görüşleri ve bu konudaki açık tavrı nedeniyle savaş sonrasında ülkesinden kaçmak zorunda kalıyor. Danimarka’ya yerleşiyor. Fakat gıyabında yargılanıyor. Hapis cezasına çarptırılıyor. 1951 yılında çıkan genel aftan yararlanarak ülkesine dönüyor. Daha sonra Danimarka’daki sürgün yaşamını anlattığı eserleriyle tekrar adından söz ettiriyor. 1 Temmuz 1961’de ölüyor.
Kendisiyle yapılan bir söyleşide kendine dair şunları anlatıyor:
Yaşamımda en mutlu olduğum anlar nelerdir? Pek olmadığını kabul etmeliyim. Neşeli biri değilim ben. Öldüğümde mutlu olacağımı itiraf etmeliyim. İşin aslı bu. Karamsar okuldanım ben. İnsan mizantropiktir. Herhangi bir şeye dair umudum yok. Olabildiğince en acısız biçimde ölmek. Sadece bu. Çünkü gerçekten, acıya karşı bir açlığım yok. Tanrıya inanmıyorum. Hayır hiç inanmıyorum. Pozitivistim ben. Size tanrıya inanmaktan daha iyi bir seçenek sunamam. Ancak kesinlikle mistiğim. Tanrıya gelince, benimle aynı şeylere ilgi duymuyor. Ancak kesinlikle bir mistiğim.

İnsanların yaptıklarıyla, kötülükleriyle ilgilenmiyorum. İnsanlar ilgi alanımda değil. Ben tabii ki nesnelerle ilgileniyorum. Yaşamı oldukça keyifli bir şey gibi algılarsanız tabii ki orada aşk da vardır. Bayağılık da… ama ben mesela, komünal olan, bayağı olan bir şeyden hoşlanmıyorum. Şu anda ölecek olsam, son düşüncem hoşça kalın ve teşekkür ederim! olur. İşe yarar bu. Kötü olmanızı dilemem, kendinize dikkat edin yeter. Çok da endişeli değilim kendi adıma. Bencilliğim yoktur benim. Dünya zaten oldukça bencil, değil mi?
Jean Genet, Jean-Paul Sartre, Charles Bukowski, Günter Grass, Henry Miller ve daha pek çok yazar Céline’e çok şey borçlu olduklarını söylemişlerdir. Bence dünyamız Céline’e çok şey borçlu. Her satırında insana, insanlığa, aileye, topluma, devlete düşman, inançsız, ümitsiz, yorgun, kayıtsız, vazgeçmiş, kaybetmiş bir yazarın soluğunu duysanız da, kitaplarını kapattığınızda size eşlik etmeye devam edecek olan, sizi bu karagöz perdesinin ardındaki hakikate, yaşamın hakikatine çağıran, orada hep birlikte çok eğleneceğimizi duyurmaya çalışan fısıltıların melodisi olacak. Tekrar söylüyorum, Céline okuyun. Pişman olmazsınız. Dönüp dönüp okursunuz. Çok eğlenirsiniz.
27 Mayıs doğum günü. Bu yıl 130 yaşında. İyi ki doğdun Céline.
Yorum Gönder